Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!

 
 
YAYINLANAN YAZILAR ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDE YAYINLANMIŞ KÖŞE YAZILARIDIR. YAZILAR YAZARLARIN KENDİ FİKİRLERİDİR. KENDİLERİNİ BAĞLAR; SİTEMİZİ BAĞLAMAZ.
BU SAYFA Gürsel Yayınevi  İLE Çorum Anadolu Gazetesi arasında yapılan anlaşma gereği sizlerin görüşüne sunulmuştur.
KOPYALANIP ALMAK İÇİN SİTEMİZDEN,ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDEN VE YAZARLARIN KENDİLERİNDEN İZİN ALINMASI GEREKMEKTEDİR. KÖŞE YAZILARI SAYFA SIRASINA GÖRE HAZIRLANMIŞTIR.

22/09/2004 23.Sayı
YAZILARIMIZ
DEĞİRMEN Halil GÜLEZ GAFLET-Ü DALALETİYE, VAZİYET-ÜL MADARA/VATAN KURTARAN ŞABANLAR!/ BİR İNSAN YARATMAK
SÜZGEÇ İhsan ASLAN KISIR DÖNGÜ

VURGU Fatma SEVİLMİŞ ÖNEMLİLER Mİ, DEĞERLİLER Mİ ?

BAKIŞ Gülcihan SABANCILAR ÜÇ KÜLTÜR, ÜÇ SORUN

ÇORUMLU Mahmut Selim GÜRSEL HİTİT

 

 
 
 
 
 

 01

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

GAFLET-Ü DALALETİYE, VAZİYET-ÜL MADARA
 
Değerli okurlarım, vallahi, bazılarının sandığı gibi demokrasiyamız tehlike de filan değil. İç politikamıza da bazı fesat ve fitnelerin iddia ettiği gibi, Avrupa Birliği tarafından idare filan da edilmiyor. Dış Politikamıza da kesinlikle Amerika karışmıyor.
Arada bir postal sesi duyduğumuzu söyleyenler varsa, onlar külli kafirdir. Postal, bizim milli giysimizdir.
Hökümatı, muhalefeti hiç düşünmeyin. Maarif, dahiliye, hariciye, evkafı umumiye, düyunu umumiye... hepsi yerli yerinde.
Allah, onlara sağlık ve selamet versin..
Hop ettire cop ettire yönetilip gidiyoruz.
Bu durumdan rahatsız olan, kimi art niyetli  İMF düşmanlarına da kanmayın.
Ne olur, yağmurla havalarda da şemsiyesiz kalmayın.
Bostan tarlasına da kesinlikle bıçaksız gitmeyin,
Boş verin üzümün çöpünü, armudun sapını.
Üzümün çöpü ve armudun sapını hesaba katarsanız, çorbayı da içemezsiniz.
Tekkeyi beklerseniz, sirkeyi sarımsağı da göremezsiniz.
Yaylanın yolu uzun, kışı serttir.
Yazın abanızı, kışın da yabanızı yanınızdan eksik etmeyin.
Bakarsınız sizleri savurmaya kalkanlar olabilir.
Sakın, La havle vela çekmeyin.
Sinirlerinizi kontrol altına alın, arkanıza yaslanın ve de bu yazıyı okumaya başlayın.
 
Seçimi kazanan parti iktidarını, rivayet olunur ki, 666 pare top atışıyla kutlamış. Top atışlarının tanrı katına yakınlaşmak için yapıldığını söyleyenlerde var.
Atılan top seslerinin, çıkardığı tozdan dumandan, farz edilir ki  ülkede, günlerce insanlar birbirini göremez olmuşlar. Her ne kadar, ben top sesi duymamışsam da, kimi zaman postal seslerinin, ortalıkta dolaştığına sık sık tanık oldum.
Postal sesine alerji duymadığım için, belki de umursamamışımdır. Postalı ilk tanımamda askerde oldu. Gerçi, ayağımda mantar yetişmesine de neden oldu ama, her neyse... Postal sesi bana sürekli heyecan verir.
Postal sesine alerjisi olanlar, önce postalın neye benzediğini merak etmeye başladılar. Sonra da sesini....
Hatta o kadar merak ettiler ki, postal üreten fabrikalara giderek, postalları bir birine vurarak, postal seslerinin neye  benzediğini öğrenmeye çalıştılar. Postaldan sorumlu bakana da mümkünse, postal fabrikasını kapatması gerektiği yolunda hala da baskıların devam ettiği var sayılıyor.
Postalın nasıl emir verdiğini de öğrenmeleri hayli zamanlarını aldı.
Her hal de beni bu konuda yalancılıkla suçlamaya kalkmayacaksınız.
Ne çabuk unuttunuz, daha bundan birkaç ay önceydi.
İmam Hatiplilerin de istediği üniversiteye girebilmeleri için kat sayı uygulamalarını kaldırmayı,Türbanın "Kamusal Alan"dan da kaldırılmasını getirmek isteyenler,  postal seslerini duymasalardı, Üniversite yasasında yaptıkları değişiklikleri, geri çekecekler miydi?
Demek ki, postal seslerinin kimi zaman sağlığa ve ülke selametine yararlı olduğu söylenebilir.
Her ne kadar kimileri, postal sesine karşı kulak tıkasalar da, postal sesleri kimi zaman kulakları sağır edercesine, duymak istemeyenlerin kulaklarını da açmayı biliyor.
24. sene-i devriyesini bu ay içinde bıraktığımız postal sesi hala bana geceleri kabus yaratıyor ama, son 10 yıldır duyduğum postal seslerinden de hiç rahatsız olmuyorum. Demek ki, bazı postal seslerinin sağlık, sıhhat ve afiyete yararı var. Hazımsızlık ve kabızlığa da iyi geldiği söylenebilir.
Gaflet-ü Dalaletiye, Vaziyet-ül Madara
 
Seçimi kazanan parti iktidara geldiğinde, 666 pare top atışı yapıldığının rivayet edildiğini söylemiştik.
Niye 666 diyecek olursanız, bu konuda oldukça iyi şeylerde, kötü şeylerde anlatılıyor.
Kimilerine göre, 666 sayısı çok kutsal olduğu gibi, kimilerine göre de, 666 sayısının şeytanın sayısı olduğu kabul ediliyor.
666 sayısının şeytanın sayısı olduğunu, sakın benim iddia ettiğimi sanmayın, ben gelenek ve inançlarına bağlı bir insanım. Bu nedenle de birilerinin beni şeytanla aynı kefede göstermesine dayanamam.
666 sayısının şeytanın sayısı olduğunu, Dan Brown adlı bir yazar, "Davinci Şifresi" adlı kitapta söylüyor.  Bildiğiniz gibi, bu kitap, bu günlerde kitap okumayı seven her insanın elinde. Ama kitap okumayanlar için zaten, kitap, kimilerine göre ağaçtan, kimilerine göre de samandan yapıldığı için, son derece de sakıncalı bir durum yaratabilir. Ne bileyim, samandan yapıldığına inananlar, kitabı eline aldıklarında kendilerini başka mahluk gibide düşünebilirler.
Ne bileyim ağaçtan yapıldığına inananlarda, kendilerini meşe zannetmeden korkarlar.
Bu tipler bu nedenle de kesinlikle kitabın eline alınmaması gereken bir cisim olduğunu, kendilerini her an başka bir mahluk gibi görme korkusunu yaşıyorlardır.
Postal sesinden ürkenler de her hal de kitabı bunlardan biri sanabilirler.
Gaflet-ü Dalaletiye, Vaziyet-ül Madara
 
Dolu dizgin Avrupa Birliğine doğru gidiyoruz. Neredeyse, Avrupa Birliğine gidişimiz de duyduğumuz nal sesleri kulaklarımızı sağır ediyor. İşte burada, postal seslerinin yerini, nal sesleri alıyor. Kim bilir, belki de postal seslerini yok etmenin bir yolu da Avrupa Birliğine girmektir.
Aman ne güzel, hiç yoktan medeniyetle ve de uygarlıkla tanışmak üzereyiz.
Her ne kadar medeniyet, "Tek dişi kalmış bir canavar" olsa da, o tek diş bile bizlere yetiyor. Adamın ağzında tek bir diş kalmış, dişçiye, ağzında kalan tek dişi göstermiş ve " Doktor daha ben çok gencim, bak ağzımda bile bir diş var" demiş. Bizde de postal sesi ürkekliği yapanlar, belki de dişlerinin sağlıklı olmasına ön plana çıkarabilirler.
Demek ki, kimi zaman tek diş bile bir ulusu kurtarmaya yetiyor.
Bir yandan tek dişle uygarlığa giderken, 32  dişini bileyerek, bu tek dişi yemek için çare arayanlar, tek dişli uygarlığı benimsemede direnenler ne olacak?
İşte burada durum vahim. 
Avrupa Birliğine yalnızca, güzel hatunları için girmek isteyen Türk erkeğinin de sayısı oldukça fazladır. Çünkü, Avrupa Birliği ülkelerinde kaç kadınla birlikte olursa olsun, nasıl olsa o birlikteliği engelleyecek yasa yok. Bu durum, uçkurcuların arayıp da bulamadığı bir fırsat. Hiç şüpheniz olmasın ki, Avrupa Birliğine girildiğinde kimi Türk erkeklerinin göstereceği şeylerin başında, pantolon yarığı ve sırıtan dişler ilk sırayı alacaktır. 
Neyse yine konuyu dağıttık, galiba...
 
Size bir soru soracağım ama, lütfen bana kızmayın.
Ülkemizin başbakanı kim?
 
Adamın adı: Gunter.
Soyadı: Werheugen.
Bu adamın işi ise, Avrupa Birliğinin genişlemeden sorumlu Komiseri.
Adam, komiser değil, mübarek bizim ülkemizin uçkur bekçisi.
Ne zaman uçkurla veya çaputla ilgili bir sorun gündeme gelse, adam tepemize çörekleniyor.
"Hayır yapamazsınız" ı dayıyor, önümüze.
Adam haksız da değil.
Pantolon yarığı ve uçkuru sorun yapan bir ülkenin neresi uygarlığa uygun olur ki?
Kendi ülkelerinde kimsenin uçkur pantolon yarığı  ve çaputlarıyla uğraşılmıyor. Uçkur ve çaput diye bir sorunu yok.
Daha geçtiğimiz hafta içinde, Zina tartışmasının yaşandığı bir dönemde ülkemize gelen, Werheugen,"Hayır" ı bastırdı ve ülkesine gitti.
Sonunda ne oldu?
Zina yasası langırt köy sandığına...
Sanmayın ki Kasımpaşa Avrupa'dan büyük.
Kasımpaşalının cüssesi iri ama, Avrupalının da kocaman beyni var.
Bir yanda cüsse, diğer yanda beyin.
Sizce hangisi galip gelecek?
Ekonomiden hiç söz etmedi diyorsanız, onu da bana değil, İMF'ye sorun. İMF denen ceberrut, sokak çocuklarının ne kadar tiner çektiklerinden bile haberdarlar. Bu nedenle de, onlardan gizlenecek bir şeyimiz de zaten olamaz. Çünkü, ekonominin tüm ipleri de onların elinde.
Tabi ki Zina tartışması tıpkı, İmam hatiplerde ve Türbanda olduğu gibi buz dolabına kaldırıldı. Ekonomi zaten 2000 yılından bu yana buzdolabında.
Ekonomiyi de İMF idare ettiğine göre;
Ülkeyi içte kimlerin, dışta kimlerin yönettiğini, ekonominin dizginlerinin kimde olduğunu, görmeyecek kadar da kör müsünüz?
Gaflet-ü Dalaletiye, Vaziyet-ül Madara
Pekiiiii... Bu ülkede iktidar yok da, muhalefet var mı?
Muhalefetin var olduğunu iddia edecek olanların, mutlaka bir psikologa başvurmalarında sayısız yararlar var.
Psikologlar bu günler için yok mu?
Seçimlerin üzerinden neredeyse iki yıla yakın bir süre geçti.
Parlamento da, 175  milletvekiliyle temsil edilen ancak, sonraları, birkaç milletvekilinin, kimilerini bazı nedenlerle, kimilerini de bizzat kendisi yemek suretiyle, kendi kendisini tüketmeyi amaçlayan "Ana Muhalefet Partisi" CHP'nin ülke yönetiminde veya ülkenin iç ve dış siyasetinde üstlendiği tek bir rol var mı?
Hoş, adam yeme gibi zor bir sanatı icra ediyorlar. Denebilir ki, Dünyanın en zor sanatını icra eden CHP'dir. Her hal de, yer yüzende, 1945 öncesi Avrupa'yı saymazsak, bu kadar gerçekçi bir Ana Muhalefet partisi de bulunmaz !  
CHP'nin muhalefet ettiğini,ben göremiyorum. Görenler varsa, her hal de onlarda " Bu  partiye otuz yıldır hizmet ediyorum" diyecek kadar zavallı olanlardır. Aptallıkta parayla değil ya.
Oysa, bu ülkenin her zamankinden daha fazla CHP'yi ihtiyacı var.
12 Eylül 1980'den sonra her gelen iktidar bir diğerinin daha radikali, daha tutucusu, daha dincisi geldi. CHP, tüm bunlara karşın ayakta olmasına karşın, her nedense bu gelişleri önleyemedi.
Ana muhalefetin yereline hiç girmiyorum. Çünkü, onları ben bile kurtaramıyorum.
Onları zaten, Allah nasıl biliyorsa öyle yapıyor. 
Gaflet-ü Dalaletiye, Vaziyet-ül  Madara
 
Demokrasiya amaç değil bir araçtır. Hangi sistemle yönetilmek istiyorsanız, ona geçmek için de tepe tepe kullanabilirsiniz. Şer-i uygulamalar içinde son derece yararlı olabilir. Allah’a yakınlaşmanın yolu, kesinlikle demokrasiyadan geçer. Bunu çok iri cüsseli başbakan söyledi. Ben değil.
Ah! Bir de postal sesi olmasa.
Bir yanda postal sesleri özlemi, öte yanda, adına iktidar denip denmeyeceği şüpheli bir iktidar, bir diğer yanda, adam yeme sanatı üzerine, bilimsel teoriler gerçekleştiren. 
Ana Muhalefet partisi, bir başka yanda dış politika amirimiz Amerika, bir diğer yanda da iç işlerimizde tüm kararları alma yetkisini kendisinde gören, Avrupa Birliği , ekonomi de  ülkem insanına açlığı, sefaleti ve yoksulluğu dayatan ceberrut bir  İMF anlayışı. Bu durumdan oldukça hoşnut kalan bir iktidar ve de Ana Muhalefet Partisi
Hop ettire, cop ettire ülkeyi yönetip gidiyorlar.
Tepe tepe kullanalım ve hep birlikte başlayalım duaya.
Allah’ım, bu iktidar ve Ana Muhalefeti başımızdan eksik etme. Ve de  Vatana ve de millete hayırlı uğurlu olmasını bize nasip eyle. Emekli, köylü, işçi, memur, esnaf, sanatkar, iş adamı sanayici ve  Şehitlerimizin de ruhlarına fatiha ...
Kabul eyle Ya Rab-biiii...
Demokrasiyamıza ve siyasamıza  zeval getirme, postal seslerimizi eksik eyleme... Ya Rab’biiii...
Uçkurumuz yüzünden hakim amca karşısına bizleri çıkarmadan mahrum eyle  Ya Rab’biiii.
Allah’ım bizleri Kasımpaşalının beyni ve iri cüssesinden koru.
Amiiiiiiin....
Güleriz, ağlanacak halimize.
Bu duruma, GAFLET-Ü DALALETİYE, VAZİYET-ÜL MADARA denmez de ne denir?
Orasına da siz karar verin.

 

 

 

VATAN KURTARAN ŞABANLAR!
Yazıma başlamadan önce, adı Şaban olan tüm yurttaşlarımdan özür diliyorum.
Şaban tiplemesi, rahmetli Kemal Sunal, tarafından Milli değerlerimiz arasına katılmış bir değerimizdir. Bu değerimiz o kadar yüce ki,  bu gün birbirine hakaret etmek isteyen  insan, genelde,"Şabanlaşma " demeyle hakaretine başlayabiliyor.
Bu kadar yüksek hakaret etme gücüne sahip bir ulus olduğumuz dan da ne kadar övünsek azdır.
Bu nedenle ülkemin tüm vatansever şabanlarından bir kez daha özür diliyorum.
Kendileriyle bir alıp veremediğim yok. Tüm Şaban'ları da çok seviyorum.
 
Değerli okurlarım, günümüzde öyle insanlar var ki, kendilerini abartmak için hayali kahramanlıklar ve roller üstlenirler.
Sanırsınız ki, bu gün yaşadığımızı o insana borçluyuz.
Bu türden insanlar, sürekli kendilerine şükran duyulmasını isterler. Kimi zaman da sizlerde, kendilerine karşı gördükleri duyarsızlıklara karşı, ses tonunu yükselterek, sizleri adam kıymeti bilmemekle de suçlayabilirler.
İsterseniz, bu günkü yazımız da, toplumun çeşitli kesitlerinden birer insanı ele almaya çalışalım.
Bu arada hemen şunu da belirtmek de yarar var.
Hiç kimseyi yaptığı iş nedeniyle küçümsemek gibi bir şey asla amaçlarımız arasında da değildir.
 
Adam bir yerde odacı.
Kendisini dinlediğiniz zaman o kadar çok şeyler anlatıyor ki, örneğin, adamın çalıştığı yere bir gün müfettiş gelmiştir, adamın amiri müfettiş karşısında ezilip büzülmekte, renkten renge girmektedir.
Adamın amiri, çaresiz ve bitmek üzeredir.
Amirin bu durumunu gören, odacı arkadaş, hemen duruma müdahale eder. Ve amirine;
- Müdürüm, sen hiç merak etme, ben seni bu zor durumdan kurtarırım.
Müdürü çaresiz, gözlerine bakmış ve sanki kendisini kurtarırcasına yalvarmıştır.
Bizim ki, müfettişe bir kahve götürür. Müfettiş, odacıyı kapısında görür görmez, hemen yanı başında ki koltuğa buyur eder ve kendisine ne içip içmediğini sorar. Kahve getirdiğine göre, kendisi de müfettişten aşağı kalacak değil ya, o da bir kahve ister. Müfettiş, hemen müdürü arar ve odasına bir kahve getirmesini söyler. Biraz sonra, kapıda müdür, elinde kahve belirir. Müfettiş gayet sert bir sesle;
- Kahveyi bırak ve çık.
Müdür, odacısının müfettiş odasında ki saltanatı karşısında titrer ve içinden " Hakikaten, bu adam beni kurtaracak" der.
Biraz sonra, odacı müdürün odasına girer ve " Müdürüm, o iş tamam. Sen kurtuldun" diyerek müdür karşısında elde ettiği dokunulmazlığın verdiği rahatlıkla sağ sola hava atmaya başlar.
 
Adam bir siyasi parti de has bel kader bir yere seçilmiş birisi.
Bir gün o siyasi partinin genel başkanı, adamın yönetimde bulunduğu ile gelir.
Genel Başkan, herkesle tokalaşır ama bizimki, tokalaşma sırasında," Efendim, ne kadar da yakışıklısınız, inanın hiçbir siyasi parti de sizin kadar yakışıklı genel başkan yok" der.
Genel Başkan ziyaretini tamamlar ve o ilden ayrılır.
Bizim ki, " Nasıl ama, genel başkanımıza ne kadar da yakışıklı olduğunu söyledim.
Her halde bunu Türkiye'de benden başka söyleyecek bir babayiğit daha yoktur."
Bizim siyasetçi, bunu öyle kullanır hale gelmiştir ki, eğer o genel başkanına yakışıklı olduğunu söylemezse, maazallah bu gün rejim diye bir şey da ayakta kalmayacaktı.
 
Adam Belediye de temizlik işçisi.
Çalışma saatleri sabaha karşı daha tan yeri ağarmadan başlar, akşam saatlerine kadar da sürer.
Yine bir gün işine gitmiştir. Tam da işine kendisini vererek çalışmaya başlamış ki, birden büyük bir gürültü kopar.
Gürültünün geldiği yöne doğru gider.
Bakar ki, çalıştığı ilin valisi, birileri tarafından tartaklanmaktadır.
Valinin tartaklandığını görür de bizim temizlik işçisi arkadaş durur mu? Hemen, elindeki süpürge ve faraşla, valiyi tartaklayanları dövmeye başlar. Ben deyim on kişi, siz deyin yirmi kişi.
Temizlik işçisi hepsini komalık ederek hastanelere taşıtmıştır.
Vakit öğleye doğrudur.
Belediye Başkanı adına, Temizlik İşleri Müdürü kendisini arar ve Belediye Başkanının kendisini makamında beklediğini söyler.
Yine elinde süpürgesi ve faraşıyla Belediye Başkanının makamına ulaşıp da içeri girdiğinde, koltuğundan fırlayan başkan, bizimkinin boynuna sarılır ve " Aferin oğlum, sayende devlet kurtuldu. Dile benden ne dilersen."
Aradan iki gün gibi bir zaman geçer ve Vali, Belediye Başkanı ve kahraman işçiyi makamına davet eder.
Vali, başkana hiç itibar etmeyerek, doğruca işçinin boynuna sarılır ve, " Evladım, sayende bende kurtuldum, devlet de. Bu devlet ve millet sana çok şey borçlu."
Bizim kahraman temizlik işçisinin keyfine diyecek yoktur, artık.
Ertesi günlerde işe gittiğinde arkadaşla bile ona gıptayla bakmaya devam ederler.
 
Değerli okurlarım, bu anlattığım olaylar tamamen hayal mahsulü şeylerdir. Ancak, şöyle çevrenize bir bakın. Toplum da statüsü, sosyal konumu ne olursa olsun, bir çok insanımızın, kendi hayal güçlerini zorlayarak, bu türden hikayeleri etrafına anlattıklarına tanık olmuşsunuzdur.
Adam 20 ay askerlik yapar ama, bir ömür boyu abartılı hikayeleri bitmez.
Ne bileyim, bu hikayelerin içinde, yüzbaşıyı tokatlaması, generale efelenmesi bile buluna bilir.
Ben bu türden adamlara "Vatan Kurtaran Şaban" lar ;diyorum.
Siz ne diyorsunuz ?
 
BİR İNSAN YARATMAK
 
İnsan vardır, görünür insan,
İnsan vardır, konuşur lisan,
Eğer sende adamlık yok ise,
Uğraşsan olur mu, hayvandan insan?
 
Senide yaratan vardır, eyvallah,
Tetiklenirsen asla olmazsın iflah,
İnsan olan insan  insanı dinler,
Olur mu meşeden ateşli silah?
H.G.
 

 

 
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

KISIR DÖNGÜ

Bizim ülkemiz ne yazık ki kısır döngüden çıkamıyor.Bu günün olaylarını ,belleklerimizi zorlayarak yorumlarsak otuz kırk yıldır değişen bir şey olmadığını anlarız.
İnsanlarımız katı geleneklerin ve dogma duyguların sarmalarından kurtulamıyoruz.İşin garibi toplumumuz da bazı etkili ve yetkili kişiler bu duyguları istismar konusu yapıyorlar. Toplumun büyük bir kesimi bunlara değer veri-yor olmalı ki bu kısır döngü süreklilik kazanıyor.Değişen tek şey isimler,yöntemlerde değişen kişilere göre değişiyor.
Bunu tabandan,tavana doğru irdelersek karşımıza şöyle bir tablo çıkmıyor mu?
Töre cinayetleri ,kan davaları otuz,kırk yıl öncede oluyordu şimdide oluyor.Telkin edenlerle cinayet araçları değişti ama içeriği ve sonucunda değişen yok.Yine insan yaşamı ucuz,bireylerin duygu,düşünce ve yüreklerinin önemi yok,yine fırsatçılar her alanda sinsi planlarını uyguluyor.Toplumları toplum yapan değerleri törpülüyor giderek erozyona uğrayan değerler sonunda güvensiz,fırsatçı ve bencil toplum bireyleri olup çıkıyoruz.Buda toplumsal çürümeyi getiriyor,hem de her alanda çürümeyi..
Örneğin okullarda kaynak olarak yararlanılan dergiler,bu dergilerin seçiminde kalitesi ve içeriğinden çok yan ürün hediyeleri ve pazarlayıcının ilişki ve yakınlıkları düşünülerek dayatılıyor.Tabi ki bunda devlet bütçesinden Milli Eğitim'e ayrılan payın git gide azalmasının etkisi en büyük etkendir bunu da fırsat bilerek istismarcılarda etkin oluyorlar,sonuçta öğretmen,öğrenci ve veliler arasında da çelişkiler doğuyor.Bununda eğitimde kalite yitimine yol açması kaçınılmazdır. Eğitimde okul,çevre,birey üçgeni çok önemlidir ,bu üçgenin köşelerinin ortak hedefleri saptanamazsa başarı olanaksızdır ,mevcut uygulamalarda da bu mümkün değildir.
Siyaset alanındaki kısır döngüde farklı değil,kırk elli yıllık  siyasi geçmişimize baktığımız da bunu net olarak görmekteyiz.Çok partili döneme geçildiğinden bu güne kadar iktidarların oluşmasında istismarın payı çok büyük.Bir dönem yoksulluk istismarı iktidarları oluşturdu daha sonra din istismarcılığı öne çıktı ideolojiler değiştikçe istismar alanları değişti milli cepheler kuruldu halk kamplaştırıldı sağ sol istismarcılığı gerçek sorunları unutturdu bu arada kim daha becerikli istismarcı ise o söz sahibi olmaya başladı geçici başarılar rüzgarın yön değiştirmesiyle son  buldu bu günde dünden farklı değil yaklaşık otuz yıl önce Türkiye'ye ortak Pazar üyeliği teklifi geldi Avrupa kendisi bizi istedi zamanın iktidarı hangi rüzgarın etkisinde kaldıysa bunu reddetti. Türkiye ekonomisi ve sanayisi buna hazır değil dendi acaba gerçek gerekçe bumuydu?Yoksa bazı çıkarcıların halkın çıkarına tercih mi edilmişti bu gün neredeyse yalvar yakar koparılan AB üyeliği umudu uçkur davasından mı sönecek ? Geçmişte olduğu gibi yine bazı çıkarcıların çıkarı toplum çıkarının önüne mi geçecek .AB de ne varsa hangi yasalar uygulanıyorsa bizde de aynı yasalar uygulanacak diye bangır ,bangır bağıracaksınız Dünya'nın çeşitli ülkelerin ve bir çok kuruluşlarının tepkilerine kulak tıkayarak uçkur dava sına kilitleneceksiniz bu davayı basite aldığından değersiz olduğundan değil aksine çok önem verilmesi gereken bin konu olduğuna inandığım için istismar edilmesine karşıyım insan yaşamlarının yasalarla sergilenmesine toplum değerlerinin malzeme yapılmasına karşı olmak gelişmiş ülkelerde normalde ,benim ülkemde neden olmasın aynı oyunu oynayacaksam oyunun kurallarına uyacaksın herkes kendine göre kural koyarsa oyun oynanmaz.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÖNEMLİLER Mİ, DEĞERLİLER Mİ ?
Toplumda popüler, yani önemli kişiler mi, isimler mi, yoksa değerli insanlar mı, kişiler mi hak ettikleri yeri buluyor ? Diye sorduğumuz bir soruyu sorduğumuzda nasıl cevaplarsınız?
Ben bu soruyu değerli insanlar anlamında cevaplamak isterdim, ama ne yazık ki bu sistem az bilen hatta hiç bilmeye ihtiyacı olmayan kocaman isimlerin altını hiçte dolduramayan boş insanlara büyük şanslar inanılmaz imkanlar sağlıyor.
Yani sistem, düşünmeyen, okumayan, sorgulamayan insanlara, sınıf atlama, para, mal,mülk, itibar, hava, marka, yapay gündem vb. bir çok şeyi sağlıyor. Bunlar için ne mi gerekli? Cahil olacaksın, en önemlisi bu. Paraya ulaşan her türlü yasa dışı yolu doğal sayacaksın. Sistem yada yalakalığı yapacaksın. Bürokrasi yağdanlığı yapacaksın. Al sana para, para olunca da gelsin servet, ün, itibar, koltuk. Bunları yaşayan kişinin isminin ünü zaten kişiliğinin önüne geçmekte. Ne gerek var ki adının içini doldurmayan kof ve boş olması zaten avantaj.
Sistem, az bilen, hatta hiç bilmezse daha tercih kocaman isimlerin altında kimlikleri yok olan isimleri yıldızlaştırıp kişiliklerinden önce gelen isimlerinin de içinde kof ve boş olan insanlara yaşamı gül bahçesi şeklinde sunmaktadır. Ama illa ki paralı, canti ve havalı olacaksın. Geçmiş yıllarda değer ve artı değer olmuş ne varsa bunun karşıtı günümüz dünyasında itibar görmektedir. Bu düşünen bilen insanların içini acıtıp kanatıyor. Bunu bilenler bilir. Ben biliyorum ki bu yazıları okuyan, okumayan bir çok insan benimle aynı paralelde düşündüklerini şu an görüp duyar gibiyim. İsimler uçuşuyor, toplumda kimler bunlar ? Bir çay kahve içimi bilen insanların konu bulup söyleşemeyecekleri hiçbir değerleri olmadığı için beyinleri bir şey üretemediği için servetleri, banka hesapları, araba markaları, kredi kartlarının dışında. Toplumda her değeri (karşı cins dahil) satın aldıkları ve sahip oldukları edasıyla, cahillikleriyle hamlıklarıyla caka satıyorlar.
Bunlar hepimizin etrafında oturduğumuz yerde aynı sosyal çevrede sizden, bizden her gün gördüğümüz insanlar. Onları görüyor, onlarla ne yazık ki iç içe yaşıyor ve gördükleri itibar, izzet, ikram karşısında şaşırıp kalıyoruz.
Gözlerinizi çevirin topluma, isim isim bulacaksınız. Görüntüleri de geliyor gözünüzün önüne. Araba markaları, evleri-barkları, altınları-pırlantaları daha dün başka durumdaydılar ne oldu bunlara?
İşte böyle bir ülkede yaşıyor, ne kadar boş ve hafifseniz, o kadar çabuk yükselip, yukarılara çıkıp, popüler oluyor sınıf atlıyorsunuz. Okuma ve düşünme fakiri ülkemin insanları da size amigoluk etmeye o kadar gönüllü ki hemen etrafınız insan sayılan iki ayaklılarla doluveriyor. Siz zaten dünü unutmuşsunuz, bugünü yaşıyorsunuz. Keyfini çıkarmaya bakın.
Değerliler nerede?
Onları suçu yok mu?
Bu aklı bir çok şeye eren, yazan, okuyan, sorgulayan, bilen diyebileceğimiz eğitimli gelişmeye açık, ama çoğu kez parasız sınıfının bilincinde olan insanlar kahvehaneler, birahaneler, meyhanelerde ve bazı şeylerin arkasında felsefe üretirken, bu ülkenin daha ileriye gitme gibi bir şansı yok.
Aydının tanımı çok daha bir başka noktada olduğu için bu toplumu bilen insanların yukarıda yazdığımız şekilde yaşamlarını sürdürürken, değiştirip geliştirme gibi bir hedeflerinin, ideallerinin olmadığı da açık. Çok da iyi bildikleri dünyanın gidişatı hakkında ki görüşlerini, ekonomiye ait becerilerini yaşam pratiği içinde ne paraya çevirebiliyorlar ne de güç, kazanım, itibar gibi değerlere.
Ne yazık değil mi? Böylece de bilen insan cahilden ve çabuk yükselen popüler insan modelinden daha suçlu bir durumda yaşayıp gidiyor.
Ama yaşayıp giderken de giderek küçülen sosyal yaşamdaki yerinde bu sistemi de eleştirme haklılığını hala kendilerinde bulabiliyorlar.
Buluyorlar da ne yapılması gerekliliği konusunda hiçte kafa yorduklarını
sanmıyorum. Pastanın bütün payları cahil ve boş insanların elinde. Belki bir gün of noktasına gelen, bilen insan çalışan beynini sosyal yaşamın pratiği içine daha doğru ne yapılabilir, var olabileceğim yerler neresidir, hatta biraz daha zorlayarak emeğini esirgemeden yaşamın içine dalarsa bilgi çamura da düşse zaten yaldızıyla kendisini fark ettireceği için belki bu gidişatın, bu çarkın dişlilerinin doğru yönde çalışmasına omuz verebilir, katkı sunabilir.
Popüler kültür, tüm toplumu neredeyse teslim almak üzere. Bunu fark eden insanların gençlere aktarabilecekleri, verebilecekleri, sunabilecekleri biiir çook deneyimleri var. Bütün mesele, sosyal çevreleriyle birlikte zaman denilen hazineyi hovardaca harcadıkları meyhane, birahane ve kahvehanelerden vb. yerlerden kafalarını kaldırıp gün ışığına çıkmaları gerekiyor. Çıkınca da boş durmayacaklar. Genç kuşaklara ve toplumun tüm katmanlarına daha iyi, daha gelişmiş bir toplum olma özlemi ve ideali içinde emek vermeleri gerekmektedir.
Gelişmiş ülkelerin yaşadıkları güzel yaşamları, güzel hayatlarını özleme haklılığına elbette ki bizlerde sahibiz.
Gerçek değerlerin yerini bulduğu bir dünya için elele!

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÜÇ KÜLTÜR, ÜÇ SORUN
Tarım toplumunun kendi ekonomik gereklerinden kaynaklanan yapısı üzerine kurulan sosyal dokusu içinde ailenin toplumsal işlevi,içinde babanın,annenin ve çocukların rolleri bu toplumun kültürünü oluşturur.Bu kültür içinde,biçimlenen toplumsal değer yargıları kişisel her türlü davranışı belirler.Bu davranış biçimlerinde geleneksel toplumun belirgin rollerini görürüz.Bu toplum yapısında doğrular ve yanlışlar açıktır, kurallarla belirlenmiştir.
Endüstri toplumunun oluşmasıyla birlikte rollerde değişmeye başlamıştır.Toprağı ekip biçmenin yerini fabrikalarda çalışmak almıştır.Ailenin genç erkekleri şehirlere göç ederek fabrikalarda çalışmaya başlamışlardır.Dedenin,babanın,annenin eğiticiliğinin yerini usta öğreticiler almıştır.Dünün köylüleri bu günün işçi sınıfını oluşturmaktadır.Bu yeni işçi artık yeni hayatını kurma konusunda kendi kararlarını kendi verebilecektir.Ama ne yazık ki kırsal kesimde ve taşra kentlerinde ve şehirlerin varoşlarında hala aile büyüklerinin kararları ile evlilikler yapılmakta.
Endüstri toplumunda ekonomik özgürlüğünü ve parayı kazanmaya başlayan işçi parayı nasıl harcayacağına evleneceği kişiyi kendisi seçmeye karar verebilmeli. Ailenin genç erkeğinin şehre yerleşmesi ile birlikte ailenin diğer bireyleri de şehirdeki bu nimetlerden payını alabilmek için gitmek istemektedir.Tarım toplumunun zorluklarına karşın sanayi toplumunun getirdiği kolaylıklar dan faydalanmak gerekir.
Böylece feodal toplum düzeninden kapitalist toplum düzenine geçme süreci başlamış,günümüzde hala bu süreç ağır aksak devam etmekte .Bu değişim süreci içerisinde,
Aile yapıları değişmekte,
Bireyler değişmekte,
Toplumsal roller değişmekte,
Ekonomik roller değişmiştir.
Çocukların birer ,birer evden ayrılması arkadaşlarıyla ev tutmak istemeleri bu değişimlerin hepsini beraberinde getirmiştir.Değişme toplumun değer yargılarında değişmeydi.Geleneksel aile yapısı değişiyor, tarım toplumunun büyük aile yapısı yerini sanayi toplumunun çekirdek aile yapısına bırakıyor. Şimdi yeni bir değişim sürecine daha girilmiştir.Bilgi toplumunda,çekirdek ailede parçalanıyor,tek kişilik evler dönemi başlamıştır.Anne ,baba ,kardeşlerle bir arada yaşamak bile sıkıntılı oluyordu.
"Büyük aileden","tek kişilik" "ev"e geçiş önemli bir değişimdir. Üstelik bu değişim kek bir yüz yıl içinde yaşanıyor.Bu da hızlı bir değişim demektir.
Bizim içinse güçlük daha fazla ,daha tarım toplumunun sosyal davranış biçimlerini yaşarken "büyük aileden,çekirdek aileye geç menin tam dengelerini kuramamışken,bu kez de yeni dengeler kurmak zorunda kalmak bizim kuşak ve toplum için çok sarsıcı olmaktadır.
Kuşaklar arası görüş farklılıkları,davranış farklılıkları hızla artmakta aileler kendi içinde bu sancılarını sarsıcı bir biçimde çekmektedir.
Türkiye bir geçiş toplumu Türkiye üç toplum kültürünü bir arada yaşıyor.Tarım toplumu kültürü (bizden önceki kuşak),sanayi toplumlu kültürü (bizim kuşak),bilgi toplumu kültürü (şimdiki kuşak)
Aile yapımız tarım toplumu kültürünü güçlü bir biçimde sürdürüyor.Aile bireyleri birbirleriyle sıkı duygusal bağlarını devam ettirmek istiyor kendi aile yapısını hala tahlil etmekten yoksun.Ailenin en sorumlu kişisi baba geleneksel rolünü sürdürürken sorgulamayı ve yetkiyi de elin de bulundurmak istiyor.
Kentte doğup büyüyen insan bağımsız kişilik kazanıyor. Kendi sorumluluğunu taşımak istiyor.Bağımsız kişilikli birey olmak isterken bireyler geleneksel aile yapısı nedeniyle tarım toplumunun geleneksel kültürüyle sanayi toplumunun çağdaş kültürü arsındaki çelişkileri de yaşıyorlar. Dünün doğruları ile bu günün doğruları,dünün yanlışları ile bu günün yanlışları çelişiyor.Bu durumda insanlara yardımcı olacak ne bir kurum ne de bir kuruluş vardır.Çatışma aile içinde yaşanıyor.İnsanlar dolu dizgin birbirlerini suçluyor, kırıyor,başka bir yaşama ufuk açmak zorunda kalabiliyor. Bugün anne, baba olan kuşaklar kendi çocuklarının da kendi gençliklerinde çektikleri sıkıntıları,yaşadıkları sorumlulukları biliyorlar onlarda benzer şeyler yaşamışlardı,ama kendileri anne baba olunca çocuklarına karşı davranışları eskisine benziyor.Çünkü onlarda geleneksel sorumluluk anlayışının dışına çıkamıyorlar.
Elbette çocuklarına karşı daha anlayışlılar,elbette bir çok şeyin değiştiğini kabul ediyorlar ama çocuklarının yeni isteklerine karşı nasıl bir yaklaşım göstereceğini bilemiyorlar.
Gençlerde ise durum değişik onlar sanayi toplumunun bağımsız bireyi olarak kendilerini özgür bulmuyor.Aslında istedikleri kendileri gibi olabilmek.Bunu hazırlarlar mı ? Kendilerine güveniyorlar mı? Elbette yeterli değil ama başka türlü olabilir mi ? Kendine güveni yeterli değil kendilerine  bu anlamda destek veren bir ortam içinde değiller.Tersine bu bire kimliğini arama çabaları hep yanlış yorumlanıyor.Bu anlamda bağımsız birey olma çabaları çatışma ile sonuçlanıyor.Aile içinde çatışma,eğitim kurumunda çatışma toplumda çatışma, değişimi hızlandıran en önemli bir etken dünyanın bilgi çağına geçmiş olması.
Bilgi alışverişini kolaylaştırıyor,toplumsal değer yargılarını değiştiriyor.Bu değişimin olumlu ve olumsuz değişimleri birlikte yaşanıyor.
Üç kültürü birden yaşamak bir insan için gerçektende fazla .Ama biz bu fazlayı yaşamak zorunda kalıyorsak,kendimiz için en iyi olanı bulmak zorundayız.
Çabalarımız bunun için;
Hoşça kalın !..

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNE GİTKET İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

HİTİT
            İlimiz Hititlerin baş şehrinin bulunduğu şanslı yerdir. Hititleri tanıtan pek çok eser bulunmaktadır. Bunların pek çoğu çeşitli kütüphanelerde bulunmaktadır. Çorum il Halk Kütüphanelerinde ve Müzelerinde de pek çok olmamakla beraber eserler bulunmaktadır.
            Kütüphanede göreve başladığım yıllarda Çorum’da bir Hitit Kütüphanesi kurulması için çalışmalar yapılmıştı. Bizlerin bir işi planlı,projeli yaptığımız görüldüğü pek görülmüş bir şey olmadığı hepinizce malumdur. Bu iş içinde plan,proje yapılmadan önce tartışılmış yapılması kararı için konuşulmuş,bu tasarı girişim olmadan unutulmuş gitmişti.
            Bu önerinin baş mimarı olan Rahmetli Belediye başkanımız Turan Kılıççıoğlu ile kütüphanede bulunan el yazma eserlerin ilk defa Ankara’ya götürülmemesi için yaptığımız istişarede bu konu da dile gelmişti. Hatta Başkana bir minibüs tahsis etmesini,bu minibüste,fotokopi ve diğer kopyalama aletlerinin bulunmasını,harcırahı ve giderlerinin karşılanması halinde bütün Türkiye’yi ve Avrupa’yı gezerek kitapların asıllarının toplanmasını,tek nüsha olup,baskısı yapılıp da piyasada kalmamış eserlerinde fotokopi veya fotoğraflarının alınması bu bilgilerinde ciltlenerek Hasan Paşa Kütüphanesinde bir salonda yada,bir bölümde araştırmacılara açılmasını konuşmuştuk. Hasan Paşa Kütüphanesinin bu kitapların konulması için yeni bir raf gereksiniminin olacağı gündeme gelmiş;yazma kitapların Çorum’da kalması için Kültür Bakanlığına Başkanın verdiği söz gereği eksik olan saçtan kitap raflarının yapılması için o zamanın Atölye şefi olan Erol beye direktif vermişti. Benim çalıştığım zaman içerisinde kütüphanenin orta boy bölümüne saç iki raf yapılmış ve montajı da yapılmıştı. Birinci aşama olarak girişim ve tarafımdan istenilen araç ve gereçler içinde seçimden sonra yapılmasını konuşmuştuk.
Bu girişim iki saç rafla güdük kaldı. O  zamanki seçimlere takılarak ve Başkanın vefatı ile proje rafa kalktı. Benim çok bu girişimlerimde Bakanlığın gözünden kaçmayarak TALTİF (!) edilerek Tatvan’a Müdür olarak tayınım çıktı. Bizde emekliliğimizi istedik,bu projede böylece ortadan kaldı.
Bu anı ve çalışmaların gün ışığına çıkması daha doğrusu nereden çıktığı ise,HİTİT ile ilgili resmi kurumlar ile bir ticari kuruluş birliği bu işe el atmaları. Birisi;bir HİTİT albümü,diğeri ise bir HİTİT web sitesi açma girişiminde bulunması.
Gerçek çalışmalar yapmak için,gerçek kişilerin bir şeyler yapması gerekir. Laf ile peynir gemisi yürütülemez. Her şeyi para ile hallederiz diyenleri görüyoruz. Son il yıllığında Çorum hakkında her bilgi mevcut mu ? Bu güne kadar Çorum hakkında yapılar web sitelerinde layıkıyla Çorum tanıtılıyor mu ? Zannetmem. Benim sitemde bile daha Çorum’un onda birini tanıtamadım. Ne yapayım,etim ne ise budum bu kadar olacak.
Hititleri tanıtalım. Hititlerle ilgili materyali Çorum’da toplayalım. Kazıların hızlandırılması için dernekler ve ticari birliklerin katkıları ile güçlendirelim. Ne dersiniz ? Var mısınız ? Yoksa yine laf salatası yaparak,yaptıkta oldu mu diyeceğiz ?

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 

SAYFA BAŞINA GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.