Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

Aşağıdaki dizinler ile tıklayarak üye olmadan sayfalara girebilir ve inceleyebilirsiniz!

 
 
YAYINLANAN YAZILAR ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDE YAYINLANMIŞ KÖŞE YAZILARIDIR. YAZILAR YAZARLARIN KENDİ FİKİRLERİDİR. KENDİLERİNİ BAĞLAR; SİTEMİZİ BAĞLAMAZ.
BU SAYFA Gürsel Yayınevi  İLE Çorum Anadolu Gazetesi arasında yapılan anlaşma gereği sizlerin görüşüne sunulmuştur.
KOPYALANIP ALMAK İÇİN SİTEMİZDEN,ÇORUM ANADOLU GAZETESİNDEN VE YAZARLARIN KENDİLERİNDEN İZİN ALINMASI GEREKMEKTEDİR. KÖŞE YAZILARI SAYFA SIRASINA GÖRE HAZIRLANMIŞTIR.

13/09/2004 22.Sayı
YAZILARIMIZ
DEĞİRMEN Halil GÜLEZ UÇKUR SAVAŞI / GÖZYAŞININ RENGİ YOKTUR/SEVGİ NE İSTER ?
SÜZGEÇ İhsan ASLAN ÖĞRETMENİM

VURGU Fatma SEVİLMİŞ YAŞAMAK DİRENMEKTİR

BAKIŞ Gülcihan SABANCILAR DÜNDEN HIZLI OLMAK/ SU OL!

ÇORUMLU Mahmut Selim GÜRSEL BU NE PERHİZ;BU NE LAHANA TURŞUSU (2)

 

 
 
 
 
 

 01

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

KİTAP ismi  Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
UÇKUR SAVAŞI
SAKIN BU YAZIYI SONUNA KADAR OKUMAYIN.
Uçkuruna güvenmeyenler hiç okumasın.
Özellikle de, 18 yaşından küçüklerin okuması zaten yasal olarak da yasaklanmış bulunmaktadır.
Elimde yargı kararı yok ama, bunun böyle olduğunu biliyorum.
Hele, hele de, bu yazıyı kesinlikle evinize götürmeyin. Kim bilir, belki de evde sizi bekleyen bir uçkur tehlikesi her an karşınıza çıkabilir.
Uyarmadı demeyin.
Eğer, hasbelkader bu yazıyı okumak zorunda kaldıysanız, asla bir başkasına göstermeyin ve hemen imha edin.
Bu yazıyı okuduktan sonra da kesinlikle acı soğan ve sarımsak yemeyin.
Uçkur için en büyük tehlike soğan ve sarımsaktır.
Soğan ve sarımsak yüzünden, uçkur tehlikesi ve sağlık tehlikesi yaşabilirsiniz.
Bunun ne olduğunu da siz arayıp bulun.
Her şeyi benden beklemeyin, canıııım....
 
Avrupalı akıllı adam.
Asyalı, Afrikalı akılsız.
Hem Vallahi hem Billahi.
Avrupalılar: 11,12, 13,14,15,16,17. Yüz yılda bizim bu gün yaşadığımız uçkur meselesine çözüm bulmuşlar
Bekaret Kemeri diye bir şey icat etmişler, uçkur zafiyeti olanları bu yolla frenlemişler.
Avrupa'da, kimse kimsenin uçkuruyla ilgilenmediği için, bu mesele de kökünden halledilmiş, gitmiş.
Hz. Adem bile Cennetten kovulduktan sonra uçkur derdine düşmüşte, tanrı ona yaprak gibi bir nimeti göndermiş.
Tarih pek çok savaşlara sahne olmuştur. Yapılan bu savaşların büyük bölümünün altında uçkur  sorunu yatar.
Şimdi uçkur da nereden çıktı demeyin ?.
Uçkur meselesi oldukça önemlidir.
Önemli olduğu kadar da yaşamsal özellikleri vardır.
Bilir misiniz ki, bir insan dünyaya geldiği andan itibaren ilk aklına gelen şey uçkur.
Hadi oradan demeyin.
Freud derki, anasını emen erkek çocuğunun pipisi kalkar. Pipisi kalkan çocuğunda mutlaka uçkurlanması gerekir. Çünkü, önünde zina yasası var.
Ne olur, ne olmaz... Bakarsınız, pipisi kalkan çocuğu hakim amcasının önüne koyuverirler.
Demek ki, cinselliği de ilk örten ve dizginleyen şey, uçkurdur, uçkur.
Freud akıllı adam mıdır, orasını ben bilmem.
Adam bu gün bile bilim adamı sayılıyor.
Yazdığı şeyleri doktorlar bile sıkı sıkı okuyor.
Yani uçkur sorunu daha insan oğlunun doğuşuyla birlikte başlar.
Yine tarih sayfaları arasına yazılmayan ancak, gerçek nedeninin uçkur olduğu pek çok olaylar yaşandı.
Kimi krallar, kraliçeler, padişahlar, eceler, başbakanlar, bakanlar, milletvekilleri, valiler, bürokratların, bir çoğunun başı uçkur yüzünden beladadır.
Bu kadar önemli olan uçkurun, kimi devletleri yıktığı, kimi devletleri de kalıcı hale getirdiği de bilinir.
Başbakan ;muhafazakarlıklarının gereği olarak  zina yasasını mutlaka çıkaracaklarını söylemiş,
Demek ki,muhafazakarlık, insanların uçkuru ve çaputlarıyla yakından ilgilenmek oluyormuş.
Böylece muhafazakarlığın da ne olduğunu bir güzel öğrenmiş olduk. 
Siz hiç dünyanın herhangi bir ülkesinde, uçkur ve çaput üzerine siyaset yapıldığını ve bu siyasetin iktidara geldiğini duydunuz mu ?
Bizim ülkemiz de uçkur  ve çaput üzerinden siyaset yapanlar iktidar oluyor.
Bu ne garip bir çelişki ?
Gerçi, tarihimiz uçkur başarılarıyla dolu ama, nedense son yıllarda insanlar uçkuruna sahip çıktığını zannettiği siyasetçiyi daha kolay iktidar yapıyor.
Yer yüzünde  uçkur öncesinde demirden yapılmış, "Bekaret kemer"leri vardı. Özellikle ortaçağda bekaret  Kemeri , zalimlerin güzel karılarının kendilerini aldatmamak için gaddarca uyguladıkları birer önlem konumundaydı.
 
İsterseniz burada hemen size uçkurun ne olduğunu bildiğim kadarıyla anlatmaya çalışayım.
UÇKUR: Bir insanın belden aşağı giydiği elbiselerin, insan belinde rahatça durabilmesi için, kimi zaman lastikten, kimi zaman deriden, kimi zamanda, naylondan üretilen bağ veya bağcıklara verilen addır.
Bu bağların istihdam yeri de kesinlikle belden aşağıdadır. Genelde de avret yerlerinin güvencesi özelliğini taşır.
İster erkek olsun, ister kadın olsun, kesinlikle belden aşağısında uçkur bulundurmak zorundadır.
Eskiden, bu uçkurların daha sağlam olması ve kopmaması için kendirden de yapıldığı bilinir.
Örneğin, benim çocukluğumda giydiğim uzun paçalı donların uçkurları kendirdendi.
Belki de köy kökenli olanlarınızın bir çoğu, tıpkı benim gibi kendir uçkur sahibi olmuş olabilirsiniz.
Burada hemen şunu da belirteyim, kendir uçkur taşıdığım için hiçte utanmıyorum.
Kendimde de aşağılık duygusu yaratmıyorum.
Ayrıca, uçkurum yüzünden de hiçbir karşı cinsimle sorun da yaşamadım. Namusuma halel getirmediğimden de emin olabilirsiniz.
Kendir dışında ki uçkurlarla tanışmamda hayli ileri yaşta oldu.
Uçkurun sağlam olup olmaması, belki de kendisini taşıyan kişinin karakter yapısıyla da doğru orantılı olabilir ama, uçkurun sağlam olmaması halinde de, özellikle karşı cinslerinizin bu durumdan nasılda rahatsız olacağını da hesaba katmak zorundasınız. Eğer bunu hesaba katmazsanız, başınızda her an bir polis veya bir jandarma görme olasılığınız da çok yüksek.
Neyse,biz yine asıl konumuz olan uçkura dönelim.
 
Uçkurun sağlam olmasının önemli olduğunu vurgulamıştık ama, hemen size buradan bir müjde vereyim, artık bundan böyle öyle uçkurunuzun, kendirden filan olmasına, hatta hiçte uçkur taşımanıza gerek yok. Çünkü, uçkurunuzun bekçisi bundan böyle yasalar olacak .
Yasadan uçkur bekçisi olur mu demeyin, bal gibi de olur. İnsanların kendi uçkurlarını koruyamaması, yasa tarafından korunacak, bundan daha büyük bir nimet olur mu ?
Oh ! Ne güzel, senin koruman gereken uçkuru, varlığı bile belli olmayan gizli bir güç koruyacak.
Bildiğiniz gibi, şanlı tarihimiz, Türklerin uçkur başarılarını öve öve bitiremez.
 
Hemen burada tarihi bir gerçeği daha açıklayayım.
Bir rivayete göre, don ve pantolonun önündeki yarığı, Türklerin bulduğu söylenir. Bu durum bir yazılı kaynakta belirtiliyorsa da, şu anda size o yazılı kaynağı sunamadığım içinde üzgünüm.
Canım, ne çabuk unuttunuz, Katherina, Baltacı Mehmet Paşa hikayesini.
Gerçi bu hikayenin de sahte olduğu anlaşıldı ama, olsun yine de bizim gibi orta yaşı çoktan geçmiş insanlar için, geçmişte nede olsa övünç kaynağı olmuştu !
Türkler olarak en çok övündüğümüz şeydi, Baltacı, Katherina hikayesi. Ha... bu arada, şanlı sultanlarımızın kurdukları haremlerde ki, hatun kişilere uçkur gösterisinde bulunduklarını da unutmayalım.
Kim bilir, belki de zinayı suç saymak isteyenlerin harem ve uçkur sorunları vardır.
Çaput, kadını tanımlayan bir simge ise. Uçkur da, kimi zaman erkeğin erkekliğini kanıtlamasının da bir başka yolu olarak karşımıza çıkabilir. Örneğin, kimi erkekler uçkuruna çok fazla düşkün olduğu halde, kimi erkeklerde uçkurun, üzerinde bir ayrıntı olduğunun farkına vararak beyinlerini geliştirme yolunu düşünebilirler.
Uçkur zafiyeti olan kadınların varlığı da bilinir. Tabi bunlar beyni olan kadın için geçerli değildir.
Kim bilir belki, Baltacı Mehmet Paşa ,padişahlar, krallar ve valiler, bürokratlar, iş adamları, Kösem'ler, Hürrem'ler, Katherina'lar uçkurunu kanıtlama sevdalısı insanlardır.
Gerçi, televoleciler uçkur diye bir sorun da yaşamıyorlar.
Avrupalı ise, beyin geliştirme derdinde.
Bir yanda beyin derdi, bir yanda uçkur...
 
Türkiye şimdi ikiye ayrıldı.
Uçkuru  ve çapudu yasa mı korusun, insanların kendisi mi ?
Şimdi tüm ülkenin ileri ve geri beyinleri bu sorunu tartışıyor.
Bir rivayete göre uçkur meselesinin Hz. Adem'le başladığı söylenir. 
Henüz o tarihte Türklerde pantolon ve don yarığını bulamamışlardı.
Tanrı, Hz. Adem ve Havva anamızın avret yerlerini yaprakla örtme gibi üstün bir yeteneğini sergilemişti.
Bu günkü iktidar da Hz. Adem'den akılsız değil ya, pantolon ve don yarığı bulunduğuna göre,yaprak yerine yasa çıkarma gibi bir erdemi sergiliyorlar.
Nedense, bazı ileri ve geri beyinler bunu anlamakta zorlanıyorlar !
Hz. Adem, Havva anamızı o zaman yasayla koruyacak değildi ya. Elbette uçkur gerekliydi. Ama o zaman dokuma olmadığı için yaprakla yetinmek zorundaydı.
Her ne kadar cennetten kovulduysa da. Ya da Hz. Adem'den başka bir erkek daha yer yüzünde var mıydı?.
Hz Adem, niye Havva anamızı yaprakla korudu, başka erkek olmadığına göre,  kimi kimden korudu dersiniz?
Başka bir kadın daha olsa, Havva anamızla cennetten kovulmayı göze alabilir miydi ?
İnsanlar Hz. Adem ve Havva anamızdan doğmuşsa, kardeşler arasında uçkur savaşı da ne demek oluyor?
Niye insanlar, siyah, beyaz, sarışın, esmer, kumral diye birbirini boğazlıyor?
Onlarda bizim kardeşimiz değil mi?
 
Ne yazık ki, hep bir yerlerden  kovuluyoruz.
Ömrümüz ve tarihimiz, bir yerlerden kovulma zaferleriyle dolu!
Balkanlardan kovulduk, Viyana'dan kovulduk, Mısır'dan kovulduk, Yemenden,
Bağdat'tan, Şamdan kovulduk.
Kıbrıs'tan, Girit'ten, Ege adalarından kovulduk.
Bu kovulmalarını tamamının nedeni sizce de uçkur değil mi?.
Uçkur ve çaput savunucularının iktidarı da hiç şüpheniz olmasın ki, Avrupa
Birliğinden kovulacaklar ve biz de Uçkuru yüzünden, Avrupa'dan da kovulan ulus olarak tarihteki şanlı yerimizi  alacağız ! Uçkurun ve çapudun, insanımızın yaşamını , uygarlığa kapatmasını kim bilir nasıl açıklayacaklar ?
Bir tarafta uçkur ve çaput, diğer tarafta uygarlık.
Uçkur ve çaput  mu önemli, uygarlık mı ?
Uçkur ve çaput savunucuları için uygarlık dediğin tek dişi kalmış canavar.
 
Beyler, bayanlar, rahat olun, bundan sonra uçkurunuzla başınız derde girmeyecek.
Artık sizin uçkurunuzu, sizin yerinize yasalar koruyacak. Uçkuruna sahip çıkamayanlar ise, her an uçkuru yüzünden hakim karşısına çıkabilir, hatta kodesi boylayabilirler. Hoş, kodesten çıktıktan sonra, sizi hakim amcalara yem yapan karınızla veya kocanızla nasıl aynı yastığa baş koyacaksınız, orasını da ben bilmiyorum.
Ne bileyim, belki uçkur siyaseti yapanlar, buna da bir çözüm yolu bulabilirler.
Acaba diyorum, yeniden eskiden olduğu gibi, kendir uçkurlara mı dönsek?
Ya da, Bekaret Kemerini yeniden mi günlük yaşama dahil etsek.
Ne bileyim en azından demirci esnafına üç beş kuruşluk iş çıkararak, hiç olmazsa onları ekonomik krizden kurtarmış oluruz.
Uçkur savaşınızda hepinize başarılar diliyorum.
 
 
GÖZYAŞININ RENGİ YOKTUR
GÜNÜN SÖZÜ:
-Sevgi ve Aşk, insanların birbirini süsleme sanatıdır. Mutluluk ise, sevgi ve aşkın ortaya çıkan eseridir.
-Sevgi, insanların kalplerini yumuşatması, aşk ise daha da yumuşatmasıdır. Mutluluk ise, yumuşayan kalplerin üst üste getirilmesidir. ( H.G )
 
Yaşamımız tam bir tufan.
Tufan içinde yaşanan yaşamda da inişler, çıkışlar, mutluluklar, mutsuzluklar vardır.
Mutlulukların göz yaşına neden olduğu söylenirse de, ben bu güne kadar, mutluluktan göz yaşı döken insana rastlamadım.
Bilmiyorum, belki de bu konu da yanılmışta olabilirim.
Yaşamın belli noktalarında, kimi insanlar, göz yaşlarını saklama gereği duymuşlardır ama, onların içinde yaşadıkları fırtınaların, göz yaşlarına engel olamadığı da bir gerçek.
Hani, o insanı bir köşede yalnız başına görme olanağınız olsa, o insan göz yaşlarını nasıl da sele çevirir, bilemez siniz.
 
Yaşamın tüm renklerinde göz yaşı vardır.
Yaşamın renklerinin neler olduğuna da isterseniz kısaca değinelim.
Yaşamın renkleri arasında ilk sırayı alan ve de yaşamın içinde en önemli fonksiyonel misyon yüklenmiş olan sevgi ve mutluluk.
Sevgi ve mutluluk, insana bir ekmek, su ve hava kadar gereklidir.
Belki birkaç gün ekmeksiz, susuz hatta havasız da yaşayabilirsiniz ama, bir ömür boyu sevgisiz yaşama gereği duymayabilirsiniz.
Zaten yaşanmaz da.
Sevgisiz bir ömrün, sevgisiz kalan insanda yarattığı tahribatların sonucunu, belki hayal bile edemiyorsunuz. Ama, sevgisiz kalan insan, yaşam gücünü, direncini ve sevincini kaybetmiş insan demektir. Bir insanın yaşama asılma ve direnme gücünü yitirmesinin ne anlama geldiğini en iyi de o sevgisizliği yaşayanlar bilir.
Sevgisizliğin özellikle evli çiftler arasında nasıl tahribata neden olduğunu, hele hele de, aileye çocuk gibi çokta gerekli bir veya birkaç canlı daha katılmışsa, siz o sevgisizliğin, o aile üzerinde yarattığı tahribatın nelere mal olduğunu en azından, kendi yaşamınızda ki örneklerden de anlamanız olanaklı.
Bu gün bir çok evliliğin çökmesinin veya temellerinden sarsılmasının altında yatan nedenler arasında, sevgisizlik ilk sırayı alır.
Boşanma da her iki cins içinde dayatılan engeller, sevgi, aşk ve mutluluk gibi sözcüklerin yaşanmasına da aşılmaz engeller getiriyor.
İşin ilginci, bunun aile kavramının korunması adına yapılması.
Sevgisi bitmiş. Aşkı ise hiç olmamış, mutluluğun ne olduğu bilinmeyen bir aileyi korumak kimin işine yarar ki?
Ne yazık ki, ülkemiz de aile kavramı üzerinde kafa yoran, ya da insan eğitme yolunda gayret gösteren resmi bir kuruluşta yok. Bu durumda da insanlar, ya ailelerinden aldıkları ilk eğitimle, evliliğe hazırlanıyorlar, ya da çevrelerinde gördükleriyle yetinmek zorunda kalıyorlar.
Burada bir erkek gözüyle bakacak olursak, bu gün bir çok kadının bilgiye kapalı bir kadın olarak, yaşamını devam ettirme kararlığında olduğunu söyleyebilirim. Bu konuda içinde bulunduğu ortamdan çıkış yolu olarak okumayı, araştırmayı ve öğrenmeyi kendilerine rehber edinen kadınlara da saygım sonsuz.
Zaten o kadınların sevginin ne olduğunu, sevginin yaşanması gereken evreleri üzerinde de kafa yordukları için, sevgilerini göstermede cimri davranmadıklarına da inanıyorum.
Benim burada değinmek istediğim, kadın tipi, bilgiye, öğrenmeye ve araştırmaya kapalı kadın tipleri.
Kadının bilgilisi, bulaşık, çamaşır, ütü ve yemekte başarılı olanı değil, en azından birlikte olduğu erkeği öğrenmeye çalışanıdır.
 
Bilgiye, araştırmaya, öğrenmeye kapalı kadın tiplerinin tek bildikleri şey, evin erkeğinin kendisine olan sevgisini bir şekilde kontrole dayatmalarıdır. Bu tiplerin en çok kullandıkları silahların başında da, kendi cinsellikleri ve varsa aileye katılan çocuklardır. Düşünmezler ki, iki beden bir araya gelmeyince çocuk diye bir varlıktan söz edilemez.  Bu silahları kullandıkları sürece, erkeğin kendilerini sevmek zorunda kalacağı yalanıyla kendilerini avutur dururlar.
İş kopma noktasına geldiğinde, bu durumun böyle olmadığını anladıklarında da, iş işten geçmiş olur.
Öğrenmeye, bilgiye ve araştırmaya kapalı kadın tiplerinin kullandıkları bir başka silahta, erkeği yapmadığı şeylerle suçlama ve aşağılama eğilimidir.
İsterseniz, biraz da bunu açmaya çalışalım.
Bu konuyu açmadan önce, lumpen, başka kadın arayışında bulunan kadın avcıları, yetiştirilme tarzı olarak, kadın düşmanı yetiştirilenleri bu kategoride düşünmek bile istemiyorum.
Çünkü, biliyorum ki, bu tiplerin başını bal küpüne de batırsanız, onlar yine aymazlık içinde olmaya ve kadın için tek bir bilgi isteme gereği de duymamaya da devam ederler.
 
Bilgiye, araştırmaya ve öğrenmeye kapalı kadınların, kendi aralarında ki konuşmalarında veya tartışmalarında, sürekli erkek eksenli konuşmalar yaptıkları bilinir.
Hatta, bu türden kadınlar, inanmasalar bile kendi erkeklerinin kendilerine aşık olduğunu bile iddia edebilirler. Oysa, bilgiye, öğrenmeye ve de araştırmaya kapalı bir kadının sevgi, mutluluk ve aşk gibi sözcüklerinin içeriğinin ne olduğundan bile habersiz oldukları da bir gerçek. Çünkü, sevgi, mutluluk ve aşk sözcüklerinin, içi doldurulduğu zaman anlamlı hale geleceğinden, haberleri bile yoktur.  Bu içerikten habersiz kadınlarda, genelde kocalarının veya eşlerinin kendilerine aşık olduğu yalanıyla etrafa hava atmaktan başka da bir şeyler yapamazlar.
Bu tür kadınların yaşadığı ilişkilerin, sevgiye, mutluluğa veya aşka dayanıp dayanmadığının kararını da sizler verin.
Bir evliliğin veya birlikteliğin, eğer ticari amaç yoksa, uzun yıllar devam etmesinin sevgi, mutluluk ve aşka dayandırılması da kimi zaman, yaşamın gerçekleriyle de alabildiğine çelişmekte. Bu çelişkilerin başında da, erkeğin ekonomik durumu, içinde bulunduğu sosyal konum, evliliğin devamında önemli rol oynar. Bu rolün kimi zaman farkında olan, bilgiye, öğrenmeye ve araştırmaya kapalı olan kadınlar tarafından da erkeğe silah olarak yöneltildiği de yaşamın gerçekleri arasında. Arla, dar arasında kalan erkek, zorunlu olarak birlikteliği sürdürme kararlılığı gösterir.
Ama nereye kadar ?
Tüm buraya kadar yazdıklarımı tek bir sözcükle özetleyecek olursam, yaşam hiçbir zaman göz yaşını hak etmez. Çünkü göz yaşının rengi  ve cinsiyeti yoktur ama, yaşamın içinde her renk ve her tonu vardır.
Göz yaşlarınızın hiç olmadığı bir yaşam diliyorum.
Sevgisiz kalanlara bir iki mısralık bir şeylerde söylemek isterim
Umarım beğenirsiniz.
Sevgisiz kalmayın.
 
SEVGİ NE İSTER ?
Göz yaşlarını sakla, sakla ki bana gerek,
Sen varsın ya sen...
Aslan kadar yırtıcı, kardelen kadar ürkek.
Sevgi özgürlük ister,
Korkarım, aç susuz kalma yerine,
 
Sevgisiz kalmaktan.
Korkarım, yağmurun deli yağanı,insanın ahmağından,
Korkarım, gülün dikensiz, yaprağın dalsız,
Toprağın susuz, kuşun yuvasız kalışından,
Korkarım,İnsanın sevgisiz oluşundan.
 
Korkarım, bedenlerin cansız     kalanından,
Korkarım., sevginin yalanından,
Korkarım, insanın yılanından.
Korkarım 
H.G.

 

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 02

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

ÖĞRETMENİM
Yeni bir ilköğretim haftasını süslü sözlerle,boş vaatlerle açtık. Medyada beylik sözler,halkta düşünceli başlar bazen kaygılı,bazen boş bakışlarla başladı yeni öğretim yılı.
Bilimsellikten,kapsamlı planlamadan yoksun,kenar süsleri hoş,ama içi günden güne boş bir öğretim yılı daha başlatıldı.Günü kurtarma adına saygılı,gelecek adına kaygılı yeni öğretim yılı başladı.Hepimize hayırlı olsun.
Öğretmenim,bir zamanlar ne sıcak,ne anlamlı ve ne güvenli bir isimdi.Çorak toprağa su,karanlığa ışık ve geleceğe umuttu.
Bu gün ele alınır ne varsa topluma yansımış dünden farklı.Gelişmişlik,çağdaşlık ve mutluluk adına,Cumhuriyet'in ve Atatürk devrimlerinin olanaklarını ülke halkına sabırla,inanç ve ideallerle yılmadan,usanmadan sunan öğretmenlerin eseridir.Kahretmeden günün koşullarına,aymazca düşünmeden geleceği,yırtınırcasına,karanlığı yaran bir kılıç olan öğretmenin eseri.
Bu gidiş ve yükseliş kimlerin  işine gelmedi ? Yada kimler geleceğin karanlık yüzünün körpe aydınlığı yutacağını bilmeden eğitim ve öğretimi ucuza aldı ki yıllardır erozyona uğradık ?
Yavaş yavaş çoraklaşmış,verimsiz bir arazi gibi görünür olduk ki.
Bu gün göçmen kampı gibiyiz,uzmanlık isteyen bir meslek olmaktan çıktık.İşsize iş,aça aş kapısı olduk.Bütün bu aymazlıklara rağmen sayısal olarak ta yetersizliğin farkına yeni varıldı.
İlköğretimin çok gecikmeli olarak ta 8 yıla çıkmasıyla sayısal gereksinim daha da arttı.Yılların görmezlikten gelinerek yaratıldığı bu boşluk,yeni bir tehlike boyutuna da içine alarak doldurulmaya başlandı.
Çöl kültürü ile yoğrulmuş lahana başlılarla, yada ne yapacağını bilmeyen boş bakışlarla işi kurtarmaya başladılar.
Elbette ki bunlarda bizim insanımız ve bizim çocuklarımız. Bunlar baştan bu görevler için eğitilselerdi, ömrünün baharında istihdam edemeyeceğiniz alana yığarak eğiteceksiniz, ellerinizle kapattığınız öğretmen okullarının ve öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarının yarattığı boşluğu ilgisiz ve bilgisiz bireylerle dolduracaksınız. Sonrada gözlerine bakarak, çocuklarımıza geleceğimiz, umudumuz sizsiniz diyeceksiniz. Yalan ve tutarsız bir söz olduğunu bile, bile.
Bu acı gerçeğe seyirci kalmak geleceğimizi göz göre göre tehlikeye atmak demektir. Hoş konunun bu boyuta gelmesinde bizde pay sahibiyiz. Davranış ve yaşantımızla birazda biz ucuzlattık öğretmenliği.
Toplumun değerlerinin hızla çürüdüğünü, ulusal benliğin eridiğini görmek. Politik malzeme olan etkinliklerin hortladığı, Arap kültürcü yada boş bir batı hayranlığı bizi biz olmaktan çıkarmaya başladı.
Sorunlu ama sorunsuz bir toplum olmamız kaygı vericidir. Altı oyulan değerlerin kum yığını üzerine yapılmış apartmanda oturur gibiyiz. Her hangi bir sarsıntıda yıkılabilecek bu apartmanın alt ve üst katında oturmanın avantajı yoktur.
Bu nedenle bizim sorumluluğumuz her mesleğin sorumluluğundan daha fazla.
Olumsuzluklardan etkilenerek kahretme, yılgınlık gösterme ve uğraştan kaçma, çıkış yolu değildir. Bu faturanın bedeli ödenecek. Ya biz ödeyeceğiz, yada çocuklarımız.
Çocuklarımıza kalırsa bedel daha artacağına göre biz sevdiklerimize bedel ödetmeyelim. Biz zamanlar saygının en büyüğünü duyduğumuz mesleğimizi koruyalım. Yine saygın yerini alması için uğraş vermeyi sürdürelim. Yılmadan, korkmadan, usanmadan. Tüm olumsuzlukların ve umutsuzlukların inadına.
 

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 03

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

YAŞAMAK DİRENMEKTİR
Bazen ben mi yaşadığım çevreye ve olaylara tersten bakıyorum yoksa değerler mi ters yüz olmuş diye düşünüyorum. Hatta bu toplumda hiç yerleşmemiş hiç oluşmamış oluşamamış anlayışların yerleşmesini kural haline gelmesini düşlüyor,özlüyorum.
İnsanları dünyalarını,değerlerini iyi bilmeden iyidir  demek  de bir ön yargıdır kötüdür demek de bir ön yargıdır.
Bilinenin aksine sadece kötüdür demek değildir önyargı                                      
Çünkü bir insanı iyi tanımadan göklere çıkarmak da önyargıdır. İnsanı tanımak kolay mıdır?.Bunu iki şekilde cevaplayabiliriz. Hem evet hem de hayır diyebiliriz.Kişiye iç dünyasını öğrenmeden öğrenme anlama gereği duymadan hemen iyidir ya da kötüdür demek kişiyi etiketlemek  değil de nedir?Ama insan oldukça karışık değişebilen ,gelişebilen dış görünüşünün yanında asıl davranış ve düşüncelerimizi şekilleyen iç dünyamızda ki özlem ve isteklerimizdir.
Bilinç altımız yani iç dünyamız zaman ,zaman bize oyun oynamakta  nasıl oyunlar hem de etrafımızın bilmediği kişinin kendisin bile düşünemediği.Kendi kendimizi anlamakta zorlanacağımız bir takım oyunlar acı ve tatlı sürprizler yaşatabilir.Bunların bir bölümü hayatın gerçekleriyle örtüştüğü halde büyük bir bölümü de gerçeklerle örtüşememekte. İşte bu örtüşemeyen bölümü bizlerde zorlanma ,stres,depresyon yaratabilmekte. Bazen çok da güçlü gibi görünen her şeyin üstesinden gelebilir diye düşündüğümüz insanların hayatında bir şekilde alt üst oluşlar yaşanmakta buda kendini suçlayıcı mutsuzluk halleri yaratmakta.
Peki ne yapmalı biz yeniliklere karşın,hep alışkanlıklarımızın yanında olmayı tercih eden toplumun bireyleri içsel fırtınalarının kayalara çarpıp okyanusun derinlerinde paramparça olmasına var mı bu toplumun devasal bir çözümü.
Yaşamın dinamiğine inat, nasılda geleneksel yapımızdan taviz vermeden  var olanın yanında duruş alanımızı sabitleyip geleneksel ,sarsılmaz yapımızı korur  yeniliklere geçit vermeyiz.Yeni ve farklı olan hemen her şeye karşı hemen korkar geri dururuz. Tabi birileri çıkıp kahramanlık yapsın isteriz bilinç altımızda  ama itiraf da edemeyiz.Onları da ayrıksı,aykırı ucuz kahramanlık gibi görür. Dilimiz bunları söylerken de, bilinç altımız bu yüreğinin çağırdığı yere gidenlere gizli,gizli hayranlık besler alkış tutabiliriz. Ama bunu kendimize bile itiraf etmekten korkarız.
Yaşamdaki büyümsediğimiz  insanlarla bilinç altımızdaki kahramanlarımız aynı kişiler mi? Önder kalıplarımızın bilinçaltındaki kişilerle ayrı ayrı oluşu yine toplum baskısının bizde yarattığı çifte standartlık, ikiyüzlü yaşam biçimine zorlanışımız değil midir, ne dersiniz? Kısacası ben çok yalın yaşıyorum diyen bir insanın bile samimi olamayacağını düşünüyorum. Bizim toplumumuzda ancak sıyırmış ya da radikal, bu ne söylerse söylesin deyip önemsemediğimiz insanlar kendi gerçeklerini yaşayabiliyorlar. Gerisi toplumun yazılı ve sözlü tabuları arasına sıkışıp kalmış. Bunun için kadın veya erkek olmak fark etmiyor. Sürekli yüreğimizin derinliklerinden bilinçaltımızdan kaçıyoruz. Biz istiyoruz ki, biz alışılmışın içinde yaşayalım, düzenimizi hiç bozmayalım, biri çıksın hayatın çakılı dikenli yollarını temizlesin, biz de gül bahçesine düzgün bir yol bulalım. Bu dikenli yolları açanlar için de aykırı, ayrıksı, ucuz kahraman gibi görürüz. Dilimiz bunu söylerken bilinç altımız da yüreğinin çağırdığı yere gidenlere gizli bir hayranlık ve alkış tutmakta gecikmez.
Dünyanın en mutlu insanı ileri yaşlarda yastığa başını koyduğu zaman keşkeleri en az olan insandır herhalde. Bunun yanı sıra keşkesiz hiç insan olmaz. Ama mutlu insan bu keşke sözünü en az düşünen, itiraf eden, yüreği en az acıyan, derinlerinde en az sızısı olan kişidir. Kendimizi yoklayalım. Eğer keşkelerimiz azsa kendimizi mutlu sayabiliriz. Yaşamımın her karesi benim eserim, her karesine sahibim, benim yaşamım konusunda mutlu yada mutsuz her kararı ben aldım, bedeline hazırım ve mutlu anlarım mutsuzluklarımdan çok daha fazla diyebiliyor musunuz? Eşimi, işimi, çevremi seviyorum diyebiliyor musunuz? Çiçeklerin dengini, dilini biliyorum, şarkılar haz ve coşku veriyor, sevgi sözcükleri ilerleyen yaşıma rağmen kalbime sevgi ve aşkı çağrıştırabiliyor diyebiliyor musunuz?
Konuşurken hiç kaçırmadan gözlerimi zevkle, sevgiyle, sonsuz saygı ve güvenle eşimin yüzüne asıl mesaj merkezi, iletişim merkezi olan gözbebeklerine bakmaktan ilk başlardaki kadar zevk alabiliyorum diyebiliyor musunuz? Ona karşı sevgi doluyum diyebilecek babayiğit evli sayısını merak ediyorum. Bunlar varsa güneşin batışını ve doğuşunu, sohbet ve sevgi söyleşileriyle karşılayabilen, karşılıklı bir çay içimini özel bir an ve söyleşi alanına çevirebilen çiftler varsa bize bildirsin, biz de mutluluk duyalım.
Bazen sevgiyi bile uzun olgunluklardan acılardan, çilelerden geçmemiş, olgunlaşmamış insanların adam gibi yaşayabileceklerine inanmıyorum. Böyle olmayanların yaşamda her insanın sıcaklığını, yüreğinin derinliğini, beyninin kıvrımlarından gelen istemlerinin onların beden diline ve göz bebeklerine yansımalarını karşı tarafın anlamayacağı konusunda belki de önyargılıyım.
Yok öyle hem siz hayatınız için hiç emek harcamayacaksınız, hem de kendi mutluluğu için mücadele eden insanlar hakkında senaryolar üreteceksiniz. İnsanların özel yaşamlarını lütfen kendilerine bırakalım. Toplumda zaten fazlasıyla sorun var, kimin kime anlamlı ve özel geldiği ancak karşıdaki kişinin beslediği duygularla ölçülür, bu durum ne ona, ne buna ne de size göre bir anlama biçimi zaten değildir.

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 04

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

DÜNDEN HIZLI OLMAK
Okullar açılırken gençlerimize çok görevler düşüyor.Sorumluluk bilinci içerisinde bilgi donanımının içerisinde en iyisini en doğrusunu kendilerini  hayata hazırlayacak yeni ufuklar açacak bir yaşamın başlangıç noktasını oluşturacak bilgi donanımına sahip olmaları gerekir.
Bunun için de zamanlarını iyi kullanma,düzenli yaşam,ve de çok çalışmaları gerekir.      Ailelerin ellerinden geldiği kadar her konuda çocuklarına destek olduklarına eminim. Öğretmen arkadaşlarımızın da bilgileri doğrultusunda ellerinden geleni yapmaları gerekir,eminim yapacaklardır.
Neden bu kadar çok dershane açılır anlayabilmiş değilim okullarda yeteri kadar verdiğinden emin olan öğretmen neden dershaneler dede ders vermeye kalkar.Bana göre sorgulanması gereken bir konu?
Çocuklarımızın neden çok çalışmaları gerektiği konusuna bir örnek vermek istiyorum.Doğada canlılarda böyle değimlidir aç kalmamak için mücadele etmek .
Geçen gün televizyonda bir belgesel izledim .Kafasında yalnızca karnını doyurmak olan bir aslan.ne kadar hızlı koşarsa avını ancak yakalayabilir.Bunu başaramazsa ölecek  en yavaş koşan ceylandan daha hızlı koşmak zorunda.
Aynı şekilde bir ceylanda karnını doyurmak zorunda doğadan payını alabilmek için ancak ceylanında kafasında bir düşünce vardır hızlı koşan aslandan daha hızlı koşmak  ister aslan olun ister ceylan hiç önemi yok .Güneş doğduğunda yeter ki  koşuyor olun hem de bir önceki günden daha hızlı koşuyor olmanız gerektiğini bilerek koşun.
Çünkü eğer aslansanız ve en yavaş koşan ceylanı yakalamışsınız bilmelisiniz ki en yavaş ceylan bu gün sizden daha hızlı olmak için çaba sarf edecektir,sizde hızınızı düne oranla artırmak zorundasınız.
Eğer ceylansanız ve aslana henüz yem olmamışsanız sizde hızınızı düne oranla artırmak zorundasınız.Bunu başaramazsanız yem olma sırası size gelmiştir.
Yaşam denilen koşuyu sürdürebilmenin tek koşulu dünden daha hızlı olabilmektir, ondan,bundan,şundan hızlı olabilmek değil yani kısacası birilerini geçmek için değil sadece hayata daha sımsıkı bağlanmak ve yaşamak için "dünden" daha hızlı olmak ve dün den hızlı olabilmek içinde çok çalışın Çalışın,çalışın ve çok çalışın.
Derslerinizde başarılar dileğiyle...

 

SU OL
İnsanlarla su arasında ne kadar benzerlik var hiç düşündünüz mü?
Bir an için sizde su olduğunuzu düşünün su gibi özel, su gibi yararlı ve de çok tükenmez İster çeşmelerden ak, ister gökyüzünden yağmur ol yağ ,ister nehirler dolusu ak gibi olmayan bir kovayı dolduramazsın unutma daha çok bağırdığında dinlenilmezsin, gürültü-nün parçası olursun yalnızca.
Suyun yanında olanlar suyu en az içenlerdir.Çünkü: "Su nasılsa burada,gerek yok ki kana kana içmeye" diye düşünürler.Tıpkı sesini sürekli duyanların sizi dinlemedikleri gibi .
Ormandaki hiçbir hayvan ,ırmağın gürültüler koparan yerinden su içmeye çalışmadı şimdiye kadar hepsi hep sabahın en sakin anını bekledi,suyun durgun yerlerini bulabilmek için gittiler sakin sakin gereksinimlerini giderdiler onlar için en uygun olan,kendi istedikleri zamanda.
Siz hep bir su olduğunuzu düşünün su gibi özel,su gibi güzel,su gibi yararlı ve vazgeçilmez.Su gibi yaşam kaynağı olduğunuzu düşünün.Ama su gibi yaşatıcı ol ,su gibi yıkıcı sürükleyici öldürücü değil.
Su isen tarlalarını basma insanların yuvalarını yıkma ocaklarını söndürme,sana "felaket" denmesin.
Su isen bir bardağa gir ki damarlara girerek hayat ver insanlara su gibi özel ,su gibi güzel,su gibi gerekli ,ve bitmez tükenmez olduğunu da unutma? Ayrıca su gibi sakin ola bileceğin gibi ,su gibide “kıyametler” kopancı olabileceğini unutma?
Vadiler varken önünde ve yaylalar varken dağılabileceğin küçük ırmaklara ayrılabiliyorsan kendini bardaklara bölebiliyorsan yaşam verirsin insanlara.
Yoksa hep duyulmayan, dinlenmeyen,korkulan ve kaçılan olursun ,seller, afetler gibi.
Tercih elinde ya tutmayı öğreneceksin dilini yada hiç durmadan konuştuğun için yalnızca bomboş ve anlamsız sesler çıkartan birisi olduğunu zannettireceksin çevrendeki insanlara.
Ama yapmamız gereken şu değil mi? Düşüneceksin ne zaman ne..söyle ,düşüneceksin kimin dinleyip kimin dinlemediğini ,kimin anlayıp kimin anlamadığını düşüneceksin anlatmak iste değinin ne kadar anlatabildiğini? Ne kadarını anlayabildiklerini,hatta anlayanların anladıklarının da ne kadarı olduğunu düşüneceksin.
Konuşmak için en uygun zamanı bekleyecek ,en az ama en uygun sözcükleri seçmeye çalışacaksın.
Yolcuların önceden aldıkları biletleri ceplerinde olduğu halde saatlerini kontrol ederek zaman yaklaştığında geminin kalkacağı limanda hazır olmaları gibi sende fikrini bildireceğin kişinin kıyıya yaklaşmasını bekleyeceksin.
Demeyeceksin ben aklıma geleni aklıma geldiği biçimde söylerim,Karşımdaki de değil duymak,değil dinlemek,anlat tığımdan bile fazlasını anlamak zorunda hissettin kendini.
Keşke öyle olsaydı her şey,ama ne yazık ki öyle değil!Ağzını açıp şelaleden su içen tavşan gördünüz mü?Yada önüne çıkan ağaçları bile sürükleyen bir sel susuzluğunu gidermeye çalışan bir ceylan.
Gördünüz mü? Kaplanlar bile içebilmek için suyun durulmasını beklerler, tıpkı diğer ceylanlar gibi.
Haydi şimdi hepimizde su olduğumuzu düşünelim,ve kendimizi su gibi hissedelim..Su gibi özel,su gibi berrak,su gibi yararlı,su gibi yaşam kaynağı ye su gibi bitmez tükenmez olduğunu.
Ama su gibi bir bardağa sığdır ki kendini,girebilmeyi öğren insanların damarlarına
Yaşam ver,
Vazgeçilmez ol.

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 05

ÇORUM ANADOLU GAZETESİ KÖŞE YAZILARI BÖLÜMÜNE GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

BU NE PERHİZ;BU NE LAHANA TURŞUSU (2)
            Bizim için büyük büyük firmalar;havayı temiz tutmak için bir sürü sıkıntılara giriyorlar. O kadar uğraşıyorlar ki;havamızın temiz kalması için ta Rusya’dan İran’dan gazlar getiriyorlar,bu gazı bizlere yakmamız için öneriyorlar (!) Allah’tan bu gaz geçen hafta ülkemizde de bir yabancı arama şirketince re bulunarak ülkemizin emrine sunacağını söylediler. Demek ki Ülkemizde doğru dürüst bilinçli bir şekilde aranırsa gaz da var,petrol de var,uranyum da var,BOR da var.
Çok yakın bir zaman diliminde Milli Servetimizden olan kömürlerimizi yakmayın,ithal kok kömürü yakın dediler ve eklediler: Havayı kirletmez,çevreyi kirletmez diyerek bizleri ithal kömüre yönlendirdiler. Türkiye’nin kömür ocaklarını kapattılar. Bizlere tomarlarla dolar yaktırdılar. Bizlerden yüzlerce dolarlık kömürleri alarak yakmamızı sağladılar,bazılarına bu işi benimseyerek yeni meslekler kazandırdılar,ülkemizin borçlarını biraz daha kabarmasına ön ayak oldular ve olmaya da devam etmekteler. Bu ne perhiz,bu ne lahana turşusu değil de nedir ?
            Ama bu perhiz ile beraber ilimizde bazı kuruluşlar,yaptıkları önemli hizmetlerine karşın havamızı kirletiyorlar,suyumuzu kirletiyorlar,hayatımızı kirletiyorlar. Geçen hafta gıda toptancıları sitesini yazmıştım,ne oldu ? Boş verin olsun. Donkişotluk yine bende kalsın. Ben yine yazayım.
            Bu hafta da ilimizin Asfalt Şantiyesinin ilimizin havasını ne kadar kirletebilmesini işliyleyim dedim.
Çorum belediyesine ait olan asfalt şantiyesine kadar giderek birkaç yıl önce burası için yazdığım yazının faydası var mı,yok mu ? Diye bir bakayım dedim. Beklediğim gibi o yazıdan sonra hiçbir işlemin değişmediğini,bu çalışan bacanın tüm haşmetiyle dumanını savurarak hava kirletme işine devam ettiğini gördüm. Burayı iki cepheden resimledim.
Bildiğini gibi bu günlerde çok faal olarak çalışması gereken bura için bir diyeceğim yok. Fakat burasının şehir merkezinden daha da uzaklarda olması gerekir diyorum demesine de,yine havayı kirlettikten sonra neye yarar?
            Bence;bu asfalt sistemi artık miadını doldurmadı mi ? Artık beton yollar revaçta değil mi? Birde ilimizin en büyük avantajı olarak çimento fabrikası var. Bu fabrikada havaya bir miktar atık bıraksa da,bırakmasa da ilimizde faaliyetine devam etmekte ve devam edecek gözükmekte. Belki bu fabrikadan diyecekler ki;Bizim bacamızda filtremiz var .
            Çevremizi,havamızı,suyumuzu,kendimizi,eş ve dostumuzu kirliliklerden dolayı uyandırmaya çalışalım. Belki geç kaldık. Belki de geç kalmamışızdır.
Ne dersiniz ?

 

BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN ALMADAN KULLANMAYINIZ!

BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız

 
 
 
 
 

 

SAYFA BAŞINA GİTMEK İÇİN TIKLAYINIZ

BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR!

Hazırlayan  Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi  corumlu2000@gmail.com

DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN  İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR
 
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM
 Hukuka, Yasalara, Telif  ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir.