Dün... Bu gün... Yarın...
Herkesin yaşamında bu üç sözcük
mutlaka bulunur.
Kimileri, bu üç sözcüğü de doya, doya
yaşarken, kimileri de, yaşamın en acımasız yönlerini tüm benliklerinde
hissetmiştir.
Yaşamı zorlaştıran şeylerin başında
ikili ilişkilerden doğan sorunlar ve ekonomik sorunlar ilk sırayı
alır.
İkili ilişkilerden kastım elbette
evlilik.
Geçtiğimiz haftalarda yazdığım bir
yazıda, kimi evliliklerin, “El Gördü” evliliği olduğunu belirtmiş,
evliliği zorlaştıran nedenleri sıralamaya çalışmıştım.
Bu konuya yeniden dönmek istiyorum.
Dönmek istememin amacı, kimi evliliklerin “el gördü”nün de dışına
taşarak, çökme noktasına dayanmasıdır.
Evliliklere hazırlık bilindiği gibi
iki şekilde yapılmaktadır.
Birincisi; Görücü Usulü,
İkincisi de ; Tanışarak.
Görücü Usulü ile evlenmelerde ben bu
güne kadar şöyle ağız tadıyla mutluluk yaşayanını görmedim. Beni
yanıltacaklara da saygım sonsuz.
Görücü Usulü ile evlenmelerde kararı
evlenecek olanlar vermiyor. Onların evlenmelerine kesinlikle aile
bireyleri veriyor. Yani ortada aşktan filan da söz edilemez.
Aile bireylerinin kurduğu
evliliklerde, yine aile bireyleri söz hakkı elde etmeyi tasarlıyor.
Yani evlenecek olan insanların evlenmelerine nasıl karar veriyorlarsa,
o evliliklerin devamında da kendilerini yetkili görebiliyorlar.
Bu durum da, birbirleriyle anlaşamayan
çiftler, önce kendi kararlarını değil, aile büyüklerinin verebileceği
kararı beklemek zorunda kalabiliyorlar. Aile büyüklerinin vereceği
kararlarında bu güne kadar sağlıklı olanına ben tanık olmadım.
Evliliklerin daha sağlıklı
yürütülebilmesi için, kültürel, sosyal ve ekonomik doyum önemlidir. Bu
doyumun yaşanmadığı evliliklerin yürümeme riski oldukça yüksektir.
Evliliklerde kesin olan bir başka yan
da, evlenecek olan insanların sosyal çevresi.
Bu günkü evliliklerin tümünün
neredeyse, aynı sosyal çevreyi paylaşan insanlar tarafından
gerçekleştirildiği görülüyor.
Örneğin, okul çevresi, mahalle
çevresi, aynı köyde yaşamak, aynı iş yerinde çalışmak, aynı otobüste
yolculuk yapmak, aynı uçakla yurt dışına gitmek, aynı düğün, aynı
cenaze... Vs.
Böylesi evliliklerin daha sağlıklı
olduğu iddia edilse de, insanların birbirlerini tanımamaları bu
sağlıklı durumu sağlıksız ortama çevirebilmekte.
Hemen burada karşımıza çıkan en önemli
sorun insanların birbirini tanıma sorunu.
Bu konu üzerine bu güne kadar sayısız
yazı ve kitaplar yazıldı ama, bu güne kadar yine de tanıma sorununun
önündeki engellerin kaldırıldığı söylenemez.
Bir adamın bir oğlu, bir de kızı var.
Adam oğlunu yetiştirirken başka bir
insan, kızını yetiştirirken başka bir insan oluyor.
Oğlu için “Benim oğlum kızları
peşinden koşturacak” gibi mantıksız laflarla başka bir insan yaratmaya
çalışırken, kızı içinde “ benim kızım asla erkeklere bakmaz” gibi yine
akıl dışı bir davranış biçimini üstlenebiliyor.
Düşünün ki, böyle iki ayrı kampa
bölünmüş insanlar, ileri de yine kendileri gibi yetiştirilmiş iki
ayrı insanla bir ömrü paylaşmaya hazırlanacaklar.
Kendi çocukluğumdan biliyorum.
Aile büyükleri bir araya
geldiklerinde, yanlarına sürekli erkek çocuklarını alır, onlarla daha
yakından ilgilenirlerdi. Hatta bu durumu o kadar abartırlardı ki,
erkek çocuklarına ne olmak istediği yolunda soru sorarken, o kız
çocuklarının, nasıl da köşede büzülerek oturduklarını bizzat
görüyordum.
Çünkü, çocukluğun verdiği
bilinçsizlikle, zaman zaman kendi kız kardeşlerimizle bile, adam
yerine konmadıkları için dalga geçerdik.
Bu yalnızca benim yaşadığım çevreye
has bir özellikte değil. Bu gün toplumun büyük bölümü bu manzarayı
sergilemekten çekinmiyor.
Yazımın bir yerinde insanların
birbirlerini tanıması gerektiğini söylemiştim.
İsterseniz biraz da bu tanımanın
üzerinde duralım.
Evliliklere karar veren aile
büyükleri, ileride kendilerinin yaşlılığı durumunda kendilerine hizmet
edebilecek bir kadın tipini daha çok benimserler. Bu durumda da o
insanların birbirlerini tanıması hiç ciddiye bile alınmaz.
Evlenmek isteyen insanların önce,
beyinlerinde bu işi çözmeleri ve hazmetmeleri gerekiyor.
Beyinlerinde evlilik akdine imza
koyacak insanlar, karşısındakinin nelerden hoşlandığını, nelerden
nefret ettiğinin analizini iyi yapmaları, bunu yaptıktan sonra da o
duruma göre kendi tavırlarında bazı düzenlemeler yapmaları gerekiyor.
Ancak bu durumda kurulacak evlilik
müessesesinde sağlıklı iletişim ve ilerleme beklenebilir.
Maalesef bu gün özellikle kadınların
evlilik hazırlığı yapmasına asla izin verilmiyor. Bu durumda da,
özellikle kadınlar beyinlerinde evlilik müessesesine hazırlıksız
olarak başlıyorlar.
Biliyoruz ki, özellikle son yıllarda
boşanmalar çığ gibi artıyor. Bu artışın ana nedenleri üzerinde de çok
az insan beyin jimnastiği yapabiliyor.
Boşanmaların yaşanmasının ardından, o
evlilik için hiçbir olumlu çalışmanın ve çabanın içinde olmayan
insanlar iki ellerinde iki kara hem kadına, hem de erkeğe çalıp
duruyorlar.
Bu kara çalmaların kime ne yararı
varsa ?
Evliliklerin daha sağlıklı
yürütülebilmesi için önce eş olacak insanların birbirlerini iyi
tanımaları, ardından da sınırsız istekler gibi saçma bir yola
başvurmaması evliliklerin yürütülmesi için en sağlıklı yöntem gibi
görünüyor.
Bir kadının eşinden gücünün üstünde
istek istemesi, o evliliğin devamı halinde de sevgiyi ve aşkı ortadan
kaldırması kaçınılmazdır.
Unutulmamalı ki, her erkek severek
evlendiği insanı gücünü zorlayarak mutlu etmek ister.
Kadının tüm bunları bile bile, erkeğe yaşamı dar etmesi, ilk başta
kendisine zarar vereceğini unutmamalı.
AŞKIN ŞARKISI
Her şeyin marşı var.
Tütün ve pamuk işçisinin,
Hatta ilk okul izcisinin.
Yazılmış mıdır, aşkın marşı ?
Olur muydu içinde hüzün ve göz yaşı ?
Yazılsaydı neler söylenirdi ?
Çıkarcasına çarpan yüreğe,
gözlerdeki acı kedere.
O doyumsuz özgürlüğüne,
bedenlerin çarpışmasına,
uçup giden hayallere,
Neler söylenirdi ?
Nasıl olurdu ?
Gülerken ağlamak,
ağlarken sevinebilmek.
Nasıl olurdu ?
Aşkın şarkısını söylemeden ölmek !...
H.G
|