|
|
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
|
İÇİNDEKİLER
Tıklayarak şiirlere gidebilirsiniz
|
-
TAKDİM
-
-
HAYAT HİKAYESİ
9 ŞUBAT DÜNYA SİGARAYI BOYKOT GÜNÜ
ALBAYRAK İLKÖĞRETİM OKULU
ALKOLE VE SAFAHATA HAYIR
ALKOLİZM VE GENÇLİĞİMİZ
AMERİKAN MUHİBLERİNE SAYGILARIMIZLA
ASMALI ÇORUM EVLERİ
AT PAZARLIĞI
ATATÜRK LİSESİNDE YEŞİLAY HEYECANI
AYVANSARAY
BALKONDA SİGARA İÇMEK İNTİHARDIR
BİR ÇAMAŞIR GÜNÜ
BİR ETKİNLİK RESİMLERİ 25 Haziran 2008
BİR GÖÇÜ İNCELEMEK
BORÇ
ÇEÇENLER VE BİZ!
ÇOCUKLARIMIZA DİKKAT EDELİM
ÇORUM’A ÜNİVERSİTE İSTEMİYORUM!
ÇORUM’UN TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
ÇORUM'DA
YEMEK KÜLTÜRÜ
ÇORUM'UN KİRLİLİKLERİ
EN KUTLU HAFTANIN ARDINDAN
ERTUĞRUL FİRKATEYNİ
ESAS KİRLİLİKLER
ESKİ BUZDOLAPLAR
ESKİ KAPLAR
ESKİ PARALAR
ESKİ ÇORUM EVLERİNİN ÖZELLİKLERİ VE YAŞAM
ESKİ ÇORUM'A DAİR
GAZETECİLER BAYRAMI MÜNASEBETİYLE GAZETECİLER
GAZİPAŞA’DA YEŞİLAY KUTLAMASI
GÖZ AMELİYATI
HANGİ GENÇLİKLE NEREYE?
IRAK’ A ASKER..
İÇKİ SİGARA VE ÇORUM
İLİMİZİN ÇEVRE SORUNLARI VE ACIL ÇÖZÜM BEKLEYEN MESELLER
İSO 9001
İSRAİL'LE BAŞ EDEMEZSİNİZ!
KADINA ŞİDDET Mİ ?
KADİR GECESİ
KANSER OLMAK İSTEMİYORSANIZ
KIRKA YAKIN TİRYAKİ DAHA SİGARAYI BIRAKTI
KONUŞMA DİLİ VE ÇORUM AĞZI
KULAKSIZ SOKAK , 1973
MEZAR-I ŞERİF
MEVLİT
MİRAÇ KANDİLİ VE SİGARA
YASAKLARI KUTLAMASI
OKULLARDA ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE
ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNDE ÇALIŞMALAR!
OSMANLI CAMİLERİ
OSMANLI SERGİSİ
ÖZÜR DİLERİM EY KUDÜS
POP
STAR YARIŞMASI
SENA ÖZKAŞ SİGARA’NIN GERÇEK YÜZÜ
SEVGİLİLER GÜNÜNÜ PROTESTO EDİYORUM.!
SEVGİLİLER GÜNÜYDÜ
SİGARA
HARAM MI?
SİGARA NASIL BIRAKILIR
SÜLEYMANİYE
TARİHİ ÇEVRE VE ESKİ KENT DOKUSU:
TAVLA
TEKEL NEDEN SATILMAMALI
TEL
TEZİMİZ
YARDIM
YEŞİLAY 75.YIL İLKÖĞRETİM OKULUNDA
YEŞİLAY ERKEK YURDUNDA
YEŞİLAY HAFTASI (1-7 MART)
YEŞİLAY HAFTASINDA SİGARAYI BIRAKTI
YEŞİLAY İLİM YAYMA’DA
-
YEŞİLAY KIZ YURDUNDA
-
-
YEŞİLAY ÜNİVERSİTEDE
YEŞİLAY’A DESTEK VERİN…
YEŞİLAY’IN İSKİLİP ÇIKARTMASI
-
YEŞİLAYDAN MÜFTÜLÜĞE ZİYARET
YEŞİLAY' DAN YILBAŞI UYARISI
OKULLARDA ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR BİR ARAŞTIRMA
|
Çalışma TELİF ESERİDİR izin almadan
kullanmayınız! |
Hazırlayan Mahmut Selim
GÜRSEL |
corumlu2000@gmail.com
|
Sitemiz ve yazarlarımız;hukuka, yasalara, telif
haklarına ve kişilik haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|
|
|
|
|
|
01 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
KİTAP ismi Sayfaya
dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
TAKDİM
Bir kitabın doğması, o kitabı yazmaya kalkan kişinin amacına ve
bilgi birikimine göre değerlendirilmesi uygun olarak
görülmelidir.
Elinizde bulunan bu çalışmanın sizlere ulaşması için günlerini
veren bu çabası için şükranlarımı sunarken, bu çalışmada da
benim ufacık bir katkımın da bulunması beni bahtiyar etmiştir.
Bu
çalışma ile sizlerde bazı bilgileri edinmiş ve faydalanmış
olarak uzun yılların birikimlerinden aydınlanacağınızı
göreceksiniz.
Bilgi; yazılmadıkça kaybolmaya açık birikimlerdir. Her insan bir
kitaptır; onu okumamız gereklidir.
Tanımadığımız ve anlamadığımız kişiler hakkında nasıl kararlar
veremezsek; bir çalışmayı da incelemeden, okumadan karar
veremeyiz.
Mahmut Selim GÜRSEL
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
02 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
|
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
Atilla ALPAY
-
1955 Yılında Çorum da doğdu. 1975
yılında İstanbul Devlet Güzel Akademisine girdi. 1981 yılında Yüksek
İçmimar ve Endüstri Tasarımcısı olarak Meslek hayatına
atıldı.Çeşitli atelyelerde dahili dekorasyon projeleri ve İçmimari işleriyle meşgul
oldu. Ramada , Hilton ve MNG Holding’ in İnşaat firmalarında ince yapı
şantiye şeflikleri ve tasarım, içmimarlık, proje ve uygulama
hizmetlerini yürüttü.
-
TBTAK Bilim Adamı Yetiştirme Gurubu
Başkanlığınca tertiplenen Proje yarışmalarında 1974 biyoloji ,1977 ve
1981 yıllarında da Tıp Teşvik Ödüllerini kazandı. Çorum ve çevresinin
Kelebek ,böcek ve fosil ve mineral kolleksiyonlarını yaptı.
-
Tarihi Çevreye duyarlı ve bir Çorum
Sevdalısı olarak şehrimizin bütün Tarihi evleri ve yapıları ile doğal
çevresinin dia filmlerini çekti. Aynı yıl Safranbolu Evleriyle alakalı
22 dakikalık bir belgesel film yaptı.. Eti folklor ve turizm derneğinin
katkılarıyla ve maddi yardımlarıyla 1981 ve 1984 yıllarında Eski Çorum
Evleri konulu fotoğraf sergilerini açtı.
-
İnşaat ve ince yapı işleriyle içmimarlık
hizmetlerini geçtiğimiz körfez krizinde bırakarak yayın hayatna
atıldı. Denizli ve Fethiye televizyonlarında program yapımcılığı
yaptı. Belgesel filmler çekti ve drama senaryoları yazdı. Şehrimizde
Konur Fm ve Çağrı Fm de Programcılık, Hakimiyet Gazetesinde Köşe
Yazarlığı, Lider, Yenigün ve Çorum’un Sesi gazetelerinde de Yazı
İşleri Müdürlüğü yaptı.
-
Üç yıl Çorum İlahiyat Fakültesinde Türk
ve İslam Sanatı Tarihi dersleri verdi.
-
1997 yılında Türkiye Diyanet Vakfı ve
Çorum İlahiyat Fakültesince tertiplenen “Tarihte İz Bırakan İskilipli
Alimler” Sempozyumuna katılarak , “ İskilip tarihi Çevresinin Önemi ve
Korunması’na dair” hazırladığı tebliği sundu. Ertesi yıl bu tebliğ
,sempozyuma katılan diğer tebliğlerle birlikte Türkiye Diyanet
Vakfınca basılarak kitap haline getirildi.
-
Çorum Tarihi Çevresi konulu ev “Eski
Çorumdan Kalanlar” isimli son fotoğraf sergisini 2000 yılında Devlet
Güzel Sanatlar galerisinde açtı ve dia gösterisi yaptı.
-
Hayatında en büyük yeri işgal eden
“Tarihi Çevre Korumacılığı, Türk ve İslam Sanatı Sanatı ile Osmanlı
Kültürü ”adına hem ülkemizin hem de Çorum’ un en büyük film
Kolleksiyonlarından birisini vücuda getirdi. Çorum Tarihi
Evleriyle,Çorum Kültürü ve Folklorü ile ilgili çalışmalarını da bir Cd’
de topladı.
-
Şehrimizde birçok yerde ve zamanda
Osmanlı Sanatı konferansları verdi ve film gösterileri yaptı. Çorum
Belediyesinin tertiplediği Hitit Festivallerinde de etkinliklere
katılarak plaketlerle ve çeşitli dernekler tarafından da ödüllerle
taltif edildi.
-
Bütün bu çalışmalarının yanısıra aynı
zamanda içki ,sigara , uyuşturucu ve cinsel hastalıklarla mücadeleye de
kendini adayan Alpay; geçtiğimiz günlerde İstanbul Yeşilay Genel
Merkezi tarafından Çorum Yeşilay Temsilcisi olarak görevlendirildi.
-
Aynı zamanda Mimar Sinan Üniversitesinde
Osmanlı Sanatı Tarihi ile ilgili doktora çalışmalarını da yürüten ve
çeşitli konulardaki kitaplarını tamamlamaya çalışan Attila Alpay’ ın
ilmi, siyasi ve Çorum Tarihi konularında dergi ve gazetelerde
yayınlanmış bine yakın da makalesi bulunmakta.
-
Bir tarihi çevre araştırmacısı, fotoğraf
sanatçısı, gazeteci,yazar ve musikişinas olarak gençlerin ve halkın
eğitimine, bilinçlenmesine ve aydınlanmasına kendini adayan bir insan
olan Attila Alpay,evli ve üç çocuk babası..Mahalli
basında yayınlanmakta ve Internet’te Yazarımız http://corumlu2000.dergisi.info Çorumlu2000 Aylık Kültür Sanat ve
Tarih ve Edebiyat yazıları yayınlanmaktadır
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
03 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- 9 ŞUBAT
DÜNYA SİGARAYI BOYKOT GÜNÜ...
-
15.yüzyılda
Akdenizdeki İspanyol, Ceneviz ve Venedik korsanlarının Piri
Reis ve Barbaros’ların önünden kaçarak yeni yağma alanları
bulmak ve yeni soygunlar yapmak bahanesiyle sığındıkları
kıtada buldukları bu zehirli ot; yani Tütün yine onlar eliyle
önce Avrupa ya getirilmiş ve oradan da Frenklerle olan
ilişkilerini ilerletenler eliyle de bütün Osmanlı ülkesine
oradan da tüm Asya’ya hızla yayılmıştır.
-
Dünyanın en
güzel coğrafyasındaki ülkemizin ikliminin ; tütüne
elverişli olması neticesi hızla her tarafta ekilmiş , önceleri
çubukla içilmiş sonra nargile ile denenmiş ve yüz yıldır da
makinalarla sigara şekline getirilip insanların istifadesine (
!) sunulmuş bulunmaktadır.
-
Sömürgeci
haçlıların bizim iyi sigara içtiğimizi keşfetmeleri bana
göre son iki bin yılın en büyük keşfi olmalıdır.Çünkü
makalenin ortasındaki sigara paketi 95 yıl önce Almanya
Dresden’deki Dünyanın en büyük sigara fabrikasında imal edilmiş
ve Müslümanları kandırmak için “ Selamualeyküm ” ismi
verilmiş olan ve bugünkü “Salem ” sigarasının Ata’sı olan
sigara paketidir.
-
Bu dehşet
verici hadise gibi araştırmalarımız neticesi böyle nice
reklam tuzaklarını ve insanlarımızı kandırmaya yönelik sigara
türlerini de antikacı ve koleksiyonculardan -ancak resimlerini-
ele geçirmiş bulunmaktayız.(Ganimetimiz arasında (!) üzerinde
Besmele yazılı paketlerden tutun da Selahattin Eyyubi’yi at
üzerinde sigara içerken gösteren paketler ve “Mekke” yazılı
sigaralar da bulunmaktadır.)
-
Nihayet
Cumhuriyetle birlikte ülkenin en büyük lokomotif sektörü
olan Reji idaresi Fransızlardan alınarak İnhisarlar
idaresine tahvil olunmuş ; sonra da Tekel adını almış ve
gittikçe büyüyerek 3-5 milyon insanın bu sayede ekmek yediği
(!) bir sanayi dev’i olup çıkmıştır.
-
Ama her gelen
iktidarın gafleti neticesi yabancılar –uzmanlarıyla- sigaramıza
el atarak Samsun ve Maltepe haricindeki bütün Türk
sigaralarına toz şeker ,kakao ve Alkol kattırmış; onu katmerli
bir zehir haline getirtmiş ve bizlere yeniden “ buyrun buradan
yakın” diyerek bizim tütünümüzü bize yeniden ikram etmiş
bulunmaktadırlar.
-
Sonra “Sizin
tütününüz de çok meşhurdu canım” diyerek ülkemize şilepler
dolusu kendi Tütünleri olan sulak yerde büyümüş, radyoaktif
hormonlu Virginyalarını ve bundan mamül sigaralarını sokuşturmuş
ve artık ülkemizi kanserin kucağına da iyice yerleştirmiş
olmaktalar.
-
Bu sayede
“Canım Türkiye’m ” günde seksen milyon doları her sabah
yakarak akşama kadar tüketen ve ertesi gün bir o kadarını daha
yakarken hem kendini hem de gelecek nesillerini “yaktığını ”
fark etmeyen bir ülke olup çıkmıştır.
-
Kendi
sigaralarının reklamlarında oynayan kovboyun Akciğer
kanserinden ölmesine aldırmadan hemen yerine dublörünü
yerleştirenler ; bizlerden bir plastik damar karşılığında yüz
elli kamyon buğday istemekte ve Devletimiz de günde iki yüz
elli insanımızı by-pass ameliyatı ettirerek savunma bütcesi
kadar bir parayı sigaranın açtığı bu yaraları sarmaya
harcamaktadır.(Bir anjiyonun devlete maliyeti dokuz,bir bypass
ameliyatının maliyeti ise elli milyar liradır. )
-
Sigara tütün
,alkol ,uyuşturucu ,kola ,fuhuş,aids ,frengi zinciri gibi çoğu
ithal bir sürü felaketin milli hasletlerimiz olması kadar
bendenize utanç veren bir başka konu daha yoktur.Bu özelliklere
sahip olan Müslüman Türk insanı profili ne yazık ki hep
tekrarlanan “yüzde doksan dokuz safsatası” içine girmekte ;
gerçekte ne olduğumuzu veya ne olmadığımızı da kimse
bilmemektedir.
-
Sigara ile
mücadele için çıkarılan 4207 sayılı kapalı yerlerde sigara
içmeme yasağı tiryakilerin dışarı uğramasına sebep olmuştur.
Ama ülkenin büyük bir kısmı hala soğukta da olsa
sigaralarını tüttürmeye devam etmektedirler.
-
Eğer kendimizi
ve ülkemizi biraz seviyor ve kendimize biraz acıyorsak; bu “
korkunç zehiri ” bir an önce bırakalım ve herkesin de
kurtulması için çaba gösterelim. Zira bundan büyük bir Milli
Dava olamaz. Her türlü milli meselemizi de ancak yaşayan ve
sağlıklı insanlar çözecektir. Ulu mezarlıktaki ölülerimiz
değil...
-
Saygılarımızla….
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
04 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
YEŞİLAY'DAN HABERDİR
ALBAYRAK İLKÖĞRETİM OKULU
- Yeşilay ikinci kez Albayrak'ta…
- Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi
ilimizdeki okulları dolaşmaya öğrencilere sigara alkol ve
bağımlılık yapan maddelerin zararlarını anlatmaya devam ediyor.
Öncelikle sigaradan başlayarak gençlerimizin ruh ve beden
sağlığını tehdit eden tüm faktörlere savaş açtığını kaydeden
Türkiye Yeşilay
Derneği Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay da gönüllü bir insan
olarak okulları dolaştıklarını ve bunu yıllardır sürdürdüklerini,
kimseden de bir şey beklemediklerini belirterek şunları söyledi :
- "Geçtiğimiz g ün ikinci kere
Albayrak ilköğretim okuluna davet edildik ve peş peşe iki konferans
verdik.Yeşilay genel merkezinin verdiği yetki ile bilindiği gibi
çağırılan her yere giderek
insanları bilgilendiriyor ve ilköğretim okullarında da sigara ,kola
ve enerji içecekleri ile sağlıklı beslenme konularını da kapsayan
madde bağımlılığı ile mücadele seminerleri veriyoruz.
- Zararlı maddelerin tüketimindeki
artış gençlerimizin ruh ve beden sağlıklarını da tehlikeye
atmaktadır. Öğrencilerimizin olduğu kadar ebeveynlerinde
bilgilenmeye ve konunun takibini yapmaya şiddetle ihtiyaçları
vardır. Eğitimcilere ve velilere çok iş düşmektedir.
- Bu okula da ikinci gelişimiz.
Okulumuzun gayretli ve çalışkan Müdürü Sn.Salim Söylemez beyefendi
son derece güzel bir salon hazırlamış.Teknik donanım da muhteşem.
Bizi davet ederek teveccüh gösterdikleri ve bilhassa genç
öğrencileri bilgilendirmemize imkân sağladıkları için kendilerine
Türkiye Yeşilay Derneği adına çok teşekkür ediyor sonsuz
şükranlarımızı sunuyoruz."
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
05 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ALKOLE VE SAFAHATA HAYIR
-
Yılbaşı alkol bayramı değildir; böyle
günlerde insanlarımız sefahat tabloları çizmemelidirler.
Yılbaşlarında bilhassa alkol tüketimin had safhaya çıkıyor. Bu gecede
işlenen suçlar ve yapılan trafik kazalarının aylık bilançolara
eşdeğer olduğunu da istatistiksel olarak görülmektedir.
- Milli gelenek ve dini bayramlarımız arasında Noel
kutlama ve yılbaşı eğlencesi diye bir şey yoktur. Bunlar Hıristiyan
batı dünyasının bize göre çirkin adetleridir. Bir Peygamberin doğumu
içki içerek fuhuşla ,kumarla ve kepazeliklerle kutlanmaz. Eğer
dünya globalleşiyorsa buna inananlar bizim adetlerimize neden
hassasiyet göstermezler. Çılgınlar gibi içki içerek sarhoş olmak,
zorla kazandığı paraları ,çoluk çocuğunun nafakasını bir gecede
içki ve kumar masalarında harcamak bize yakışan hal ve hareketler hiç
değildir. Bir geceden bir şey olmaz diye düşününler her türlü
kötülüğe böyle gecelerde başlamakta; bir günah gecesinin acısını
bütün bir ömür boyu maddi ve manevi felaketlere uğrayarak
çekmektedirler.
-
Öte yandan dünyadaki Müslüman
katliamlarının bu günlerde artması ,hepsi sivil çok sayıda suçsuz
Müslüman kardeşimizin muhtelif ülkelerde şehit edilmesi, ülkemizde
de terör estiren ve hıyanet içinde bulunan bazı gurupların
azgınlıklarını artırmaları yüreğimize büyük acılar
yerleştirmektedir. Dünyanın içinde bulunduğu bu felaketler ortamında
yaşadığımız elim kayıplarımız için dua ve tefekkür etmekten; çalışkan
olup işlerimizi ve ekonomimizi kurtarmaktan başka bir çare yoktur.
-
Basında yılbaşı için gereken önlemler
diye polisimizin sarhoşlarla ve çıkaracakları olaylarla meşgul
olmaları, eğlence yerlerini kollamaları ve otomobil kullanamayacak
derecede alkol alanları evlerine bırakmaya çalışmaları Türk-İslam
toplumuna yakışan işler değildir. Biz ülkemizin terör yaraları
aldığı; İslam Dünyasının kan, katliam ve ateş denizinde boğulduğu,
İslam coğrafyasının Amerikan ve İsrail işgalinde olduğu bir dönemde
hangi halimize keyfedeceğiz ve işrete dalacağız. Garptaki Müslüman’ın
acısını şarktaki duymazsa tam iman etmiş sayılır mı? Türk ve İslam
ahlak ve aile yapısına aykırı işret tabloları, magazin basınının
sosyete ve zenginlerin sefahatine yönelik eğlenceleri ve bunların
çarpık-rezil yaşantıları yetmiş milyonluk bu fakir ülkeye hala
dayatılmak istenmektedir. Medyanın büyük bir kısmı da bu ihanetin
maalesef içindedir.
-
Yılbaşı eğlencelerini, bunu alkol
bayramı yapanları, sefahat ve rezalet tabloları çizerek bunları bu
aziz milletin bayramı veya geleneği yapanları ve bunları
milletimize dayatanları şiddetle protesto ediyor; tüm hemşerilerimi
işgal altındaki İslam coğrafyasında suçsuz yere katledilen tüm
Müslüman kardeşlerim için duaya ve saygıya davet ediyorum.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
06 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ALKOLİZM VE GENÇLİĞİMİZ
-
Ülkemizin sessiz sedasız tırmanan ve gün geçtikçe büyük
bir felaket halini alan dertlerinden birisi de
alkolizmdir. Kırk yıl önce kolalar ile başlayan yüksek
kafeinli içecekler bir kuşağın alkolik olmasına ve
başlayanlarında siroz başta olmak üzere hepatitler ve
bilhassa karaciğer kanserleri gibi çeşitli ölümcül
hastalıklara yakalanmalarına sebep olmuştur.
-
İlimiz Çorum , Cumhuriyetin ilk yıllarında şarap deneme
evleri açılan ve etrafı bağlarla çevrili olduğu içinde
yüksek miktarda ve kaliteli şarap üretmiş illerinden
birisidir. (Bununla birlikte şöhreti hala maruf kuru
üzümden boğma rakı üreten köylerimiz bile olmuştur.) Sonra
Tekel idaresi işi ele alınca bunların üretimi durmuş hele
bağlık alanlar da inşaat sahası olunca bu iş te artık sona
ermiştir.(İlimizin ilk sanayii kuruluşunun bugünkü
Albayrak ilkokulunun karşısında bulunan Bağlarbaşı rakı
fabrikası olduğunu hatırlayan da artık pek kalmamıştır.)
-
Tabii sona eren Çorum’daki alkol üretimidir. Öte yandan
tekelin yeni ve fenni üretim tesisleri ve fabrikalarının da
açılması üzerine tüketimde artmaya başlamıştır. Önceleri
üzüm bolluğundan şarap içen ahalimiz Cumhuriyetin ilk
yıllarındaki rakı modası ile ağır alkollü içkilere
yönelmiş ,daha sonra özel sektöre içki imal izni verilince
on yıllar boyunca muhtelif biraları içmiş ve şimdi de
tekelin tümüyle satılması ile artık ne yaptığı belli olmaz
bir hale gelmiştir.
-
İki
yıl önce cumhuriyetle yaşıt “tekelin yani eski adı ile
inhisarlar idaresinin” yabancılara satılması ülkemizde
alkolizmin “tırmanma tarihi” olarak belirlenebilir.
-
Çok uluslu yabancı şirketler tekeli aldıklarının ertesi
günü bütün alkollü içkileri yüzde 60 oranında ucuzlatmışlar
ve büyük bir alkolizm furyası başlatmışlardır. Dizilerde
sigara yasaklanmış olmasına rağmen Trt dahil yüz
yetmiş dizinin hemen hepsinde alkol su gibi akmaktadır.
Yüksek gelir gurubuna mensup insanlarımız sofralarında su
yerine içki içmekte; reklamların etkisinde kalan
gençlerimiz bilhassa enerji içeceklerinden başlayarak hafif
alkollü içeceklere yönelmekte; minik yavrularımız ise kola
bağımlısı haline gelmiş veya getirilmiş bulunmaktadır.
Sağlıksız beslenmenin ,fast food cu ve Amerikanvari hayat
tarzının , radyasyonun ,çevre kirliliklerinin ve bütün tehdit
edici çevre faktörlerinin yanı sıra sigaralar ve
uyuşturularla birlikte alkol de artık milli felaketimiz
haline gelmiştir.
-
Karaciğer kanserleri , sirozlar, hepatitler, kalp ve damar
hastalıkları ,cinayetler, trafik suçlarına sebeb
alkoldür.Ertesi gün ne yaptığını hatırlamıyan ve düzenli
alkol alan 22 milyon insanımız vardır.Bunların 9 milyonu
Amatem denilen tıbbi merkezlerine kayıtlı olarak denetim
ve tedavi altındadır. Hafif alkollü ve yüksek kafeinli
içecekleri içerek hemen yakın bir gelecekte alkolik
olacak gençlerimizin hesabını ise kimse bilmemektedir.
Mevcut ahlaki çöküntümüzle birlikte uyuşturucular ve alkol
bilhassa gençlerimizi derinden etkilemekte medya ve magazin
dünyası ise bu sosyal felaketi tetiklemekte ve
desteklemektedir.
-
Alkol yüce dinimizce zaten haramdır. Bununla mücadele
etmesi gereken iki büyük ve öncelikli kurum sağlık kurumları
ve İslami kuruluşlardır. Ama yıllardır alkolizme mücadele
diye ne bir proje geliştirilmiş, ne bir belgesel film
yapılmış, ne de bir çaba gösterilmiştir. Sağlıkçılar kuş
gribi ve kene ile uğraşır ve diyanet işleri de komşu hakları
ile ilgili Cuma hutbeleri hazırlar , hac ve ümre
organizasyonlarını tanzim ile meşgul olurlarken; haramlarla
mücadele ve emri bil marufu tebliğ görevini de yılardır
ihmal etmişlerdir. Zira bu Ülkede alkolizm ,fuhuş, kumar,aids,
frengi ve belsoğukluğu salgınları,uyuşturular,cinayetler,
trafik kazaları, bol alkollü sigaralar, kolalı ve kafeinli
içecekler gibi zararlı gayri milli ve gayrı dini
alışkanlıklar hiç (!)yoktur. Ortalık güllük ve gülistanlıktır.
Bunlarla sadece Yeşilaycılar mücadele etmelidirler .Birde
polis suçluları yakalamalıdır. Başkaca bir proje üretmeye ve
fikir beyan etmeye de gerek yoktur.
-
Bundan da acısı bütün bu yukarıda saydığımız ve artık
kaderimiz olan milli felaketlerin; hiçbir tarikatın,
cemaatin, cemiyetin ,partinin,topluluğun ve sivil toplum
kuruluşunun umurunda olmamasıdır.Çevrelerindeki topluluk,müridleri,
bendeleri, dervişleri,mensupları zaten bunları kullanmazlar.
Öyle ise ülkenin geri kalan kısmı hiç önemli değildir.Tabii
bu topluluk dört Irak , üç Afganistan , hatta 60 Çeçenistan
nüfusu kadar olsa bile(!)…
-
Bir
ülkenin insanları sigara ve alkol içerek, gençleri
uyuşturucu kullanarak ne kadar mümin olabilir? İslamiyet
kendi kabuğuna çekilerek çevresindeki felaketleri hatta
yangınları görmemek midir? “Emr’ i Bil Maruf Nehyi Anil
Münker” hem ayettir, hem de hadistir . Ve burada kastedilen
yukarıda saydıklarımız değilse o zaman nedir ?
-
Bütün bunlar eğitim sistemlerinin , müfredatların,Ders
programlarının ve kitaplarının , yaşama biçimlerinin ve
hayat disiplinlerinin içine yerleştirilmediği takdirde
Türk İslam toplumunun yani milletimizin geleceği ve ahreti
de bir felaket olacaktır.
-
Bizim Yeşilay olarak dileğimiz ülkemizde alkolün de
kısıtlama ve denetim altına alınmasıdır.Tekeli alan
yabancılar para kazanacaklar diye bütün bir nesli tehlikeye
atmak vicdani ve ahlaki değildir. Yirmi iki milyonluk bir
genç kitlesini ve sonrada bütün bir milleti
zehirleyenlerden hesap sormayanlar da böylece tarihi , dini
ve milli büyük sorumluluk ve vebal altına gireceklerini
asla unutmamalıdırlar.
-
Saygılarımızla.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
07 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
- AMERİKAN MUHİBLERİNE
SAYGILARIMIZLA...
-
Millî Mücadeleden
önce yurdumuzda birçok yabancının gelip bizi
kurtarmasını ve ihya etmesini bekleyen ve çoğu -
maalesef- Avrupa da okumuş eli kalem tutan münevver
ve entelektüel aklı evveller böyle birçok cemiyet
kurmuşlar ve uzun süre icra-ı sanat (!)
eylemişlerdi.
-
Bunlardan Amerikan
Muhipleri - yani amerikan dostları veya sevenleri -
cemiyeti en meşhurları olup maruf yazar Halide
Onbaşı - Halide Edip Adıvar ve eşi doktor tıp
bilimci Adnan Adıvar’da bu cemiyetin murahhas
azaları idiler. Bunu daha birkaç yıl evvel
Çanakkale’de iki yüz bin şehit vererek kovaladığımız
İngilizlere sempati duyan “ İngiliz muhipleri
cemiyeti” üyeleri takip eder ve peşinden de buna
benzerleri takılır giderdi.
-
Bence hemen hepsi büyük bir hıyanet-i vataniye
içinde olan bu teşkilatların günümüze sarkan
üyelerinin sayısı kanaatimce milyonlarla ifade
edilebilmekte ve yine o zaman olduğu gibi bugünde
bu insanlarımız ne yaptıklarını hâlâ
bilmemektedirler.
-
On bir kahraman
subayımızın ABD’liler tarafından esir alınmaları,
karakollarına Peşmergelerle birlikte baskın
düzenlemeleri, Barzani ve Talabani haini ile ortak
hareket etmeleri, kasaları kırmaları, uydu
sistemini ve bilgisayarları parçalamaları ,evrakı
ve parayı çalmaları bence çok üzücü, onurumuzu
kırıcı ve milletimizi derinden yaralayıcı bir
harekettir.
-
Evimin kapısına
atılan tekme ile oradaki karakola yapılan
baskının bence hiçbir farkı yoktur.
-
Bir vatanperver
olarak yüreğimdeki yangını ifade etmek mümkün
değildir. His ettiğim derin acı ise kelimelerle
bile anlatılamaz.
-
Şimdi yıllardan
beri ABD güdümlü politikalar izleyenlere soruyor
ve kocaman harflerle gökyüzüne yazıyorum:
-
NASSIL!
-
Master yapmaya
gittiğiniz ve “imkan olsa da buralardan gelmem”
dediğiniz ve bayıldığınız o ülkenin işte içyüzü.
-
Her gün yirmi milyon
dolar ödediğiniz amerikan sigarası tröstleri
kanalıyla İsrail devletinin hazinesine giden paranın
kaynağı sigara tiryakilerimiz.
-
Daha devam edecek
misiniz onun Virginya tütününü, viskisini,kolasını
ve daha bilmem nelerini içmeye.
-
Sevgililer günü’nü
yani sen valentin day’ ini kutlamaya.
-
Müziğini dinlemeye,
kıyafetlerini giymeye, evde annenizin veya eşinizin
pişirdiğini yemeyip hamburger vb. şeyler yemeye.
-
Okulunuzun mezuniyet
töreninde sevinerek keplerinizi havaya fırlatmak
gibi Amerikan adetlerini gelenekselleştirmek için
haykırmaya.
-
(Askerlerimiz orada
sorguda iken-Fatih üniversitesindeki törende sekiz
yüz öğrencinin keplerini havaya fırlatmalarını
şiddetle kınıyorum). Kristmaslarında evinize
bacasından girecek olan Noel babayı beklemeye, çam
süslemeye ve çocuklarınızı kandırmaya devam edecek
misiniz.?
-
Cenaze merasiminde
camii avlularında kara gözlükler takıp ağlamaklı
pozlar vererek ; ölenlerinizin tabutu giderken
alkış tutmaya.
-
Türk lirası yerine
her işinizi dolarla görmeye ve Kaliforniyalı
hayaller kurmaya. Elinizi kalbinizin üstüne
koyup, onun milli marşını dinleyerek şerefiniz ve
namusunuz (!) üzerine vatandaşlık yemin etmeye
devam edecek misiniz ? (En muhafazakar gazete ve
tv’lerimizden birisinin sahibinin yavrusu veya
veliahdı geçen yıl ABD vatandaşlığına geçiş
töreninde objektiflere böyle yakalanmıştı)
-
Nikah törenlerinde
ilgili memura “ iyi ve kötü günde” dedirterek
kilise nikahı benzeri işler tertiplemeye
-
İki atom bombası
ile yüz elli bin suçsuz insanı birkaç saniyede
yerde bir avuç kül ve bir yağ lekesi haline
getirerek öldüren; geri kalanlarını radyasyonla
kirletip nesillerini kanser ederek milyonlarını
katleden
-
Kendi ülkesindeki
Kızılderililerin kökünü kazıyan
-
Fakir Afganistan’da
binlerce masum insanı dev bombalarla paramparça
ederek , sağ kalanlarının da kafasına torba
geçirip okyanus aşırı esir kamplarına götüren
-
Bosna’da-Kosova’da
Sırp Kafiri bir Çanakkale Savaşı kadar Şehit
veren o mazlumları katleder,hanımlarının ırzlarına
geçer,altmış bin çocuğu acımasızca öldürürken
seyreden
-
Şimdi de Irak’ta,
koca bir ülkeyi ele geçirip petrollerine konarak,
insanlarını esir alan ve hemen her gün yeni
katliamlar yaparak biraz daha kök salan
-
Bütün bunlara
terörle mücadele maskesi takarak, cinayetlerine her
an dünyanın bir yerinde yenisini ekleyen
-
İnsanlarının çok
yemekten ve dünyayı sömürmekten çatladığı bu
milletin medeniyetine (!) hâlâ alkış tutmaya devam
edecek misiniz?
-
Kahraman
subaylarımızın kafasına torbalar geçirerek
yanlarındaki Peşmerge hainlerinin alaycı bakışları
altında , onları esir alıp ellerini kelepçeleyerek
götüren ve iki gündür hiç sesleri çıkmayan , bir
resmi açıklama bile yapmaya tenezzül etmeyen ABD
nin içimizdeki sevgili hayranları
-
Çift pasaportlu
mastırcılar, bilmem kaçıncı dereceden masonlar,
duayenler,tarihi eser kaçakçıları, ofşor
bankerleri,kumarbazlar,teolar ,ceolar ve bilmem ne o
lar
-
Green card bekleyenler..Orada işkence var diye
ülkemi karalayıp mülteci numaralarına yatanlar
-
Yatlarına İngiliz
ve Amerikan bayrağı çekenler
-
“İşte elimden gelen
buu” mealindeki İngilizce şarkılar okuyup
örövizyonda birinci olduk deyu sevinçten havalara
zıplayan muganniyeler…”
-
Hayranlık duyduğunuz
medeniyetin bu aziz ülkede zoraki yaşayan ABD
mandacıları
-
nasıl?
-
İşte bayıldığınız
millet ve onun işgalci, soyguncu,emperyalist ,zalim
ve merhametsiz medeniyeti
-
Bu ülke bana (!)
değil üç-beş pasaport,yok yeşil veya pembe kart
-
Hatta bir trilyon
dolar verse, dünyaları ; kainatı önüme yığsa
-
Elimi “vatan
,vatan” diye çarpan şu mangal yüreğimin üzerine
koyup başka bir ülkenin milli marşını söyler veya
vatandaşlığına geçer miyim ?
-
On bir kahraman
Mehmetçiğimin postallarının bir bağcığına değişir
miyim acaba bunları (Hepsine şimdilik geçmiş
olsun diyebiliyor, o peygamber ocağı mensuplarını
tertemiz alınlarından öpüyorum.)
-
Bunu da yazdım
önümdeki veresiye defterime
-
Doğruları yazan
kalemimi kulağımın arkasına taktım yine
-
Çekmecemde
büyük-büyük dedem Maraşlı Sütçü İmam’dan yadigar
dönerli altıpatlarımla bekliyor;
-
Akademiden Hocam
H.Yavuz’un dizeleri ve boğazımda bin bir düğüm
haykırıyorum:
-
“Acılar kaldıysa dünden bugüne,
-
Elbet sorulacak bir hesap vardır”
-
Birazdan akşam olacak.
-
Tersine dönen bu
dünyada güneşin yeniden doğudan doğacağı; işlerin
yoluna gireceği günler yakındır.
-
Kepenkleri kapatmama az
kaldı…
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
08 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
-
ASMALI ÇORUM EVLERİ.
-
Çorum’ da
yaşayan herkesin yıllarca gözünden kaçmış çok önemli
bir ayrıntı vardır ki bunlar da “ Asmalı eski
Evlerimiz ”dir.
-
İnsanların daha beton kozalarda yaşama biçimini
bilmediği bir elli yıl öncesinden kalan bu eski
evlerdeki tarz-ı hayat ; aynı zamanda dünyanın da en
uygun ve en doğru; hatta sağlıklı ve mutlu bir yaşama
biçimiydi.
-
Evlerin
çoğu tek katlıydı. Büyük bir at arabası kapısı ve
yanında bir de insan girişine ait masif çamdan tek
bir kanat bulunurdu.Fakat kimsenin akıl erdiremediği
; bu evlerin dışına yani yol üzerine sokaklara ve bu
eski binaların bir kenarına kimlerin bu “asmaları
”diktiğidir.
-
Başka
illerin veya bölgelerin eski evlerinde bu gelenek
pek yoktur. Varsa da hep içeride bahçede veya
avludadır. Ama bizim Çorum Evlerinde binanın
dışına,sokaklara, duvarların dibine bu asmalar
çubuklanmış ve yine duvara bitişik bir şekilde
büyütülmüş; dal budak salınca da daracık sokaklara
salınarak karşı evlere atılan tellere veya iplere
sarılmış ; bulunduğu bölgeye hem gölgelik getirmiş
hem de gelen geçenin yemesi için salkımlara izin
verilmiş.
-
Genellikle
tek katlı ve toprak tuğlalardan veya kaba taş örgüden
oluşan duvarların önünde ana giriş kapılarının bir
kenarında nazlı nazlı salınarak yükselen ve zaten
daracık sokağı kucaklayarak uzayıp giden bu asmaların
nasıl bir görgü veya düşünce hatta amaç neticesi
dikildiği hala meçhulumüzdür. Gelip geçenlere,
sokaklara gölge yapması için mi, insanların oturup bir
kenarda olmuş üzümleri yemesi, yapraklarını toplaması
için mi? Hayır ve hasenat için mi? Bilinmez...Hatta
bu asma sevgisi o kadar ileri gitmiştir ki tarihi
kunduracılar arastasındaki o dar sokakları bile asma
dalları adeta sarıp sarmalar ve sevgiyle kucaklar.
-
Türklerde
asmanın yeri ve önemi zaten malumumuzdur. Osmanlı
dönemi mezar taşlarından sokak çeşmelerine kadar incir
ve nar ile birlikte hatta selvi motifleriyle mütalaa
edilir. Ama bu küçük taşra kasabasının asma sevgisini
anlamak pek kolay olmamaktadır.
-
Ama
bildiğimiz tek bir şey var. Tarihi Türk evlerini
incelediğimiz otuz yıl boyunca ülkemizin hiç bir
yerinde de böyle bir geleneğe de pek
rastlamadığımızdır.
-
Bu
inanılmaz hadiseye bizim gibi tanık olmak isteyenler
Ulu camiden başlayan bir çember çizerek aşağı
sokaklara, kısmen Devane’ye, bilhassa Çöplük
Arastasına, oradan da eski Gazipaşa Yavruturna,
Yeniyol Mahallelerine ve Kulaksız sokağa bağlanan
yan sokaklarda gezinebilirler. Burada kalan tek–tük,
iskedoslu eski toprak evlerin önlerinde; kapılarının
kenarındaki asmaları görebilir ve bir elli yıl
önceki “ eski görgünün ve medeniyetin ” izleriyle
yeniden tanışabilirler.
-
Bir
sokaktaki evlerin çoğunda bulunan bu asmaların
oluşturduğu yeşil kent dokusunun güzelliğini bugün
artık tahayyül dahi edemiyorum. Yemyeşil asmalı
arastanın, serin gölgeli sokakların, demli bir bardak
çayın tadının yıllarca unutulmayacağı çöplük arastası
kahvehanelerinin keyfi kim bilir nasıl bir başkaydı.
Hele eski Çorum; sanayii ve çevre problemleriyle
kuşatılmamışken etrafı bağlarla çevrili nasıl güzel
bir taşra vilayetiydi hatta Devlet-i Ali
mutasarrıflığıydı.
-
Malzeme
seçimi, peyzaj, plan, ergonomi, kullanım ve insan
faktörünün en doğru şekilde değerlendirildiği,
sağlıklı insanların, huzurevine gönderilmesi asla
düşünülmeyen her zaman sevilip sayılan dede ve
ninnilerle; birbirini seven insanlardan oluşan; büyük
ailelerin yaşadığı eski evler veya eski konaklarıyla
bu şehir nasıl da aziz ve güzeldi.
-
Çorum’un
veya kısaca orta Anadolu’nun alameti farikası
sayılabilecek “Ev planı”; bahçe içinde dışarı kapalı;
harem ve selamlıklı, divanhaneli yani açık sofalı
farklı yaşama birimlerinden ve birlikte yaşanan ortak
mekanlardan oluşan; büyük aileler için düşünülmüş bir
yapı ve müştemilatlar manzumesiydi.
-
Asmaları
gibi bu bahçedeki ulu dut ağaçları da, hatta
türlü-kokulu çiçekleriyle cennetten bir köşeyi
andıran bu evlerde yaşayan insanların yaşama
sevinçlerini ve psikolojilerini hiç tahayyül
edebiliyor muyuz.
-
Şimdi ise
insanların; argo bir yaşama biçimi içerisinde, altmış
bin otomobilin direksiyonlarına geçerek yerli-yersiz
kornalarıyla yayaları, hamile hanımları ürküttükleri
sinirli ve kaba bir yontma taş çağındayız.
-
Etrafımız,
egzost gazları, tavuk çiftlikleri ve çöp dağlarının
yangınları ve kokularıyla, çimentolaşmış baca
gazlarının siyah dumanlarıyla kaplı. Asfalt
,zift,nikotin, sigara ve alkol dolu ciğerlerimizle
eski asmalı evlerin nezaheti edebi, vakarı ve
asaletini, temizliği ve ferahlığını bu gün ki
Çorumluların son bir kere daha hatırlamalarını hatta
saygıyla anmalarını diliyorum.
|
|
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
09 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
AT PAZARLIĞI
-
ABD nin Irak’ ı işgali öncesinde
Amerika’ya çağrılan Dışişleri eski Bakanına-Sn.Yaşar
Yakış’ a- Başkan Buş’ un söylediği şu sözler aylar
geçtiği halde içimden bir türlü çıkmıyor.
-
Aslında
içimden çıkmayan eloğlunun söylediği değil de bizim
bir türlü veremediğimiz cevaptır.
-
Basından yakaladığımıza göre ; Sn.Yakış,
Buş’a “Biz buraya at pazarlığı yapmaya
geldik”demişti. Başkan da ona ben Teksaslıyım ,at
pazarlığını sizden iyi bilirim ” diye cevap vermişti
de .. Bizim dışişleri de diğerleri gibi bunun da
altında kalmışlardı.
-
Bu lafın
ne alemi vardı o zaman bilmiyorum ama ben olsaydım
orada şöyle cevap verirdim.
-
Siz ikiyüz yıllık bir devletsiniz. Bizim
ise yazılı tarihimiz en az ikibin yıllıktır. Biz At’a
taa Orta asya’dan beri biniyoruz. İnanmazsan uydundan
Çin seddinin fotoğraflarına bir bak. Bu Türk
akınlarına karşı yapılmış yeryüzünün dört bin km.
gelen en uzun duvarıdır.;bu biiir.
-
Esas ata binenler senin dedelerinin
katlettiği,kökünü kazıdığı, bu kıtanın eski
sahipleri olan kızılderililerdir. İnkalardır,
mayalardır, azteklerdir; bu ikiii.
-
Sonra biz şimdi senin işgale yeltendiğin
bu toprakları dört yüzyıl elimizde tutmuş bir
milletin torunlarıyız, buraları nasıl fethettik
biliyormusun, At sırtında…Hatta yaya yürüyerek…Bu üüç..
-
Bak
Topkapı Sarayındaki tablolara, bütün ecdadımız at
üstünde..İnanmazsan Yunan’a sor, denize nasıl
dökülmüşler Türk süvarilerinin önünde…Bu dööört.!
-
Ya da aç tarih kitaplarına bak, Almanya
önlerine nasıl gelinmiş, Budin,Uvyar, Estergon nasıl
fethedilmiş, kim atını denize sürmüşte
Konstantiniyeyi fethetmiş…Sınırları atların nal
izleri çizmemişte kim çizmiş acaba bir fikrin var mı
. Bu beeş !
-
Hatta
Dedem -Allah rahmet eylesin- süvari zabiti Hasan
Nafi Efendi at sırtında İşkodradan /Balkanlardan-
Kafkas Cephesine nasıl gitmiş C-47 lerle mi !
-
Bak bu da onun hâlâ sakladığım gümüş
kırbacı ve atı “Kekliğin ” fakfon kaşağısı…Bu da
altı..
-
Demek sen teksaslısın ha…At pazarlığını
iyi bilirsin öyle mi .
-
Atatürk’ün, onu anlamaya çalıştıklarını
sananların hep unuttukları bir dış politika
düsturu-kanunu- vardır. Bunu ne o kocaman unvanlı dış
politika profesörleri anlatır, ne de kırk yıllık
hariciyeciler hakkıyla bilir..
-
Mustafa
Kemal Paşa kimsenin ayağına gitmemiştir.Milli
Mücadeleden önce Libya’da Bingazi’ de, Derne’ de,
Balkanlar’da,Sofyada hep zabit olarak bulunmuş,
Veliahd İzzettin Efendi ile Almanya’ya gitmiş,
Karlsbad’da kaplıcalarda tedavi olmuş ama Reisicumhur
seçilince de kimsenin ayağına gitmemiştir. (Tarihe
bakınız , hep onun ayağına gelenlerin Dolmabahçe
rıhtımında çekilmiş resimleri vardır.)
-
Tarık bin Ziyad ,Cebelitarık’ ı geçip
İspanya kıyılarına gelmiş ve atını denize sürerek
şöyle haykırmıştı;
-
-Yarabbi!
-
Arada şu okyanuslar olmayacakdı da senin
şanını dünyanın öteki ucuna kadar taşımazmıydım.!
-
-Ah ah ki ne ah…!
-
Biz bu lafların altında kalacak millet
miydik !
-
-Ya da kimsenin ayağına gidermiydik.
-
-Ey, at pazarlığını iyi bildiğini
zannedenler…
-
Biz bu zaferlerin ve atların tüccarı
değil, Sahibi, binicisi ve süvarisiyiz. Dün
öyleydi,yarın da öyle olacak, inşallah
-
Bugün işgal ettiğin yer; Halifem Harun
Reşid” in dünki masal şehri, Ve ecdadımdan Sultan
Dördüncü Murat Hanın “Güzelce Bağdat’ı”dır.
-
Memalik-i İrakeyn de ; Dicle-Fırat arası
Maveraünnehir
-
Benim doru
arap atlarımın yaylağı, Veya Seyislerimin köyü veya
tavlasıdır.
-
-Bu coğrafyada AĞA BENİM…
-
Şimdilik aradaki okyanuslara dua et.
-
Selâm ve saygı ile…
-
-
(*) Bu
tahrir, united states nam küffarın Memalik-i Irakeyn’i
cebren işgali sonrasında ve Kerkükdeki Evlad-ı
Şuheda Kahraman Asakiriyemizi ve aziz Zabitanı
derdest ederek eski Osmanlı Memaliki Güzelce
Bağdat’a mecburi tebdili hevaya daveti evvelinde
kaleme alınmıştır. Tevafuktur inşaallah…Baki selam...
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
10 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
ATATÜRK LİSESİNDE YEŞİLAY HEYECANI
-
Yeşilay Haftası Kutlamalarının gerçekleştirildiği Çorum
Atatürk Lisesi geçtiğimiz gün heyecanlı saatlere sahne oldu.
-
İlimizde ilk defa ödüllü yarışmaların tertiplendiği ve
birincilere kıymetli armağanların verildiği kutlama
etkinliklerine gençler resim, kompozisyon, afiş, maket,
bilgisayar sunumu ve şiir dallarında katılarak hüner ve
yeteneklerini sergilediler.
-
Üç
aydır devam eden çalışmalarının neticesinde ortaya koydukları
eserlerinin jüri tarafından incelenmesi ve sergilenmesinin
ardından geçtiğimiz gün okullarında tertiplenen Yeşilay
Gün’ünde ödüllerini alan genç Yeşilaycılar; sigara ve alkol
kullanmadıklarını, hayatları boyunca da kullanmayacaklarını
belirterek Yeşilay davasına sadık kalacaklarına da söz
verdiler.
-
Okul Müdürü Ahmet Güngör’ün yaptığı açılış konuşmasının
ardından bir sinevizyon sunumu yaparak Yeşilay haftasının
önemini anlatan Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi Başkanı
Attila Alpay bağımlılık yapan maddelere hiç başlamamış
sağlıklı ve tertemiz nesiller istediklerini anlatarak
özetle şunları söyledi:
-
“İlimizde ilk defa böyle bir Yeşilay haftası kutlaması
yapıyoruz. Senelerdir bütün eğitimcilerimize yalvardığımız
halde kimse bizi ve Yeşilay haftasını önemsemedi. Aynı zamanda
benim de eski okulum olan Çorum Atatürk Lisesinde böyle ciddi
ve önemli bir çalışma yaptık. Bir kaç aydır hazırlıklar devam
ediyor. Kırka yakın öğrencimiz bu hafta münasebetiyle ciddi
eserler hazırladı. Onları geleceğin Yeşilay gönüllüsü gençleri
olarak görüyor ve muhabbetle selamlıyoruz. Bu etkinliği
tertipleyen okul müdürümüz Sayın Ahmet Güngör Beyefendiye ve
Biyoloji öğretmeni Sn. Sebiha Küçüker’ e sonsuz şükranlarımızı
sunuyor, Türkiye Yeşilay derneği ve şahsımız adına çok
teşekkür ediyoruz.”
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
11 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
AYVANSARAY
O ilk halkaya yetişememişdi.
Ama çevresindekilere hep İslamı anlatır Müslümanların nasıl
olması gerektiğinden bahsederdi. Kainatın efendisinin
vefatında; Uhud , Bedir ve Hendek gazvelerinde kullandığı
gergedan derisi kalkanın bir Yahudi tüccarda rehin olduğunu
anlatır, onun dünya malına neden hiç değer vermediğini izaha
çalışırdı.
Müslümanların zenginliği
paylaşmak olmalıydı. Garbda ki Müslümanın acısını şarktaki
duymalı diyordu. O' SAV na hediyeler geldiğini ve ev halkının
ihtiyacından fazlasını yoksullara dağıtıldığını söylerdi.
Abdest alınacak su deniz dahi
olsa israf etmemeli diyen o büyük insanın bütün hayatını
ezbere bilirdi. Onsuz geçen hiç bir anı olmamıştı. Onunla
birlikte olmak şereflerin en büyüğüydü.
Asrı sadetden sonra insanların
imanı yerindeydi. Müslümanlar namaz kılıyor, zekat veriyor
ve kurulan ilk İslam devletlerinde sadık birer vatandaş olarak
İslam’a uygun yaşıyorlardı fakat yine mal ve evlat
gayretkeşliği içine girmekteydiler. O bunları görüyor;
toplumsal dayanışmanın azalarak Müslümanların yine canlarının
derdine düştüklerine üzülerek şahit oluyordu.
Mektuplar yazıyordu
etrafa.devlet adamlarına,islamı yaşayanlara,başka islam
ülkelerine..Emirlere valilere,yöneticilere..Herkesi bu
dünyayı terketmeye ve mal biriktirmemeye çağırıyordu.Hayırda
yarışmanın önemini anlatıyor,benlik davası gütmenin yanlış
olduğundan bahsediyordu.
Misal verdiği her zaman
kainatın efendisiydi.Onun mal ve mülk adına neyi vardı.
Vefatındaki bir kucak eşyanın tesbiti yapılmıştı. Ondan
kalanları normal bir insan bile sırtına vursa taşıyabilirdi.
Bir hasır,başının altına bir taş parçası,bir yatak,iki çift
ayakkabı, iki kılıç,iki hırkası-birisini üveysel kareniye
gönderilmesini vasiyet etmişti,oku,yay kirişi,kalkanı (yahudide
rehindi),Kuran-ı Kerimi ...Hepsi hepsi bir kucak eşyaydı
kalanlar...
O islamın ilk devlet başkanı, Kainatın hürmetine
yaratıldığı en mübarek insan, dünyaya gelmiş bütün
peygamberlerin peygamberi ve bütün dünya Müslümanlarının
imamı,cin ve insanların peygamberiydi.
Cennete girecek insanlar onun
şefaatine nail olmazlarsa giremezler, onun buğzettikleri
içinde cehennemde ateşler tutuşturulurdu. En kutlu,en mübarek
ve en büyük oydu.
O olmasına rağmen, dünya malı
olarak neyi vardı ?
İstese zengin olamazmıydı.Kendisine
bağışlananları fakirlere dağıtmasa ,birazını biriktirse
dünyanın gelmiş geçmiş en zengin adamı olmaz mıydı?
Ama onun gözü bu dünyanın
bütün mallarına kapalı ve tokdu.İslamın muzafferiyeti için
çalışmış,yeryüzündeki hiç bir insanın çekmediği kadar sıkıntı
çekmiş ve asla rahat yüzü görmemişti. Halkıyla beraber
çalışır,sırtında yük taşır,kimseye elini öptürmezdi.
Devlet başkanına, müminlerin
ilk hükümdarına kim hesap soracaktı. Konuştuğu hadis, ağzından
çıkan ayetti.
Oda bunları anlatırdı hep.
Kainatın efendisinin vasıflarını sıralardı hece
hece...Müslümanlar onun gibi olmalıydı.İsraf etmemeli ,bu
yalan dünya için ipek,altın ve pırlanta biriktirmemeli,atlara
ve kadınlara,oğullara ve kızlara,evlatlara ve bilcümle dünya
malına bu kadar kıymet verilmemeliydi.
Hayatını bunları anlatmaya,
insanlara tekrar tekrar öğretmeye adamıştı.
Zamanla memleketinde de onu dinlemez oldular. Bu dünyanın
büyüsü asrı saadetten sonraki yıllardada müminleri yine sarar
oldu. Şeytan bu dünyayı güzel gösteriyor ve müminleri hayırdan
alıkoyuyordu. Engellenen yol peygamberin sav yoluydu.
Nihayet hadisle müjdelenen o
büyük fetih için kalkıp konstantiniyye önüne geldi.
Halid bin Zeyd, Kaab bin Malik, Cabir bin Abdullah;
Muhammed El Ensari gibi o da yaşlıydı .Gemilerle aylar süren
yolculuğun sonunda Hristiyanların surları önündeki ordugahda
kuşatmaya katılıyordu.Kış bastırmışdı. Ülkesinde görülmeyen
iklimler onu ve diğerlerini hasta etmişti. Son günleri
olduğunu kendiside hissediyordu. Vefatında veya şehadetinde
bulunduğu yere gömülmesini vasiyyet etti. Bu şehir elbette
bir gün fetholunacak ve onunda kabrinin bulunduğu yer bir
İslam diyarı olacaktı.
Aradan 1450 yıl geçti.
Doğduğu , İslamı kabul ettiği,
kainatın efendisiyle omuz omuza çarpıştığı ülkesinde kendi
kabilesinden veya soyundan gelenler, onun torunlarının
çocukları onun ismini ve hatırasını yaşatmak için onu hep
anlatıyorlar ve hürmetle anıyorlardı.Ama yaptıkları hatanın
hiç de farkında olmıyorlardı.
Dünyanın en pahalı
mermerleriyle kaplı Medinedeki Cennet-ül Baki kabristanının
önündeki büyük caddeye onun adını vermişlerdi.
O caddede yine büyük alışveriş
merkezleri bulunuyor ve bütün dünyanın lüks tüketim malları da
orada bir araya gelmiş ; hacıların uğramasını bekliyordu.
Oysa kendisi bulunduğu Osmanlı
topraklarında ne kadar da mutluydu. Kabri mütevazi evlerle
dolu, fakir insanların yaşadığı eski bir sokakda
bulunmaktaydı.O sokakta ismini yaşatacak küçük bir mescid ile
birde küçük bakkal dükkanı vardı.
Bugün Ayvansaray vapur
iskelesinden inenlerin karşısına çıkan paslı bir tabelada bu
mübarek insanın ismi yazmakta o tek katlı evlerden mamul
mütevazi sokağı ,mübarek Kabr-i Şerifleri ve mescidi tarif
edilmektedir: "Ebu Zer Gıfari RA türbesine
gider. |
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
12 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BALKONDA SİGARA İÇMEK İNTİHARDIR
Kış aylarında sigara tiryakilerinin
çevresindekileri rahatsız etmemek için evlerinin balkonuna çıkarak
sigara içmelerini intihardır.
Mevsim soğuklarına bile aldırış
etmeyerek yemeklerini yedikten sonra sigara içmek üzere
balkonlarına çıkan tiryakilerin en kısa zamanda kalp ve akciğer
hastalıklarına yakalanabilirler
"Sigara tiryakilerin yaptığı iki
yanlış burada hayatlarına mal olabilir. Birincisi evlerinin 25
derece sıcaklığından genellikle palto ve pardösü almadan -8 ve daha
soğuk derecelere çıkıyorlar. Otuz derecelik ısı farkı bilhassa
kilolu tiryakilerde ani enfarktüs krizlerinin başta gelen
sebebi olarak biliniyor. Hele tok karnına sigara bile içilmezse bu
hadise zaten tek başına bir intihardır. Böylesine soğuk havalarda
yemekten en az yarım saat sonra dışarı çıkılması gerekir.
İkincisi balkonda ve soğukta içilen
sigaranın sıcak katranı aniden donarak akciğer bronş hücrelerine
yapışmakta ve nefes alma yollarını tıkamaktadır. Bu da intiharın ve
ölümün bir başka biçimidir. Balkonlarımızda akşamları solunan hava
zaten yüksek karbon monoksit ile zehirli maddeler ihtiva etmekte ve
çok büyük kirlilikler arz etmektedir. Sigara ile zehirlenilmese bile
havadaki partikül maddeler hele kükürt dioksit gereken zehirliliği
yapmakta ve sigarayı aratmamaktadır. Görünen manzara tiryakilerin
bile bile intihar etmelerinden başka bir şey değildir. Soğuk hava,
sıcak zift, katran, nikotin, karbon monoksit, karbondioksit, kükürt
dioksitler kombine bir intiharın ve ölümün diğer bir şekli
olmaktadır.
Sigara tiryakilerini balkonlarında sigara içmemeleri konusunda
uyarıyorum.
İçeceklerse kalın giyinmeleri
gerektiğini hatta böyle soğuk havalarda ölüme davetiye çıkarmaktansa
bu zehirli maddeyi artık bırakmaları gerektiğini bir kere daha
hatırlatıyorum.
En iyisi ise hiç sigara içmemektir.
Tüm tiryakileri sigarayı bırakmaya ve sağlıklarını riske atmamaya
çağırıyorum !"
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
13 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
-
BİR ÇAMAŞIR GÜNÜ
-
Günümüzde böyle
envai-çeşit elektrikli ev eşyalarını, su
ısıtıcılarını, robotları, çamaşır, bulaşık ve
çay-kahve makinelerini gördükçe; ister istemez
eski Çorum kadınlarının soğuk ve karanlık kış
günlerinde neler çektiklerini hatırlıyor ve üzücülere
gark oluyorum.
-
O günlerde-mesela
elli’li yıllarda- çamaşır yıkamak bugüne
göre büyük bir merasimdi. Bir gece önceden
elenmiş meşe külüne teknelere,kazanlara ,leğenlere
“basılan” kirli çamaşırlar ertesi güne hazırlanır,
erkeklerin ve çocukların ayak altında
dolaşmamaları için gereken tedbirler alınırdı. Çamaşır
merasimi bu güne göre büyük bir kabustu.
-
Sabah ezanından sonra
gelen çamaşırcı kadınlar evin bahçesindeki veya
bitişiğindeki haymalık,dam, çamaşırhane veya
ocak denen ayrı bir yerde ateşi
yakar;isli büyük bir kazanla temiz su
ısıtır,altına da devamlı odun atarlardı.Bu
kazanlara “banma” denirdi. Ve zencilerin
karikatürlerde adam kaynattıkları cinsden
dışı isli ve kapkara,içi kalaylı ve tertemiz,büyükçe
bir şeydi.Gittikçe har’ lanan ateşle
kaynayan su, bakır bir büyük kepçe veya bakraçla
helke’ ye alınır ;oradan da taş tekneye dökülürdü. Bu
tekne iki gözü olan 1-1.5 m. boyunda, 60-80.cm eninde,
otuz cm yüksekliğinde ,büyükçe ve biraz eğimli yontma,
masif bir taş blok idi. Kumtaşı veya buna benzer
yumuşak bir mermer cinsinden oyulmuştu.
-
Önlerindeki delikler birer parça kumaş ile tıkanır
ve güçlü kuvvetli çamaşırcı kadınlar
çamaşırı yıkamaya başlarlardı. O koca çarşaflar, bu
pazulu ve kuvvetli kadınların elinde önce
iyice çitilenir, burularak sıkılır ve
tokaçlanırdı. Tokaç ise masif çamdan yontulmuş bir
tahta cisimdi kısa saplı ve küreğe benzerdi. Alt yüzü
düzdü ve çamaşırı dövmeye yarardı.Yeşil,beyaz sabun
azdı ve deterjan daha keşfedilmemişti.
Kristal soda , çamaşır suyunun yerine
kullanılırdı. Hele hele “ Öküzbaş Çivid’i” denilen
mavi bir madde ile frenk gömleklerini
yıkamak,yıkarken ayarını tutturmak ve ona hafif
uçuk mavi bir rayiha vermek yeni
gelinler için adeta bir sanat’ tı.
-
Üstü kapalı üç
bir tarafı açık bir damda veya müştemilat bir
yapıda bir yandan-büyük bir ateşin üstünde kaynayan
kazandan ısınmaya çalışarak-hem terleyip-hem üşüterek;
karda-kışta çamaşır yıkamak çok büyük ve
zahmetli bir işti. İnsanın böyle durumda “ önü mangal
kavurur, arkası harman savurur”du. Varlıklı ailelerin
hem çamaşırcıları hemde mahalle çeşmesinden su çeken
sakaları vardı
-
Ama o günler
yoksulluk ve yokluk günleriydi. Alamanlar harbi daha
yeni kaybetmişlerdi.Bit milletin başından ve
yakasından eksik olmuyor ;her yerde sıtma ile mücadele
veriliyordu..
-
Halk fakir olduğu
için çoğu kendi işini kendi görür ve sert kışlarda da
birçok kadın böyle çamaşır günlerinde üşütür ve
ince hastalık –verem-sahibi olurdu.
-
Sonra, yıkama
faslı akşama doğru biterse bu seferde derin
tandırda yakılan ateşe kös tepilerek veya kızgın sacda
mayalılar veya börekler pişerek, közde çay
demlenip,küle gömülen patlıcan veya
patatesler,yumurtalar yenilerek bir bitiş keyfi
yapılırdı.
-
Asılan çamaşırlar
ertesi günü kurursa bu seferde ütü
merasimine geçilirdi . İçine mangaldan alınan
köz konulan ateşle ısıtılan eski demir-döküm
ütülerle o sakız gibi beyaz çamaşırlar ütülenir(sık
soğuyan bu kocaman ve ağır ütülürdeki ateş arada bir
üflenir ve canlandırılır),işi bitenler
katlanır,bohçalara konur, dolaplara yerleştirilirdi.
-
Çocukluğumda ve dedemin eski cumbalı konağında bütün
bir evin ayaklandığı ve cehenneme döndüğü bir
çamaşır gününde -kirli çamaşır dağlarının
ortasına oturttuğu sayısız çocuklarını bir
yandan emzirip bir yandan da çamaşırlarla adeta
güreşen- çamaşırcı İhsaniye’ yi bu günkü
gibi hala hatırlarım.
-
Bugünün ak
saçlı nineleri olan o günkü taze gelinlerin
çektiği çileyi-sadece bir çamaşır için bile olsa-
bugünün hanımlarına anlatmak bana çok zor
geliyor.
-
Eminim ,bugünküler
böyle bir çamaşır gününden sonra bir hafta hasta
yatarlardı .
-
Hey gibi günler ...
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
14 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BİR
ETKİNLİK RESİMLERİ 25 Haziran 2008
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
15 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
BİR GÖÇÜ İNCELEMEK
-
Günümüzden
42 yıl önceydi. Ellerinde tahta bavullarıyla
İstanbul-Sirkeci den trene binen ilk Türk işçi
kafilesi gurbete gidiyor; geride gözü yaşlı ailesini
bırakarak ekmek parası uğruna hiç bilmediği bir diyara
yelken açıyordu.
-
Almanya
ile imzalanan işgücü antlaşması gereği 2.Dünya
Harbinde nüfusu azalan ve çalışacak genci kalmayan bu
ülke bizimle birlikte İspanya, Portekiz, Yunanistan
ve Yugoslavya’dan da işçi istiyor; ülkesini
kalkındırmaya uğraşıyordu. Hemen hepsi sıkı doktor
kontrollerinden geçmişti. Ağzında bir çürük dişi bile
olan gidemiyordu. Çoğu bekardı. Büyük bir kısmı da
sanat okulu mezunlarıydı. Hatta çoğu askerliğini de
yedek subay olarak yapmıştı.
-
Bu ülkenin
adı “Doyçland’ dı ve parası da “Alaman markı” adıyla
anılıyor; bir mark da 1,5-2 lira ediyordu.
-
İlk giden
işçilerimiz bu ülkeye alışmakta epey zorlandılar.
Toplu halde yurtlarda kaldılar. Yemeklerini kendi
pişirdiler. Çamaşırlarını kendileri yıkadı,
söküklerini kendi diktiler. Tek hedefleri para
kazanıp ülkedeki sefaletten kurtulmak, ailelilerine
yardım etmek ve bir an önce de durumu düzeltip geri
dönmekti. Türkler hariç ilk iki yıl içinde bütün diğer
ülkelerin işçileri geri döndü. Ama kırk yılı geçmesine
rağmen oradaki Türk kolonisi vatandaşlarının hele
değişime uğramış üçüncü-dördüncü kuşağının dönmeye
hiç mi hiç niyeti yok gibi görünüyor.
-
İlk
yıllarda Berlin sokaklarını süpüren ,hamallık yapan,
Ford fabrikalarında montaj bandında çalışan ve adeta
makinelerle yarışan bu işçilerimiz kırk yıl sonra
elli bin alman çalıştıran 210 bin kişiye iş imkanı
sağlayan işverenler oldular. Yetmişli yıllardaki
işveren sayısı üç bin iken bu sayı bugün 51 bine
ulaşmış ve tüm Avrupa’daki Türklerin sayısı da altı
milyona yaklaşmıştır. Avrupa’nın nüfusu gittikçe
azalmaktadır. Hızlı makineleşmenin getirdiği ileri
teknoloji ve dünya nimetlerinden en üst düzeyde
yararlanma hırsı Avrupa insanının refahını çokça
artırmış buna mukabil insan sevgisi ve çocuk yapma
yeteneğini de sıfıra indirmiştir.
-
Nüfusu 2
milyona yaklaşan Köln şehrinde 250 bin köpek evlerde
yaşamakta ve köpek mezarlıkları bile çoktan kurulmuş
bulunmaktadır. Çocuk sevgisinin yerini hayvan sevgisi
almakta bu ise anlayışımıza göre bize oldukça ters
gelmektedir.
-
Avrupa
birliği ülkelerinde artış hızı eksilerde
seyretmektedir. Ömürleri,gelişen koruyucu hekimlikle
ve ileri tıp’ la uzamakta ve nüfusları
ihtiyarlamaktadır.300 milyonluk toplam AB ülkelerinde
bugün 17 milyon Müslüman varken bu sayının 2030 da 30
milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Bu Hıristiyan
Avrupa için büyük bir tehlike sayılmaktadır.
-
Kırk iki
yılın sonunda bu göçün ülkemize getirdikleri özetle
ve bizce şunlardan ibarettir:
-
1/
Gurbetçi dövizleri ülkenin ekonomisine doğru-dürüst ve
direkt olarak kazandırılmış olsaydı bugün bir
yerimizden belli olur şu 21. yüzyılda hala IMF
kapılarında el/avuç açmazdık. Bu maddedeki tek kazanç
gurbetçi parası ile kurulmuş ve bugün ülkemizin önde
gelen bazı büyük sanayii kuruluşları ve holdinglerdir.
Onlarda üyelerine gelir desteği sağlamakta, ülkeye
istihdam sağlamakta hatırı sayılır bir paya sahip
bulunmaktadırlar. .Özetle hükümetlerin yetersiz ve
hatalı çabaları gurbetçi birikimlerini hiçbir zaman
yeterince değerlendirememiştir.
-
2/ İşci
dövizi ; iktisadi güç olarak dışa bağımlılığı
gittikçe artan ülkemizde her gün çoğalan lüks tüketimi
ve 80’lerde patlama yaparak her gün çığ gibi büyüyen
ithalatı bile karşılayamaz olmuştur.Bu da eğer
yerinde kullanılsaydı arzuladığımız ağır sanayii
hamlelerini çoktan başarmış olurduk.
-
3/ Türkiye
sınırları dışındaki gurbetçilerimizin -bu anlayış ve
sistem içinde- bize bir faydası asla
olmayacaktır.Kırk yıl önceki kuşak ülkesinde tarla/bağ
bahçe alıp, yatırım yapmak arzusunda iken ikinci kuşak
da bu geleneği sürdürmüş; üçüncü kuşak ise ülkesini
yaz tatillerini geçireceği bir yabancı ülke olarak
bilmiş ve son jenerasyon ise Almanya da veya
bulunduğu yabancı ülkede ev ve araba alarak, bütün
yatırımını orada yapmıştır. Bu çocuklar ve onların
torunları artık çift pasaportu olarak o ülkelerde
askerlik yapmakta ,vergi vermekte ve seçip
seçilmektedirler. O ülkenin kültürünü ve yaşantısını
ne kadar benimsemiş olsalar ev sahiplerine göre hep
birer yabancıdırlar. Öte yandan kimlik yozlaşmasına da
uğradıkları için bize göre de “arada kalmış
”insanlardır.
-
4/ Bütün
incelemeler ilk gidenlerin İslami-milli bir
anlayış,dayanışma ve yaşantı içinde birbirlerine
kenetlenmiş ve devamlı vatan hasreti çeken insanlar
olduğunu göstermekte ama bugün ise bundan bahsetmek
imkansız görünmektedir.Onlar için bu ülke artık bir
yaz tatili ülkesi ,dedelerinin hasbelkader
memleketidir.
-
5/ Almanya
üniversitelerinde elli bin gencimiz öğrenim
görmektedir. Bunlar doktor mühendis vb mesleklere
sahip olunca ülkelerine dönmeyeceklerdir. Çünkü
aileleri oradadır.Çift pasaportları vardır. AB ülkesi
vatandaşı da oldukları için dünyanın her yerine
vizesiz gideceklerdir.Bu bazılarına göre bir
nimettir.Oradaki kazanç ile ülkemiz para birimi
arasında artık bir uçurum vardır. 1960 larda ki bir
mark üç lira iken bugün Euro iki bin liraya
yaklaşmaktadır.Orada çalışıp-kazanıp dünyalık yarışına
girmenin bir koca anavatana ne faydası olabilir. Sonra
yurtdışında mal /mülk edinenlerin hepsi de gurbetçi
midir? Yapılan araştırmalar artık bir Almanya
kolonisinin Milli,İslami ve kültürel değerlerini
büyük çapta yitirmiş insanlar olduğunu
göstermektedir. Bazen gazetelerin sınır kapılarında
yaptığı anketlerde de dehşet verici sonuçlar ortaya
çıkmaktadır.
-
Sonuç
olarak bize göre:
-
Türkiye’
yi bir zamanlar sadece dedesinin vatanı olarak bilen ;
-
İslami ve
milli değerlerden ,geleneklerden uzak yaşayan,
-
Kendi
dilini bile doğru dürüst konuşamayıp, bulunduğu ülke
adına askerlik yapan, orada kazanıp orada vergi veren,
insanların bize hiçbir faydası yoktur.
-
Sayıları
isterse yüz milyon olsun,isterlerse ispanyada şatolar
satın alsınlar; isterlerse beş üniversitede mastır
yapsınlar, isterlerse o ülkenin dillerini su gibi
konuşsunlar!
-
Bir milli
ülkü etrafında birleşmedikçe, Allah’ın emir ve
yasaklarına uymadıkça, bir Müslüman gibi yaşamadıkça;
Bu dünyanın hırslarını , mal ve mülk edinme
gayretkeşliğini bir yana bırakmadıkça; Batının
ölçülerini benimseyip egoist ve alkolik bir tüketim
toplumu bireyi olmaktan vazgeçmedikçe ; Dilini
konuşmadıkça, inancını yaşamadıkça, toprağı-vatanı,
kederi ve sevinci paylaşmadıkça ; Ülkesindeki
akrabalarını, yoksullarını, dullarını, yetimlerini
hele bugünlerde bombalarla yok edilen Müslüman
kardeşlerini düşünmedikçe…Gözyaşı dökmedikçe, Kim
dünyanın neresine göçerse göçsün!
-
Uğurlar
olsun…
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
16 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BORÇ
Ülkeyi yönetenlerin iyi yönetemediği ve Amerika’nın
Afganistan’ı vurduğu, iktisadi çöküş ve büyük maddi sıkıntılarının yaşandığı
günlerdeydik. Hemen her gün yapılan zamlarla büyük bir sosyal çürüme içine
giren halkın durumu da içler acısıydı. Yaşayan sosyal doku ve hala çözülmemiş
akrabalık ilişkileri ile insanlar hayatını idame ettirmeye çalıyordu. Kış
gelmişti. Herkes gibi bende en sıkıntılı günlerimi yaşıyor, nereye para
yetiştireceğimi şaşırıyordum.
Havaların soğuması hastalıkları artırmış, bu da tedavi ve
yakacak giderlerini etkilemiş bütçemi de gerçekten perişan etmişti. Ülkede
Amerika’nın saldırdığı Müslüman kardeşlerimizin yaşadığı Afganistan’ın para
birimi olan Afgani bile abd doları karşısında yükselmiş; Türk Lirası ise değer
kaybetmişti. Öyle ki bu kaybediş de hemen her gün hissediliyor döviz
yükseliyor ve ona bağlı olan tüketim malzemelerini de etkiliyordu. Oysa garip
olan bir başka konu da dünyada petrol fiyatlarının düşmesi Türkiye’de ise her
gün ayarlanma bahanesiyle devamlı yükselmesiydi. İşte bu perişan günlerden bir
gün evdeki bazı eşyaları satarak kışı atlatma kararı almış işe kıymetli
kitaplarımdan başlamıştım. Hepsini itina ile ambalajlamış; alıp sahaflara
götürmüştüm. Orada yapılan değer takdiri ile düşündüğümün onda biri kadar bile
para verilmemesi, beni sükut-u hayale uğratmıştı. Yine koltuğumun altına alıp
sevinerek eve getirmiş fakat yine de parasız kalmıştım. Öyle para edecek bir
şeyim de pek yoktu. Ama maddi olarak da ömrümün en sefil günlerini yaşıyordum.
Kiram birikmiş, ödenmeyen faturaların faizleri, katlanarak ödenemez hale
gelmişti. Karanlıkta, soğukta kalacağım günler yakındı. Nihayet önce
elektriğim, sonra gazım, sonra telefonum, sonra da suyum kesildi. Bidonlarla
caminin şadırvanından su taşımak kolay değildi, mum ışığında oturmaya da
zamanla alışmıştım, küçük tüple de yemeğimi hazırlıyordum. Eski odun sobamı
kurup kömürlükteki hırdavatları ve bahçedeki kurumuş ağaçları yakarak bir
müddet daha idare ettim. Kul sıkışmayınca Hızır’ın yetişmeyeceğini biliyorsam
da yine de çok büyük ızdırap çekiyor; çaresizlik içinde kıvranıyordum. O gün
ramazanın ilk günü idi. Evdeki nevaleyi ve cebimdeki son kuruşları sayarak
kendime bir iftar sofrası hazırlamak üzereydim ki kapı çalındı:
-Selamualeyküm.
-Ve aleykümselam.
-Hoş geldin, Mehmet, nereden böyle.
-İçeri almayacak mısın? Bu soğukta.
-Tabii buyur gel, çok sevindim..Ee, hoş geldin.
-Hoşbulduk, sen nasılsın?
-Elhamdülillah!
-Nereden böyle?
-Libya’dan, uçaktan indim doğru sana geldim.
-İyi ettin, sağ ol.Ama.
-Aması ne?
-Biraz dardayım.
-Niye? Hayırdır inşallah!
-Ülkedeki krizi görmüyor musun?
-Ya evet, duyuyorum ama, bu kadar da olduğunu bilmiyordum.
-Evet, maalesef öyle, hiç bir şeye para yetiştiremez olduk.
Milletçe çok büyük sefalet çekiyoruz.
-Allah yardımcınız olsun!
-Cümlemizin.
-Bu akşam sana misafirim, akşam oldu, yarın da memlekete
hareket edeceğim.
-Başımla beraber, memnun olurum. Çok iyi ettin, yalnız;
yalnız..
-Yalnız ne?
-Sana ikram edecek emin ol hiç bir şeyim yok.
-Düşündüğün şeye bak. Hem önce şu emanetini bir al, al da
ondan sonra daha da rahat konuşalım.
-Ne emaneti?
-Ben üç yıl önce Libya’ya giderken pasaport çıkarttıracak
param bile yoktu. Hatırladın mı? Sonra yol parası bile bulamamıştım!
-Eee
-İşte o günlerde bana para vermiştin hatırlıyor musun?
-Evet, şimdi hatırladım!
-Senin o iyiliğini hiç unutmadım. Önce şu emanetini bir al,
yani parayı. Sen o gün bana o parayı vermeseydin ben oraya çalışmaya
gidemiyordum.
-Sağ ol, Allah CC razı olsun,ilaç gibi geldi.Tam zamanında
yetiştin.
-Başka bir ihtiyacın var mı?
-.....
-Darda ve sıkıntıda olduğun her halinden belli.
-İstemem,sonra ödeyemem.
-Ne kadar lazım?
-Olmaz; alamam.!
-Tamam,borç veriyorum oldu mu?
-O zaman oldu.
-Sana,o zamanlar senin bana verdiğin kadar kredi açıyorum.
Sende bana üç yıl sonra geri ödersin tamam mı? Şimdi itiraz etmeden al şu
parayı.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
17 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ÇEÇENLER VE BİZ ! |
Geçtiğimiz günlerde bir
kanalda Çeçenler’e ait seyrettiğim bir haber programı üzerine bu
satırları kaleme almaya ve duyduğum ızdırabı bir kere daha dile
getirerek; üzüntümü sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Programda Çeçenlerden
dünyaya terörizm ihraç eden insanlar olarak bahsediliyor ve sanki bir
Avrupa ülkesinin herhangi bir tv kanalında bu konu dile getiriliyordu.
Tabii millî
politikalarımız gereği İslâm dünyası ile “küs” olduğumuz için
programcılardan da iyi niyet beklemek pek hakkımız olmasa gerektir.
Bir kere ülkemizdeki beş
milyon Çerkez ve ilaveten de fakir bendeniz gayet tabii olarak
Çeçenlerle aynı kabileden ,aynı boydan ve aynı soydanız. Menşeimiz de
yüce Türk Milletidir.Tabiiyetimiz de her ne kadar T.C. olsa da
yüreğimiz Çeçen kardeşlerle birlikte atmaktadır. Tüm Müslüman
Ademoğulları gibi bizde,onlar da Yüce Allah’ın Kulları CC ve Kâinatın
Efendisinin SAV in de ümmetiyiz.
Çeçenlerin veya Kafkas
halklarının İslâm’a dahil olmaları Halife Mervan zamanına yani Hz. Ali’
R.A‘ ın hilafetinden sonraki döneme rastlar.Bu itibarla Çeçenler su
katılmamış bir İslam inancına geleneğine,adabına ve terbiyesine
sahiptirler. Bizim günlük hayatta alışageldiğimiz gayrı İslamî hal ve
hareketler onlar tarafından asla hoş görülmemektedir. Hâlâ Çeçenya
köyleri Sultan 2. Abdülhamid’e hutbe okurlar.
Kafkasya’da ilk istilacılar
Moğollar olmuş; sonra İran Şahları buralara göz koymuş son olarak da
Rus çarları bölgede çok uzun zaman Müslümanlara zulmetmişlerdir.
Yüzyılın başında Sovyet
Rusya’nın Musul, Kerkük ve Türkmenistan üzerindeki yayılım hattının
bir diğer ayağı kendi gri-soğuk ve karanlık steplerinden sıcak
denizlere ve mavi-gökyüzüne sahip ülkelere inmek olmuş; bunun için
de uzun yıllar esaret altında yaşayan bu Hacı Murad’ların ve İmam
Şamil’lerin torunlarıyla karşı karşıya gelmişlerdir.
Deli Petro gelmiş geçmiş en
büyük Rus Çar’ ı olduğu halde peşinden gelenler Gorbaçov,Yeltsin ve
Putin de hep aynı Çarlık ruhu ile hareket etmişler ve Çeçenistanı
kendi iç meseleleri zannederek Müslüman kanı dökmüşlerdir. Hatta “geçen
2000 yılı yılbaşı gecesi Putin’ in Çeçenistan Cephesini ziyaret etmesi
ve askerlerine birer kasatura hediye etmesi ve moral desteği vermesi”
konuya verdikleri önemi göstermektedir.
Kanunî Sultan Süleyman
zamanında 15.yy da Endülüs Emevilerinin son temsilcileri olan Benî
Ahmer Devletine yardım edilememesi Avrupa’dan Müslümanların atılmasına
sebep olmuş ; Abdülhamid Han zamanında da Şeyh Şamil’e destek
verilememesi Rusların bölgeye iyice çöreklenmesine ve Müslümanları
Sibirya’ya göçe zorlayarak , topraklarını işgal etmelerine sebep
olmuştur.
Ülkemizdeki hükümetlerin
ekserisinin yıllar boyunca küçük hesaplar peşinde olmaları ve büyük dış
politikalar üretememeleri bu akrabalarımızın ve soydaşlarımızı
müstevlilerine şiddetle ezdirmiştir.Misak-ı Millî sınırları diyerek
çizdiğimiz hattın arkasında kalan akrabalarımızın ve milyonlarca şehit
kanı dökerek aldığımız ve yüzlerce yıl bizim olan bu toprakların ve
üzerinde bıraktığımız insanların hukukunu sormaya ;hakkını aramaya da
kimse cesaret edememiştir.
Kafkas halkları için
Türkiye’ye gelmek küçük Hacc‘dır. Ve bütün Kafkasyalı kardeşlerimizin
hemen hepsinin Türkiye’ ye karşı beslediği plâtonik aşkı ve gönülden
bir bağlılığı mutlaka vardır.
Bugünkü Rusya’nın
ahalisinin büyük bir kısmı Yahudilerdir. Orada beyaz Ruslar, Almanlar
ve bölgesel halklar alt birimlerdir ve gizli olarak yönetimde büyük
etkileri olanlar da yine bu Yahudi asıllı Ruslardır. Think-thank
denilen ve beş yüz yıl sonrasını planlayan kuruluşlarda hep Yahudi
bilim adamları çalışır.
On yılda beş yüz bin şehit
veren Kuzey Kafkasya Milletinin ızdırabı mutlaka ki bizim de millî
ızdırabımız olmalıdır. Rusların ikide birde yüzümüze vurduğu “ Kürt
Kartı” ile bu konunun hiçbir alâkası yoktur. Onların zulmettiğimizi
öne sürdüğü Kürtler bir Türk boyudur, ama Çeçenler hiçbir zaman Ortodoks
,Bolşevik,Beyaz Rus hatta –haşa- ateist olmamışlardır.
Çeçenya’daki savaş
Çeçenlerin bağımsızlıklarını ilan etmeleri üzerine çıkmış görünse de
bir yüz yıl süren baskı,istibdat ve dikta rejiminin aslında son
perdesidir. Rusların nüfusu bir milyonu aşan bu küçük devlet üzerindeki
emelleri biraz da eski balistik ve nükleer füzelerinin hâlâ burada
bulunmasıdır. İkincisi Müslüman olmaları; üçüncüsü de sıcak denizlere
inme projeleri ve yayılmacı politikalarının yolu üzerinde
bulunmalarıdır. Beş yılda 150 bin şehit veren bu kahraman
soydaşlarımızdan geriye kalanlar İnguşetyadaki mülteci kamplarında-bez
çadırlarda yaşama savaşı veren- perişan bir haldeki çocuk,yaşlı ve
kadınlardır.
Yanmış yıkılmış, hemen her
tarafı enkaz yığınlarıyla , karla ve buzla kaplı bu soğuk ülkede sadece
savaşan Çeçen mücahidleri olup onlar da şehadet şerbeti sırasına
girmekte ve Livâ-ül Hamd sancağına gönüllü yazılmış olarak ellerine
buzdan yapışmış silahlarıyla uykusuz-duraksız,aç- susuz ebedî bir
nöbette ülkelerini savunmaktalar.
Gerçekte Türkiye’de
Ruslarla bu veya başka bir vesile ile en ufak bir anlaşmazlık derhal
doğalgaz musluklarının kısılmasına sebep olacak ve bir kış gecesinde
iki milyon Ankaralı zatürree den yataklara düşecektir. Bu terörist
ülkeye karşı böylesine bir göbek bağı ile bağlanmak son derece
yanlıştır. Büyük millî politikalar geliştirmedikce böyle hain
düşmanlarımıza muhtaç olmak, soydaşlarımızın ezilmesine göz yummak,
bizim gibi insanların son derece canını sıkmaktadır.
Bugünkü nesil Moskof ve
Ermeni mezâliminden, Maraş müdafaasından ve Bulgar zulmünden
bîhaberdir. Tek verilen savaş’ı Sakarya’ da zannetmekte ve yıllardır
sürdürülen eski Yunan ve Roma efsaneleriyle süslü- aslında milli
olmayan- bir eğitim sistemi ile koca bir şanlı tarihi ve millet
düşmanlarını da unutmuş görünmektedir.
Ülkemizde bulunan TV
kanalları yılbaşı derdine düşmüş, magazin ve paparazzi
dalavereleriyle milleti meşgul etmektedirler. İçlerinde Çeçenistan’a,
Afganistan’a,Irak’a, Filistin’e muhabir gönderecek kadar vatanperver
olanları nerede ise hiç yoktur. Cesur muhabir kıtlığı had safhadadır.
En muhafazakar bildiğimiz kanallar bile eldeki görüntülerini CNN in
Rusya cephesinden girerek elde etmekte haberleri de Sovyet haber
ajanslarından almaktadırlar.
Orada Besmele ile namluya
sürülen bir havan mermisi bin dolardır.Ülkemize giriş yapmak isteyen
150 Çeçen aile pasaportları ve vizeleri olmadığı için geçen yıl
sınırdan geri çevrilmiştir.192 sivilin öldüğü tiyatro baskınında
kimyasal gaz kullandı diye kimse bu ülkeye ses çıkaramamakta ve
Birleşmiş Milletlerdekilerin bile nutku tutulmaktadır. 20 milyonluk
Irak’ı yok etmek üzere oraya-buraya konuşlanan sığır çobanlarının
kanlı biftek, hamburger yiyen,kola,viski ve insan kanı ile beslenen 150
kiloluk insanlarının keyifleri ve rahatları için-bu günlerde- 20
milyon Müslüman’ın kanı dökülecek ve ülkelerinin altı üstüne
getirilecektir.
Karşımdaki camlı dolapta
Kafkas Gazisi Dedemin resmi ve madalyası hâlâ
durmakta…Kerkük,Musul,Yemen,Süveyş,Trablusgarp Medine ve Sîna cephesi
şehitleri çöl kumlarıyla örtülü kabirlerinde torunlarından Fatiha
beklemektedirler.
Ve Çerkez asıllı bu
satırların yazarı fakir bendeniz de mübarek Şevval’in son günlerinde
Çeçenler, Filistinliler,Iraklılar,Türkmenler ve cümle Müminler için
dua’ ya durmaktayım…
Müslümanları muvaffak ve muzaffer eyle Ya Rabbi…
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
18 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ÇOCUKLARIMIZA DİKKAT
EDELİM…
Okulların
kapanması ile birlikte ilimizdeki on beş bin öğrencinin
sokaklara döküldüğünü ve ebeveynlerin denetimlerinden uzaklaştı.
Velileri, evlatlarına sahip çıkmaları konusunda uyardı.
Her türlü
zehirli ve zararlı madde tüccarlarının kol gezdiği ülkemizde
okulların kapanması ile birlikte çocukların ve gençlerin sokakta
kaldığını ve mevsim icabı olarak da her türlü tehlikeye açık
hale geldiler.
“İl genelinde on
beş bin öğrenci yavrumuz tatille birlikte sokağa çıkarak
eğlenmeye başlamış ve aile denetimlerinden uzaklaşmışlardır. Her
türlü kötülük önce arkadaştan gelir. Bu itibarla velilerin
öğrencilerimizin arkadaşlarını ve gittikleri çevreleri de iyice
tanımaları gerekir. Her türlü zararlı alışkanlığa bu yaşlarda
yakalanmakta ve “bir kere denemekten bir şey olmaz” düşüncesi
ile ömür boyu sürecek bağımlılık felaketlerinin de temelleri
atılmaktadır.
Tatille birlikte
okulların disiplin ve denetimleri kalkmış, mevsim icabı uzun
günlerde gençlerimiz evden çok daha fazla uzaklaşmaya
başlamışlardır. Artık ilimizde onların gideceği her türlü
eğlence yeri mevcuttur. Bağımlılık yapan maddeler çeşitlenmiş
kolalardan enerji içeceklerine, alkollerden sentetik
uyuşturuculara kadar her türlü zehir yurdumuzda olduğu gibi
ilimizde de çeşitlenmeye başlamıştır. Gençler geç vakte kadar
dışarıda oyalanmakta ve kendilerine yeni meşguliyetler
aramaktadırlar. Zararlı alışkanlık reklamları ile dolu gayr-ı
ahlaki tv dizileri Türk aile yapısının temellerini
dinamitlerken; sayısız bir kısım cafe ve eğlence yerleri de bu
tür değişimlere mesken olmaktadırlar.
Kimyasal
katkılarla dolu ve şiddetli bağımlılık yapan yabancı sigaralar,
moda ve medyanın etkisi, futbolcu, manken ve şarkıcıların örnek
alınması madde bağımlılığı ile birleşerek kişilik kaymalarına
yol açmakta bu da psikolojik sorunlara zemin hazırlamaktadır.
Yurdumuz bir suç cenneti olma yolundadır. İlimizde bile hemen
her gün kötü haberler gazetelerimizi doldurmakta ve
işittiklerimiz yüreğimizi yaralamaktadır.
Bir gün muhtemel
bir felaketi yaşamak istemiyorsak bilhassa çocuklarımızı ve
gençlerimizi iyi denetleyelim. Onları başıboş bırakmayalım.
Kimlerle arkadaşlık ettiklerine ne yiyip ne içtiklerine çok
dikkat edelim. Eve geç geldiklerinde hesap soralım. Verdiğimiz
harçlıkları nerede harcadıklarını ve zamanını nasıl
değerlendirdiğini, arkadaşlarının kim olduklarını daima
sorgulayalım. Yoksa vakit bir gün çok geçmiş olabilir. O zaman
da son pişmanlık fayda vermez. Onları safahata değil faydalı
Milli ve Dini uğraşlara yönlendirelim.”
Şu sıralar
kendimi toparlamaya çalışıyorum. Birkaç aydır anksiyete
bozukluğu ve panik atak krizleri ile uğraşıyorum. Kullandığım
antideprasanların bu evlilik kararım üzerinde etkisi olduğunu
sanıyorum. İçine düştüğüm boşluktan evlilik yolu ile
çıkabileceğim yanılgısının faturasını ödüyorum maalesef şimdi.
Neyse! Hata biz beşere mahsus. Umarım sıkmıyorum canınızı.
Antolojiye artık girmeme kararı aldım. Daha doğrusu hiçbir
edebiyat sitesine. Artık şiir yollamayacağım. Bir süre kitap
çalışmalarım ile ilgileneceğim ve Kasım ayındaki Tüyap kitap
fuarı için Gerçek Sanat Yayınları bünyesinde imza günlerine
katılacağım.
Böyle diyorum
ama; antolojiye girmeden ve sizin sayfanıza uğramadan da
yapamıyorum. Bunun bir adı olmalı, bilmiyorum? Şiirlerinizin
hepsini aldım, öpüp başım üstüne koydum. Mushaf gibi. Sevgimle.
Berzan..diye yazmıştın ve sonrasında ondan gelen cevaplar
şirretliği ayyuka çıkardı.
-Ahh Emine hanım
ahh! Bu yazdıklarının hepsini biliyorum, daha önce sözünü etti,
inanın bana. Onu iyi tanımadığınız nasıl da belli? Dedim ya,
flört öz bir adamdır O! Sadece sana değil başka kadınlara da
yazar ve ben hepsini tek tek bilir, güler geçerim. Çünkü
sevgisinden eminim, bunu bana hep hissettirdi, hissettiriyor.
Onu hastalığından ötürü arar aramaz tekrar benimle evlenmek
istediğini biliyor musunuz? Ama ben buna gerek olmadığını, bizi
ne nikahın bağlayacağını ne de mahkemenin ayıracağını söyledim.
İnanmazsan sor? nasılsa senin aramaların bitmeyecek. Bana olan
sevgisinden emin olmadığınızı yazmışsınız; kendinizi kandırmayın
Emine hanım, 50 yaşına gelip kimseyle evlenmemiş adam bir kez
evleniyor ve ikinci evlilik teklifini de ilk eşine yapıyor. Daha
nasıl bir sevgi bekliyorsunuz? Bakın bunları yazmamın nedeni
sizin gözünüzü açmak, çünkü aşkınız sizi kör etmiş. Yukarıda
size yazdığı mesajlar aramızın bozuk olduğu dönemlerdi ve o da
doğal olarak gereğini yapmış ki sonrasında söyledi de zaten. Ben
de o dönemlerde aynı şeyleri ve hatta fazlasını yaptım.
Ve şunu asla
unutma sana dediklerinin hiçbir hükmü yok, Ondanda ayrılan
bendim. Şu an iyiyse ve yaşama enerjisi varsa o da benim ilgim
sayesinde oldu. Başka kadınlarla oynaşmak isteyen her erkeğin
yaptığını yapmış.
Sana "o” benim
büyük aşkım vs vs" diyecek değil ya. Elbette mazeretler
uyduracak. Bütün erkekler böyle hovardalık yapıyor. Ailesine
gelince, O asla ve asla baskı altında değil. Ailesi ise baskıcı
insanlar hiç değil. Böyle konuşarak on'a hakaret ettiğinizin
umarım farkındasınız. 50 yaşında adam ne isterse onu yapar. Sizi
incitmemek için bunu size söylediğini kendi bana dedi. Çünkü
hastanede refakatçi kalmak için çok dolanmışsınız, o da uygun
dille bunu söylemiş. Ne yapsın, eski eşinin ani dönüşünü
hazmedemezsiniz diye yalan söylemiş garibim. Son sözüm; saflığı
bırakın artık. Diye yazmış bende bu söze binaen ona inanmış gibi
yaptım bir müddet ve hatta senin hayran sayfana şöyle bir not
yazdım. Aslında ironi yapmıştım ama yarası olan gocunur derler
ya siz bunu imaj meselesi yaptınız. Dedim ki madem eski eşinizi
iyi tanıyorsunuz ve hanımlara kötü davrandığını biliyorsunuz
buna neden göz yumdunuz. Hemcinslerinize yazık değil mi? Onları
neden aydınlatmadınız ki! Hem artık maskeler düşsün de
şairimizin gerçek yüzünü herkes görsün dedim. İşte bu ne senin
işine geldi nede onun. Neymiş? Özelimizi neden herkes
bilecekmiş. O bana özelden yazıyormuş ben ona neden oradan cevap
yazmışımmış. Kendini benim yerime koyda bir düşün canım. Ortada
senin tarafından kandırılan ve onun tarafında aşağılanmaya
çalışılan ve tehdit edilen biri var beni sürekli bunları yazarım
alenen seni rezil ederim diye tehdit eden biri vardı. Benim
Allahtan başka kimseden ne bir çekincem nede korkum vardı. Sen
ki kadınlara hep arka çıkmış onlara saygı duymuş ve koruma
altına almaya çalışmış biriydin ya da en azından imajın buydu
artık emin değilim. Bana yaptıklarından sonra peki bu kadar kötü
huyu olan bir adamın neden peşindeydi bu kadın ve neden bunlara
katlanıyordu ki? Diye düşünüyordum tabii ki bu çok ayan bir
şeydi onun tek amacı seni bana kötülemek ve senin benimle
oynadığını bana ispat etmekti. O yazımdan sonra senin
talimatınla beni hayran sayfandan ve hesabından sildi ayrıca
engelledi bunu sen bana itiraf etmiştin çünkü..ve bana o
yazımdan dolayı çok kızmıştın sana burada bilinçli olarak zarar
verdiğimi düşünmüştün üstelik zarar gören ben olduğum halde
senin tek derdin yazar olarak herkesin gözündeki imajındı. Yani
benim ne hissettiğim senin umurunda bile değildi ki buda onun
aslında ne kadar haklı olduğunu gösteriyordu bence siz gerçekten
uygun bir çiftsiniz aynı tencere kapak misali. Peki şimdi sana
soruyorum kendini yalnız hisseden sevgisizliği tatmış ve yaşamış
kadınlara sahte sevgi sözcükleri dağıtarak ne yapmaya
çalışıyordun. Hayran kitlesi oluşturmak mı? Sırf seni rezil
etmemem için bana söylediğin o sahte sözlere ne gerek vardı.
Ortak arkadaşlarımız çoktu değil mi? Bir anda her kez sana
farklı bir gözle bakmaya başlayacaktı öylemi? Hayır! Ben seni
öyle sevdim ki sen kötü de olsan bunu alenen söylemezdim bu bir.
İkincisi seni sevmiyorum deseydin bunu anlayacak kapasiteye
sahiptim ki ben seni üzmemek adına bir çok kişiyle muhatap oldum
ve hakaretler işittim.Ben en başından beri defalarca bunu sana
sordum seni sevmesem seninle konuşmam dedin geçiştirdin bende
sana inandım her zaman ki gibi hepsi bu işte ve sayfana tekrar
bir davet gönderdiğimde onun verdiği tepkiyi aklım almadı bana
ne yazdı biliyor musun oku da gör bak!
-Boşuna
bekliyorsunuz kapılarda. Ben yaşadığım ve izin vermediğim sürece
ne sizin ne de diğerlerinin onunla "gerçek" bir ilişkisi olamaz.
Müsaade etmez, etmem. Bir süre ayrı kaldık ve o süreçte sizinle
ve diğerleri ile Allah'tan o diğerleri daha çabuk anladı gırgırı
oldu. Hepsi bu! Hala anlamadınız sevgimizin gücünü. Ailenizi
dinleyin ve lütfen artık üzülmeyin. Diye yazmış.
Burada ki
“ailenizi dinleyin” sözü aklıma şunu getirdi seninle yaptığım
bir konuşmada ailemin seni asla kabul etmeyeceğinden
bahsetmiştim. Demek ki konuştuğumuz her şeyden Onun haberi
vardı. Son bir kez seni arayıp bu konuyu detaylı görüşmek
istedim seninle, benimle öyle güzel konuşuyor ve hala bana öyle
ümit veriyordun ki, sana dönüp şöyle demiştim hatırlarsan.
-Ben artık
yokum! Bu kadına katlanamıyorum ve ben kendi hayatıma
çekileceğim! Allah sizi mesut etsin! Ben zaman falan veremem.
Aradan geçen zaman zaten az bir zaman değil. Zorla güzellik
olmaz demiştim hatırlarsan. Seninle dost kalmaya karar
vermiştik tabii bunu hiç istemedin hala sana zaman vermemi
istiyordun. Kendinden emin değildin ama artık benim sınırlarım
taşmıştı ve kabullenemiyordum canım. Ardından ona son bir mesaj
yazmaya karar verdim.ve yazdığım mesajı aynen buraya yazıyorum
senin son sözüne istinaden.
-Selam canım
artık benimle uğraşmaktan vazgeç olur mu benden neden bu kadar
korkuyorsun söyler misin? Benim aradığım iliş ki değil bana
diyorsun ama esas takıntılı sensin. Bence sen bir doktora görün
bu halin normal değil daha fazla çirkinleşme. Bir de yazarsın
sözde o kimsenin malı değil. Sende onun sahibi değilsin. Aşkınız
bu kadar güçlüyse beni neden sorun ediyorsun. Bundan sonra seni
ciddiye almayacağım. O ne derse o. Sen ona iyi hizmet et yeter.
Başka bir şey istemiyorum. Nasılsa mutlu olamayacaksınız.
Bedenine sahip olabilirsin ama ruhu bana ait olarak kalacak.
Aklı hep bende olacak unutma sakın. Dün gene beni sevdiğini
söyledi ve ben ona inanıyorum canım, sen yazıp çizmeye devam et
olur mu? Size iyi günler Hanımefendi!
Onun için
seninle bile dost olabilirim çünkü seni ciddiye almıyorum. Aşkı
için savaş veren bir kadın görüyorum ve bu mücadeleni takdir
ediyorum son gülen iyi güler demiş atalarımız ne dersin diye
yazdım. Yani artık yeter burama kadar getirdi ben aşağıdan
aldıkça o üzerime geliyor ve o senin sahibin ise ve sen de onun
malı isen benim ve dahi kimsenin yapacak bir şey yok. Biliyor
musun? Ortak arkadaşlarımız soruyor. Sayfasından yazan o mu eski
eşi mi diye? Muhtemelen odur. Çünkü seni her alanda eline
geçirmiş bir vaziyette ve bize de fazla bir laf düşmüyor. Allah
hayırlı etsin diyorken tam senden gelen son bir mesajla tüm
dünyam alt üst oldu ne yazmıştın bana hatırlıyor musun yoksa
senin yerine o mu yazdı demeliyim bence o yazdı çünkü bu sözler
ona ait cümleler onun kelime hazinesinden bunu artık çok iyi
biliyorum. Yanlış hatırlamıyorsam şöyle başlıyordu. – Psikolojin
bozuk, kendine zarar verebilirsin düşüncesiyle, incinmemen için
sözlerimi hep seçtim. Anlamadın hala tacize devam ediyorsun.
Çabaların boş onu seviyorum, yazmıştın evet aynen böyleydi.
Şimdi diyorum ki ben acaba öldüm de cennetten mi yazıyorum tüm
bunları. Benim adıma böyle bir kararı nasıl aldın anlamıyorum.
Veya böyle bir duruma kendini nasıl inandırdın. Sen benim
hayatımda yoktun ve ben yaşıyordum seni sevdim evet ama uğrunda
ölecek kadar değil üzgünüm. Benim bir ailem ve sevdiklerim var
sorumlu olduğum insanlar var her şey den önce Allaha inancım
var. Hiç kimse için sen dahil hayatımı sonlandırma hakkına sahip
değilim. Ki bunu seninle hep konuştuk böyle olmadığını bildiğin
halde bu sözleri yazman bu mesajı yazanın başka biri olduğunu
gösteriyor sırf ki son gülen olmak adına ve bana senin
mesajından sonra gönderdiği gülücük bunun ispatıdır.
Her ne ise işte
bir sayfayı daha kapadık hayat o kadar kısa ki hiçbir şey için
üzülmeye değmiyor. Sonuçta gördüğün gibi ben hala ayaktayım ve
hayatıma başka biriyle devam ediyorum. Açıkçası çok da mutluyum
çünkü beni senin üzdüğün gibi üzmüyor tam tersi beni mutlu etmek
için elinden geleni yapıyor. Hani derler ya her şer de bir hayır
vardır işte bu da benim için hayırlı olan bir şer oldu. Evet;
canım burada artık seninle olan söyleşimizin son kısmına geldik.
Ne dersin? Bu defteri artık kapatalım mı? Ben derim ki, seni iyi
hatırlamak istiyorum aklımdaki seni başka bir şekle sokmaya içim
el vermiyor. Bırak da öylece temiz kalsın aşkım ve içimdeki sen.
Sen her ne kadar kabul etmek istemesen de ben seni gene de dost
olarak kabul etmek istiyorum bir ömür boyunca. Bu arada şu senin
bahsettiğin 4 aylık sürecin sanırım 2 ayı geçti. Yani iki ya
daha katlanacaksın dostum. Sonrasında hiçbir şey eskisi
olmayacak biliyorsun değil mi? Çünkü bıraktığın yerde değilim
artık
Hoş kal dostum
hoşça kal. (BİTTİ) 01 Temmuz 2009
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
19 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ÇORUM’A ÜNİVERSİTE
İSTEMİYORUM !
Hemen her zaman alışılmamış tepkiler
vermeyi adet haline getirmiş birisi olmayıp; halktan, sokaktaki
adamlardan ve ahaliden birisi sayılabilmeyi bir memnuniyet ve iltifat
kabul etmekteyim.
Çoruma Üniversite gelirse ne olur veya
kapısının üzerine Hitit Üniversitesi yazılı bir tabela asılan muhteşem
bir bina bulunsa ve görkemli açılışlar yapılsa ne olur?
Varsayalım ki bir çok muhtelif fakültesi ile
böyle bir Yüksek Öğrenim Kurumu şehrimizde ihdas edildi. Siyah
cübbeli hocalar Samsuna uçakla getirtilip oradan şehrimize
nakledildi, ÖSYMS yi kazanan en fazla bin-bin beş yüz öğrenci de
getirilip sınıflara dolduruldu. Eğitim ve öğrenime başlandı. Sonra
neler olur?
Bence üniversite demek nüfusu hızla artan
şehrimize elli altmış akademik kariyerli insan ile bine yakın gencin
getirdiği bir nüfus artışı demektir. Bu bir müddet sonra kiraların
artması ve şehrimizin cadde ve sokaklarında birbirinden yakışıklı
gençlerin boy göstermesi demek olacaktır. Ana caddedeki
pastanelerin,lokantaların, kafeteryaların ,spor ayakkabıcıların, telefon
tamircilerinin ve kart satıcılarının işleri ciroları birden bire
artacak şehrimizde giyim ,kuşam, ve gıda sektöründe patlama
yaşanacaktır.Bu hadise esnafa ve ilimizin ticari hayatına büyük bir
canlılık getirecektir.
Çünki bu gençler çoğu orta halli
ailelilerin çocukları olacak ve Çorum’u daha önce haritada dahi
bilmediklerini hatta tercih yaparken yanlış yazdıklarını bile-belki-
itiraf edeceklerdir.
Bu çocuklar pastane ve kafeteryalardan artan
vakitlerinde okullarına da gidip; en az altı yüz milyonluk cep
telefonları ile kız arkadaşlarını ararken , ailelerini ayda bir kere
zor arayacaklar ve zavallı babaların onlara para yetiştirmek için
neler çektiğini ,nasıl uykularının kaçtığını asla bilmeyeceklerdir.
Devletin verdiği krediler ile hayır
kurumlarının verdiği burslar bu çocukların amerikan sigaralarına,
kolalarına, pantolonlarına ,filanca markalı ayakkabıları ile cep
telefonlarına asla yetmeyecektir. Zira günde bir paket yabancı sigara
masrafına bir kurumun bir aylık bursu bile kafi gelmeyecektir.
Sonra bu gençlerimiz geldikleri bu yabancı
çevrede çok daha rahat davranacak ve ilimizin muhafazakar (!) yapısına
ters düşecek hal ve hareketler sergileyecek ,buralı gençlere iyi (!)
örnek olacaklardır.
Ailelerinin maddi durumu özel
üniversiteleri karşılasa kimse Çorum’u yüksek öğrenim için seçmeyecek
ama mecburiyet bir çok insanın Çorum’u tanımasına vesile olacaktır.
Çünkü birçokları maalesef meşhur bir şarkıcı veya ünlü bir futbolcu
olamamış,kendilerini kimse keşfedememiştir.
Sonra…
Dört-beş sene sonra ilk mezunlar verilecek,
törenlerde herkes keplerini havaya fırlatacak ve mezun olup
şehirlerine döneceklerdir. Hangi meslekten olursa olsun kız
öğrencilerin büyük bir kısmı evlendikten sonra mesleklerini de bırakacak
ve çocuklarını yetiştirmek üzere evlerine kapanacak ve vaktiyle bu
üniversitede boş yere sıra işgal etmiş olacaklardır.Bu ülkede bilime,
insanlığa ve memlekete hizmet için değil de iyi tahsilli ve zengin eş
bulmak için ön koşul üniversiteli bir hanım olmaktır.
Erkeklere gelince, onlarda ellerinde
diplomaları hemen birçok işe başvurup bol para kazanacaklarını ve
müreffeh bir hayat yaşayacaklarını zannedecek ve işte o zaman büyük
bir kayaya çarparak kendilerine geleceklerdir.
Büyük şirketlerde önlerine uzatılacak
formlarda ikinci yabancı dilleri sorulacak,master ve doktora dereceleri
istenecek, kaç bilgisayar dili bilip bilmedikleri bile merak
edilecek,hangi büyük firmalarda ne kadar çalıştıkları da mutlaka
öğrenilecektir. Eğer bu şartlara haiz değillerse ülkemizin
gerçeklerine uygun hale gelmeleri en az on yıl alacaktır.
Bir köyde vekil öğretmenlik bulabilirlerse
veya babalarının işlerinin başına geçerlerse o zaman kurtulmuş
olacaklar ; eğer devlet kapısına gelirlerse orada da kendilerinden
on yıl önce mezun olanları bile orada hala bekliyor bulacaklardır.
Filanca cemaatin müridi veya mensubu
iseler işleri, eşleri,maaşları, dershaneleri,dünyada gidecekleri
ülkedeki yatakhaneleri ,statüleri ve gelecekleri bir beş-on yıl
önceden hazırlanan talihli bir avuç gencin dışında normal şartlar
altında ülkemizin iş ve kazanç durumu bir felakettir.
Yurt çapında dört yüz bin kahve vardır.Her
gün on milyon insan bu kahvelerin veya gaz odalarının müdavimidir.On
milyon işsizimiz ve bir buçuk milyon kaçak işçimiz vardır.
Ara insan gücüne “görülen lüzum üzerine ”
son verildiği için; her dairede, her şirkette veya hemen her yerde her
üniversite mezunu müdür, yönetici, müşavir,müsteşar vs dir.Teknisyen,
işçi,çırak ,kalfa ,usta ve ara insan gücü yani çalışacak insan yoktur.
Ve böylesi yerlerde –nedense- hemen herkesin
çalışırken tek gözü mesai saatinde olmakta, beyni ile de cehennem
sıcağı iklimine sahip yerlerde satın aldığı yazlığına bir an önce
kavuşmanın hayali ile yaşamaktadırlar. Bu değilse bile arabasının
modeli,evi, kızı, oğlu damadı ve bitmek bilmeyen dünya ihtiyaçları ve
tutkuları ve hırsları böyle insanların doğru ve dürüst çalışmasını
engellemektedir.
Çorumda kurulmuş veya kurulacak olan
üniversitelerden mezun olanların ne kadarı şehrimizde kalıp bir iş tutup
çalışmaktadır?
Ana caddemizde on metre arayla bir
eczane,ihtiyacımızın iki misli avukat,beş misli mühendis
varken,sanayideki dükkanlarda ülkemiz üretiminin hakiki sahipleri
yağ,kir ve pas içinde çalışır, yanlarına bir çırak bulamazlarken;
Bu üniversitelerden mezun olacaklara iş
hazır mıdır ?
Üniversite öğrencisi mezun olunca bu
şehirden önce doğduğu veya geldiği yere geri dönmüyor mu ?
Üniversitesi olan şehir unvanı bize çok mu
prestij kazandıracaktır. Bu prestijin maddi karşılığı nedir?
Üniversite neticede bir yatırım ise bunun
halka ve millete geri nasıl geri döneceğini kimse izah edebiliyor mu
?
…………….
Türkiye deki illerin yarısından fazla
sayıdaki yerde üniversite var da milli gelirimizde bir artma ve
enflasyonumuzda ve dış borcumuzda neden bir azalma yok..
Imf den gelecek paralara , avrupa
birliğine,sam amcanın himmetine muhtaç mıyız değil miyiz ?
Bir on yıl önceki “önce vatan ” prensibinin
yerine “önce insan hatta önce ve mutlaka ben” kanunu geçmiş midir,
geçmemiş midir?
Her üniversitelinin gönlünde “kapağı
yurtdışına atmak” ve gidip de dönmemek, var mıdır yok mudur?
Çalışmadan, kazanmadan, üretmeden, rantiye
ile , para hareketleri ile para kazanmak ve hemen köşeyi dönerek
,artist, şarkıcı,futbolcu,olarak, yat-kat,mal-mülk sahibi olmak,
ülkeyi, yoksulları ,garipleri dulları ve yetimleri hatta komşu müslüman
ülkeleri hiç ama hiç düşünmemek insanımızın yaşama biçimi olmuş mudur
,olmamış mıdır ?
Dünyada veya uzayda yer işgal eden, oksijen
tüketen, çöp üreten;
Geçen yıl Çorumda altmış trilyon liralık
alkol ve sigara tüketen, baca gibi tüten, damacanalarla şarap, bidonla
rakı ve tankerler dolusu bira içen;
Biz miyiz değil miyiz?
Şimdi bu durumda,
Hemen her köyümüze bir üniversite açsak ?
Bütün mezunlarına iş bulabilecek;
Milli geliri on bin dolara çıkarabilecek;
Jet motorları ile uyduları artık yapabilecek
miyiz?
Üç uçak lastiğine beş yüz kamyon buğdayı;
Günde yirmi milyon doları da amerikan
tütününe vermeyecek;
Dünyada kimseye muhtaç olmadan başımız
dik,onurla adam gibi yaşayabilecek miyiz?
Bunlar olmadan,bu işler düzelmeden,bazı
kainat çapındaki doğruları bulmadan,eğitimde, siyasette, bilimde
,çalışma hayatında köklü reformlar yapmadan,tek tek fert fert
kendimize çeki düzen vermeden,kafalarımızı, ruhlarımızı, gönüllerimizi
her şeyimizi değiştirmeden bu köyümüze değil Hitit ,Urartu hatta
Kommagene Üniversitesi açsak ne yazar?
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
20 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ÇORUM’UN TÜRK KÜLTÜR TARİHİNDEKİ
YERİ VE ÖNEMİ
Tezimiz, Çorum’un “nevi Şahsına
münhasır” veya “özgün” niteliklerini, etnografyasını, folklorunu bir
kere daha tebarüz ettirmek; bunun Anadolu Medeniyeti içerenindeki
yerini ve ehemmiyetini ortaya koymak amacını taşımaktadır.
Öteden beri Antik Hitit Medeniyetinin gölgesinde kalarak son
yıllarda artan turizm potansiyelinden de böylelikle istifade
edememiş; öte yandan saf, duru ve yerel kültür değerlerini de daima
içinde barındırmış olan Çorum’u bir kere tanımak ve tanıtmak
arzusundayız.
Takdir edilmelidir ki bir bölgenin
tüm yönleriyle araştırılması, tarih içindeki rolünün ortaya
konması ve varsa onu diğerlerinden ayıran özelliklerin anlatılması
pek kolay bir iş değildir. Yıllara ve ciltlere sığmayacak zengin
bir kültürü tevarüs etmiş olan Anadolu’yu sadece kültürel olarak
ele almak bile çok geniş ve kapsamlı araştırmalar ile olağanüstü
çabalar gerektirecektir.
Yurdumuzda etnografya, dil ve
edebiyat, sosyal adet ve ananeler ,halk oyunları ve folklor,
antropoloji,el sanatları, yaşayan adet ve gelenekler ile ve hatta
Anadolu mimarlık ve sanat Tarihi üzerinde yeterli çalışmaların
yapıldığı;arşivlerin gereğince incelendiği,mevcutların
envanterinin çıkarıldığı,tasnife alındığı kanaatinde
değiliz.Hatta ülkemizin tanıtımı ve turizm politikası bile Ege ve
Akdeniz’deki iklim ve doğa güzelliklerimiz ile bizden önceki
uygarlıkların antik medeniyetlerine odaklanmış bir şekilde
seyretmeye devam etmektedir.Bütün bunların tabii bir sonucu
olarak İç Anadolu Müslüman
Türk Medeniyeti daima gölgede kalmış; yeterince
aydınlatılamamış, anlatılamamış, öğretilememiş hatta anlaşılamamış
bulunmaktadır.
Antik Hitit medeniyeti üzerinde
yeteri kadar çalışma yapılmıştır kanaatindeyiz. Belki kazılar ve
yeni eserlerin ve yerleşim birimleri ile arkeolojik buluntuların
ele geçirilmesi uzun yıllar alabilir. Hatta yurdumuzdaki müzelerin
hemen pek çoğu antik çağlara ait malzeme ile dolu olmasına rağmen
Anadolu’muz dünyanın en büyük canlı ve hala yaşayan bir açık hava
müzesi olarak fark edilmeyi beklemektedir.
Çorum’ un ve Anadolu’nun yeni
sahibi Müslüman Türkler’ dir ve bu uğrunda kan dökerek ve büyük
bir bedel ödeyerek sahip olduğumuz bir nimet ve aynı zamanda da
anavatanımız ve yurdumuzdur. Bunu yeterince anlamak, tanımak ve
tanıtmak, yeryüzü kültürleri arasındaki layık olduğu şanlı yerine
ve “asrın idrakine” oturtmak borcumuz olmalıdır.
Böylece iddiamız odur ki :
Çorum ve havalisinde tevarüs eden
bu İç Anadolu medeniyeti;
Ülkemizdeki diğer bölgelere
kıyasla çok daha saf ve bakir etnografya unsurları ile Orta
Asya’daki anavatanımızdan gelen özgün ve nevi şahsına münhasır
değerleri ihtiva etmektedir.
Bu köklerin üzerinde taşıdıkları
hususiyetler yeni yurdumuzun havası suyu ve toprağı ile
yoğrularak şekillenmiş ve hem vatanımızın hem de dünyanın en doğru
ve güzel uygarlığını ortaya çıkarmıştır..
Ülkemizin diğer köşe ve
bucaklarının kültür ve medeniyet adına tescili ve çıkış noktası
hatta batıya uzanması hep orta ve İç Anadolu eliyle olmuştur.
Bugün ki mesahamızın dört katı kadar büyük Devlet-i Ali Osmani
medeniyetinin kalbi ,acıları ve özü hep burada kalmış;onun devamı
olan devlet yeniden burada kurulmuş; yeni Türk ve İslam Medeniyeti
;modern Türkiye Cumhuriyeti olarak burada şekillenmiştir.
İslam’ın potasında eriyen nice kabile, millet veya insan
topluluklarının kültür
cevherleri bizden önceki antik
çağların kalıntılarıyla ve mirasıyla hem hal olmuş ve ortaya
bugün ki özgün “Anadolu Medeniyeti” çıkmıştır.
İşte bu medeniyet içerisinde Çorum
saflığını daima korumuş Orta Asya cevherlerini ve asil doğrularını
daima muhafaza etmiştir.
Bunun Sebenleri şunlardır:
Orta Asya oğuz boylarının doğrudan
gelip yerleştiği son vatandır.1071 de kapıları açılan ve 1096 da
son haçlı seferinden sonra artık ebediyen bizim olan ve dünya
durdukça da bizim olacak olan “Ana Vatanımız” olmasıdır
Büyük göç yolları ve ticari güzergahlar üzerinde olmayıp sefer
yolları üzerindeki askeri bir menzil de değildir .
Ezici bir düşman hâkimiyetinde
uzun zaman kalmamıştır. Bünyesinde gayrımüslüm unsurları fazla ve
uzun zaman barındırmamıştır. (Bu unsurlar şehrin kültür, adet ve
gelenekleri üzerinde hiç etkili olamamışlar; sadece ticaret, sanat
ve zanaatla uğraşmışlardır.) Yakınında veya sınırlarında kültür
etkileşimine gireceği farklı bir millet veya başka bir devlet
yoktur.
Lisanını, ibadetini, yaşantısını
yasaklayacak bir dış tehdit almamıştır.
Büyük göçler ve istilalarla
demografik yapısı değişmemiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra da bu
içe kapanık ve ketum halini sürdürmüştür.
Yeni devletin başkentine bu kadar
yakın olması nerede ise hiç bir avantaj sağlamamıştır.21.yüzyılda
havaalanı ve demiryolu yoktur. Ana karayolları bile hala tek
şeritir. Devletin yegane yatırımı seksen yıldır iki fabrikadan
ibarettir.(Şeker ve Çimento Fabrikası).
Okuma yazma oranı ülkemizin en
yüksek seviyede olan ilidir. Cumhuriyetten once en uzun askerlik
yapanların(İskilip 9-14 yıl ) ve en çok gidip de dönmeyenlerinin
olduğu bir kahramanlar ve yiğitler şehirdir.
Osmanlı’nın ve yeni cumhuriyetin
bir sürgün yeridir. İsyancıların mesken tuttuğu ama aynı zamanda
Milli mücadelenin kilit isimlerinin de yetiştiği bir fakir
beldedir.
Dünyaya asırlar boyu açılan tek kapısı Samsun vilayetidir.
Bütün ihtiyaçlarını oradan karşılamıştır.
Bugün ise görünüşte büyük
metropollerin herhangi bir semtinden farkı olmayan; en çok
ortaklıklı şirketlerin bulunduğu, kendi yağı ile kavrulmaya
çalışan, kendini sevenleri kendine aşık eden; Evliya Çelebi’ nin
dediği gibi “Güzelleri Bol Çelebileri Çok ”bir Anadolu
vilayetidir.
Bizde bu tezimizde tarihi Çevre
birimleri olan Tarihi Çorum evleri ile onlardaki yaşamı, mimari
özellikleri ile anlatacak, kısmen, dil ve lisan üzerinde duracak
birazda bir folklor değeri olan Yemek antropolojisinden
bahsedeceğiz. İl geneli ile bazı ilçelerde otuz yıldır
sürdürdüğümüz tarihi çevre araştırmalarımızın neticelerini ortaya
koyacak; onlarda fark ettiğimiz ve nevi şahsına münhasır
özellikleri, doğruları ve hatta güzellikleri dile getireceğiz.
Bütün bu tespitlerimizin sonucunda
da büyük Anadolu uygarlığının yeniden ortaya konulması, tebarüz
ettirilmesi, anlaşılması, gelecek kuşaklara zengin bir kültür
mirası olarak devredilmesi, anlatılması ve sevdirilmesi hatta
sahip çıkılması için gereken çareleri önereceğiz.
Saygılarımızla…
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
21 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ÇORUM’DA YEMEK
KÜLTÜRÜ :
Bir antropolojik değer olarak ele alındığında bir yerin
medeniyet ölçüsü biraz da yemekleri veya beslenme sanatı
ile belirlenmektedir.
Yemek yapımında kullanılan malzemeler, oranları, servis
sırası, mutfak adabı ve beslenme tarzının düzgünlüğü orasının
ne kadar yüksek bir medeniyet seviyesinde olduğunu
gösterir. İklime,inanca,geleneklere ve bölgeye göre de
farklılıklar gösteren bu kültürün dengeli ve
uyumlu olması demek ; evrensel lezzet değerlerini
yakalaması; insana, sağlığına zevklerine ve hatta
koruyucu tıbba da uygun olması demektir.
Çorum yemekleri hemen hemen çevresindeki
vilayetler gibi ortak çeşnilere de sahip olmasına
rağmen elde ettiğimiz veriler bütün ana tariflerin,bazı yemek
isimlerinin ve hazırlanış biçimlerinin Orta Asya
menşeili olduğunu göstermekte ve zaman zaman
halkın değişen alım gücü ile farklılaştğını ortaya
koymaktadır.
Bizde burada yemek tariflerini değil onların
muhteviyatlarını ve bunların kültürümüz içindeki yerini
anlatacağız.
Çorum yemeklerinin hazırlama ortamının temel
malzemeleri ;meşe odunu ateşi,koyun eti, soğan ve
bakır tencere üzerine temellenmiştir.
Çorum yemeklerinin ortak özellikleri şunlardır:
Çorbalar daima başlangıç yemekleridir. Tarhana,mercimek,
hamurlu türlü çorbalar Orta Asya geleneğinin
devamıdır.Aş’ lar denilen bu seri de arapaşı,tutmaç,çatalaşı
vb gibi tarifler de hep bu malzemeleri görmekteyiz. (8)
Hamur işleri ana yemeklerin altyapısını belirler.
Bunların da türlü çeşitli tarifleri vardır.
Ekmek kültürü mayasız hamura temellenmiş yufka formundan
ibarettir. Ekşi maya çok sonraları icad olunmuş ve bugünki
modern ekmek türleri 20.yüzyılın başında ortaya
çıkmıştır.Levha halinde ,saçda ve odun ateşinde hazırlanan
ekmekler kara ve bol kepekli undan yapılırlar.Mısır nu
ekmeklere girmez ama bazen çörekler de kullanıldığı
olur.
(Mayalı yegane
hamur türü olan kızartma mayalısı ramazana
has ve tok tutması için yağda kızartılmış bir besin
maddesidir.)
Çorbalardan sonraki ana yemek et
yemekleridir. Onların da hammaddesi öncelikle kuzu ve sonra da
tercihan dana etidir.Bunlarda genellikle daima
haşlama olara kullanılır.
Öğünler sabah ve akşam olmak
üzere iki çeşittir. Uzun yaz günlerinde ilkindi vakti pazar
ekmeği denilen mayalı ve uzun bir tür pide yağlanarak,
haşlanmış yumurta, çökelek ve üzümle yenir. Bu tarz
ilkindi kahvaltısı genellikle arasta esnafının tercihiydi.
Sabah kahvaltısı bilinmez.
Çay içme alışkanlığı Cumhuriyetin hediyesidir.Onun için
Eskiden sabah “ekmeği adeti”vardı.Yufka dürümü içine
tereyağında yumurta vs konulur,kış mevsiminde de
kahvaltıda kırmızı mercimek ve paça çorbaları içilirdi.
Bazen ağır kış mevsimlerinde
içyağları kızartılarak yemeklere konurdu.Hayvansal
yağlar olarak tereyağı(sadeyağ) yenmiş,ekstradan kaz
yağı ,ceviz ve badem yağı gibi kıymetli malzemelerde
kullanılmıştır.
Bulgur en önemli malzemeydi.Pirinç pilavı düğünler hariç pek
yenilmezdi.Uzun bir süre de lüks ve pahalıydı.Buğday yarması
da çorbaların ve birçok yemeğin ana hammaddesini teşkil
ederdi.
Şekerin üretimi yoktu. Rusyadan kelle olarak (büyük parçalar
halinde gelirdi).İnsanların şeker ihtiyacı hoşaf ve
kompostolardan, kurutulmuş meyvalardan karşılanırdı.Ekşi
pekmez şerbeti en gözde içecekti.. (Zaten pekmez hemen her
evde kaynatılırdı. Beyaz ,ak pekmez ,kara pekmez ve ekşi
pekmez denilen değişik şekilleri olurdu.)
Tavuk münferit bir yemek türü olarak fazla
benimsenmemiştir. Aş’lara yani çorbalara etsuyu yerine
katılmış, parçalara ayırılarak muhtelif yemeklerin içine
karıştırılmıştır.Hindi ve kaz daha revaçtadır.
Et ve sebze yemekleri arasında daima iyi bir denge
vardı. Kabak, ıspanak,karabakla, soğukluk denilen
semizotu,lahana,fasüle kavurması ,patlıcan yemekleri her zaman
türlü olarak tercih edilirdi.
Baklava türleri o kadar zengin değildi. Has baklava bu
yörenin baklavası olmayıp bol nişastalı ve hafif Burma türü
(Çorum’ baklavası denilen) modellerde dahil olmak üzere birkaç
çeşit baklava bulunmaktaydı. Un ve irmik helvaları mevsimler
ve özel günler içine yayılmışken baklavalar bayramlarda
yapılırdı.
Mevsimlerinin üçte ikisinin kış olduğu Çorumda sebze ve
meyva kurutma işleri de önemini hiç bir zaman
yitirmemişti.
Sonuç Olarak :
Görülüyor ki Karadeniz bölgesinin Karalahana, mısır
ekmeği ve hamsi kültürü iç ve orta anadoluya girememiş, Çorum
ve havalisi hep kendi tercih ve tarifleri üzerine
yaşamaya devam edegelmiştir.Ulaşım imkanlarının olmadığı
yıllardan bugüne kadar da bu durum pek
değişmemiştir.(Denebilir ki eski Çorumlu da Orta Asyadaki
Ataları gibi beslenmekteydi.)
Ağır kızartmalar,
baharatlar,acılı malzemelere ,isot,kırmızı biber vb olan
düşkünlük burada yoktur.Güneydoğu ve doğu anadolunun
ağır ve zengin kebab kültürü hiç görülmez. Kuru baklagil
ezmelerinden oluşan arap yemek tarifleri ile acem
etkisi ile hazırlanmış safranlı , baharatlı içli pilav türleri
ise hiç yoktur ve görülmez.
Yegane kebablar kuyu ve tandır kebabıdır.(9)
Onlarında pişirme metodları son derece hafiftir.Bunu
toprak kaplı güveç yemekleri olan keşkek ve benzerleri
takip eder.Onlar da odun ateşinde pişerler. En ağır ve
özgün yemeklerden olan İskilip Dolması bile et suyu
buharında hazırlanmaktadır.
Göçmen unsurlarla gelen yemek tarifleri (arnavut ciğeri
vb)genel kabul görmemiştir.Çerkes tavuğu gibi zor
yemekler ise sadece etnik mutfaklarda kalmış halk
arasına yayılamamıştır.
Hamur işlerinin ağır olmaması için bütün
yemek çeşitlerinde bunlar haşlanmaktadır. Sadece çok
küçük parçalı olarak çorbaların üzerinde kızarmış hamur
garnitürleri görülebilmektedir.
(Mantılar,su böreklerinin hamurları dahi hep haşlanarak
kullanılmaktadır.Bu da sindirimi kolaylaştırmaktadır)
Kullanılan baharatlar karabiber,kekik,kimyon vb gibi
çok bulunan baharat türleridir.Tarçın ise tatlılar için
kullanılır. Ağır bir baharat yelpazesi yoktur.Yemekler acılı
çok tuzlu ve bol baharatlı değildir.
Yoğurt tam anlamıyla mutfağa ,ayranda sofraya egemendir.
Kuru fasülye ve bulgur pilavı,soğan ve turşu gerçekten
Çorum ve havalisinin milli yemeği olarak
bilinmektedir.
Domates salçası, tarhana, turşu,erişte,pekmez,pestil. Meyva
kuruları daima evde hazırlanır. Dışarıdan satın alınan mallara
sebzeler hariç güvenilmez.Etler bile etlik adı altında evde
kesilerek kullanılır. Sucuklar evde
doldurulur.Çemen çiğ olarak da yenilir.
Ege ve akdenizdeki bölgesindeki zeytinyağı kültürü orta
ve iç anadolu’ya ulaşamamıştır. Bunların getirdiği
dolma ve sarma kültürü de burada etli ve haşlama olarak
devam eder. Balık yemekleri anadolu kültürüne
20.yüzyılın sonunda egemen olmuştur.(10)
Osmanlı saray
mutfağının dünya yemek kültürleri arasında özel ve üstün
bir yeri olmasına rağmen yine de bilinenleri Anadolu
yemek kültürüne uymamaktadır.
Saray yemeklerinin uzantıları olan ve tuzlu yemeklerde
meyva parçaları (mesela kavun dolmaları,erikli pırasa
çorbası.vb) kullanma alışkanlığı hiç kabul
görmemiştir.Osmanlı sarayı Anadolu’ dan sadece çorbaları
ve bazı hamur işlerini almıştır.(Saray yemeklerinin de
tarifleri çok özeldir ve bunlar ayrı bir tez ve
araştırma konusudur.)11
Özet olarak söylemek gerekirse “Çorum Yemekleri”
Orta Asya kökenli ve öğünleri orta kalorili, hazmı
kolay,yapımı fazla zaman almayan günümüzün hekim tavsiyelerine
uygun tipik halk yemekleridir. Osmanlıdan beri il
merkezinin tarifleri nerede ise (yeni sıvı
yağlar ve margarinler ve yeni bazı malzemeler hariç)
1950’ lere kadar nerede ise değişmeden gelmekte ve
herkez atalarıdan gördüğü gibi yaşamaya ve besin
maddelerini hazırlamaya devam etmekteydi.
Bakır kapların yerine alüminyumların sonrada teflonların
girmesi, margarin denilen ucuz hidrojenli yağların
yaygınlaşması, rafine beyaz undan ekmek ve sentetik mayaların
kullanılması,toprağa dayalı kapalı ev ekonomisinin yerini alan
marketçilik bütün yemek kültürümüzü altüst etmiş ve
sağlığımızı da beslenme kültürümüzü de iyice yok etmiş
durumdadır.
Fast foodların egemen olması, ab normları, Avrupalılaşma,
globalleşme vb gariplikler neticesi bugün Çorum’un geleneksel
Yemek Kültüründen bahsetmek artık mümkün değildir.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
22 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ÇORUM'UN KİRLİLİKLERİ….
Şehrimizde "çevrecilik" deyince aklımıza ya belirli gün
ve aylarda yapılan çam dikimleri ve hatıra ormanları gelmekte veya
da baca gazları ile ithal kömürlerin fiyatı ile atmosfer kirliliği
hatırlanmaktadır.
Vilayetin çevre ile ilgili kurumları
da sadece hava kirliliği ile ilgilemekte; basılan dergi ve süreli
yayınlarda da sadece yeşil çevrecilik özlemi dile getirilmekte,
yazarların akademik tezleri
aktarılmakta ve Çorum' un elde kalmış son bir avuç piknik alanlarının
resimleri yayınlanmaktadır.
Yerel basının ise çağırılan haberlere
gitmekten öte "kendiliğinden akletiği hiçbir önerisi, çözümü veya
cesaretle üzerine gittiği bir tespiti "yoktur.
İki yıl önce tüp gaz taşıyan lpg'li
otomobil sayısı ticari araçlarda iki bin kadar iken bu gün bu sayının
ne olduğunu ve sokaktaki vatandaşa ne zarar verdiğini kimse
araştırmamaktadır. Cadde kenarında bulunan zehirli gaz ölçüm araçları
ise yaz günlerindeki atmosferdeki egzoz gazının miktarını ölçmemekte;
ölçüyorsa da nasıl tedbirler alındığını kimse bilmemektedir.
Bu otomobillerin gizli karbon
monoksit zehirlenmesine "dur!" diyebilecek cesarette ne bir hukuk; ne
de bir tıp adamı çıkabilmiştir. Evlerde şofbenlere baca önerenler
bu zehirli atık
için hiçbir şey söylememektedirler. Benzine göre tasarlanmış motorlar
bu gazı tam yakmamakta ve hele kış aylarında bu şehrin insanlarını
yavaş yavaş öldürmektedirler. Her sene yapılan egzoz ölçümlerinde de
motorlar benzine çevrilerek gidilmekte, kimse bu yürüyen zehirli gaz
bombalarının hatırını sormamaktadır. Ama her köşede bir gaz dolum
tesisi veya arabaları " çevirecek" tamirci bulunmaktadır. Bu işten çok
da iyi para kazanılmaktadır ama halkın sağlığını düşünen kimse
yoktur.
Zehirli gazların içindeki en sinsi
olanı kokusuz karbon monoksittir. Kandaki hemoglobine yapışarak
karboksi hemoglobin denilen müthiş bir zehirlenme yapar. Bunu oksijen
çadırı ve maskesi ile de kimse önleyemez. Yapılacak hareket derhal kan
değiştirilmesidir. Yüz elli bin kişinin kanını kimse
değiştiremeyecektir ama gizli gizli hastalanarak vefat edenler için
ulu mezarda mutlaka bir yer
bulunacaktır.
Bu kentin baş ucundaki çimento
fabrikası birazda Fransızlar para kazansın diyerek hâlâ
kaldırılamamıştır. ( oraya " filtre takılmıştır , zararı olmaz"
söylentilerine inananları her sabah
namazı vakti su deposu çamlığına duman deşarjını seyreylemeye
çağırıyor ve yanlarında da gaz maskelerini de getirmeye davet
ediyoruz.)
Ayakucumuzdaki belediyenin asfalt
şantiyesi ile küçük ve büyük sanayilerin, şeker fabrikasının bacaları
da arada bir bu kirletmeye katılmakta, kentin kanalizasyonu ile et
kesim-eski salyangoz
fabrikasının- tesislerinin, kimyasal maddelerin ve hele hele tıbbi
atıkların nereye gittiğini, 125 tavuk çiftliğinin ayak ve atıklarının
gömülü olduğu arazilerde asit yağmurları ile birleşerek yeraltı
sularına karışıp karışmadığını da kimse sormamaktadır. Bölgede köy,
ilçe ve illerin atık suları, lağımları ve kanalizasyonlarının tam
olarak kimyasal, fiziksel ve biyolojik olarak arıtıldığını, tabiata
temiz su olarak salındığını kimse söyleyememektedir. Hele hele
denetimsiz su sondajları yeraltındaki
kil tabakalarını delik deşik etmiş ve kirli ve temiz sular birbirine
karışmış, milletin ortak malı olan yeraltı su şebekeleri de böylece
"halledilmiş" bulunmaktadır.
Bütün bunların yanında hacmi gittikçe
büyüyen ve korkunçlaşan dev bir canavar niteliğindeki Çorum Çöplüğü de
hemen her gün metan gazı patlamaları ile gelecekteki en büyük çevre
felaketini adeta "haber" vermektedir. Hele bu çöplüğün altında biriken
kirli suların oluşturduğu "çökek gölü" nün kokusu dört km. öteden bile
duyulmakta ve çöplüğün sürekli yanan dumanları uzaydan bile
görünmektedir. En yakın yerleşim birimlerinden Toki konutlarında
oturanlar daha kaldırım ve
pazaryeri şikâyetlerini aşamadıklarından yakında kendilerini yiyecek
olan bu büyük çevre felaketini henüz fark edememişlerdir. Atmosfer
kirliliği, yer altı suları kirliliği, mikrobik kirlilik ve koku
kirliliği gibi birçok "hasleti" bünyesinde barındıran çöplüğümüz
hakkında kimsenin henüz bir fikri yoktur.
Bu kirliliklerin haricinde birde görünmeyen kirlilikler vardır.
Bizce en tehlikelisi de bu tür kirliliklerdir.
Cep telefonlarının baz istasyonu veya
röleleri denilen şiddetli elektromanyetik dalga üreteçleri
gittikçe şehrimizin içlerine yerleştirilmekte,yüksek direk kullanma
mecburiyeti olduğu ve
insanlardan uzakta kurulmaları gerekliliği dururken ilimizde de
evlerin duvarlarına monte edilmekte; insan sağlığı hiçe sayılmaktadır.
Kalp pili veya kapakçığı olan hastaların, metal bacak veya organ
protezi taşıyan insanların bulunup bulunmadığına bakılmadan, küçük
çocuklar hesaplanmadan yerleştirilen bu rasgele antenler için TBTAK
tebliğ üstüne tebliğ yayınlamakta ama kimse kaale almamakadır. Telsiz
ve linksiz radyo vericileri, sayıları gittikçe artan cep telefonları
ile atmosfer kirlilikleri ile hava su ve ışık kirliliği Çorumluyu
fizyolojik ve tıbbi olarak yaralamakta tabelalardaki yabancı
kelimelerle meydana getirilen başka kirlilikler ise de konuşma
lisanımızdaki hastalıklara eklenerek bir "kültür kirliliği "
oluşturmaktadır.
İnsanlarımızın okuma merakı gitmiş
yerine televizyon seyretme hastalığı gelmiştir. Geleneksel ve helal
kazanç peşinde koşan Türk insanının hassas yapısının yerini de
duyarsızlaşma, bencillik ve
lüks tüketim ile rantiyecilik hastalıkları aldığı için bu gizli
rehasızlıklarda sinsice ilerlemektedir. Hele hele ülkemizin önde gelen
sektörlerinden fuhuş sektörü de alabildiğince yükselmiş ve bu aziz
şehir artık " kerhanesi-genelevi- ile meşhur bir kent olup çıkmıştır.
Konuşmaya ve yazmaya utandığımız bu hastalık ise kazanç sahipleri
vergi rekormeni yapacak kadar revaçtadır.
İstanbul'un fethine giden sahabe
ordularının nal seslerinin yankılandığı ve Anadoluyu Türkleştiren
Alparslan' ın askerlerinin otağ kurduğu Çorum ovası, böylesine fuhuş
yuvalarını bünyesinde bulundurmakla bir talihsilik yaşamakta ve
buranın müdavimi olan insanlarımız da başka bir boyutta kirlilik
yaşamakta veya taşımaktadırlar.
Bütün bunlara sebebiyet veren esas
kirliliğimiz ise "ahlak kirliliği" olup ; buna çare bulunmadan
hiçbir kirliliğe çare bulunacağı kanaatinde de
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
23 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
EN KUTLU HAFTANIN ARDINDAN…
Kainatın en değerli insanı, Peygamber
peygamberi, Allahın C.C. sevgili kulu ,Resulü ve Elçisi Hz. Muhammed’in (SAV)
dünyaya teşrif ettikleri geçen hafta -malum aliniz-Kutlu Doğum haftasıydı
Yıllardan beri bu önemli hafta sadece dini
eğitim veren kurumlarımızın ve bazı sivil toplum kuruluşlarının çabalarıyla
kutlanır. İlahiyatçılarımız salonlarda konferanslar verir, özel vakıflar ve
bazı dini sivil toplum kuruluşları basın bültenleri yayınlar ; camilerimiz
de mevlitler okunur, dini hassasiyeti olan medya kuruluşları konuya
gereken önemi verir ama büyük bir kesiminin ise hiç umurunda olmaz.
Bu kutlu olay nedense bir türlü bütün
milletimize mal olacak bir kutlama veya büyük bir etkinlik haline
dönüştürülemez.
İlgili Ayette "Biz seni insanlığa bir müjdeci
ve bir nur olarak gönderdik " denilen bu en yüce insanı ve ümmeti olmakla
şeref duyduğumuz yüce Peygamberimizi, İslâm’ın ilk devlet Başkanını ve
kainatın bile hatırına var edildiği yüksek ahlak ve faziletin timsali bu
mübarek insanı böyle bir vesile ile bir kere daha anmak neden bu kadar
zor olmalı ki?
Uzak Doğu'da Endonezya'da ,Sumatra da
,Malezya da Filipinler de bu haftanın top atışlarıyla karşılandığını,
uçaklarla şehirlerin üzerine gülsuyu ve yaprakları serpildiğini,
yoksulların doyurulduğunu,kimsesizlerin evlendirildiğini, sünnet şölenleri
yapıldığını, Kur'an okuma yarışmaları tertiplendiğini;hayırlarda
yarışıldığını; hatta Devlet başkanlarının çıkıp da " Biz peygamberimize ve
sünnetine bağlılığımızı bir şeref kabul etmekteyiz , Müslüman olduğumuz
için gurur duyuyoruz " diye de demeç verdiklerini , kimilerinin de
uçaklarına atlayıp Medine'ye Efendimizin SAV kabrine gidip gözyaşı
döktüklerini duyuyorum ve biliyorum.
Birkaç sene sonra bu ülkenin - cadılar
bayramı ile şükran gününü de kutlayacağına artık iyice kanaat getirmeye
başladım.
Noel baba safsatalarına ekledikleri ve bizim
yaşanmamış gençliğimizde olmayan sevgililer günü St.Valentin day diye bir
icadı ve bunun gibi bir sürü kefere adetini kutlamak dururken bu hafta da
(!) ne ola ki ?
Televole medeniyetinin birinci şartı olan
dini ve milli bayramlarda evden kaçarak ; tatile çıkmak, akabinde de Bolu
dağlarında kara veya bir yerlerde de sellere yakalanarak rezil olmak
varken kim oturur da bu haftayı kutlar.Sonra stratejik bilmem neyimiz sam
amcaya ayıp olmaz mı .? Maazallah kızıp da marlboromuzu ,colamızı ve
hamburgerimizi keserlerse o zaman nice olur halimiz ?
Filistinde helikopterden atılan füzelerle
insanlar mı öldürülüyormuş?
İşgal altındaki eski Osmanlı mülkü
Memalik-i Irak da Müslüman kanı oluk gibi aksa ne olurmuş ki ; orada
zaten savaş var.Ülkesini ve namusunu ,toprağını ,dinini ve imanını
savunanlar zaten direnişçi,stratejik müttefiklerimiz insan hakları ve
demokrasi uğruna girdiler zaten Irak ' a.. Öyle değil mi?
Sen hem tek başına koca müttefikimize
savaş açacak ve birde gidip Afgan dağlarında saklanacaksın öyle mi ? Ne
kadar ayıp. Bu hiç insanlığa sığar mı ? Sonra bizi Araplar arkadan
vurmamışlar mıydı? Komünist militanları Filistinliler hep o kamplarda
eğitmediler mi ?
Hünsa-münsa bilumum muganniye, rezil ve ne
kadar sanatçı dedikleri herif ve kadın,dönme varsa ekranları işgal etmiş,İyi
çiğ köfte nasıl yoğrulur; horon nasıl tepilir , hangi kanalda davul zurna
ile oyun havaları var.Barlardan ,artistlerden ,nonoşlardan ve gece
kulüplerinden görüntüler nerede? Kim nerede kimi evlendiriyor, hangi dizide
kim kimi boynuzlamış…
Canım aslında biz de Müslümansız. Dedemiz
hacıydı,ebemizde hoca.. Sonra dedemin dedesi Yemende öbürü de bilmem nerede
kalmış da dönmemiş, onunda babası Osmanlıda at uşağıymış. Yaaaa.
Hem sonra şu ibadetleri Türkçe yapsak artık
olmaz mı? Bak camilere hoparlör kondu da ne güzel oldu. Şu Cuma namazlarını da
neden internetten vermezler ki ? Sonra artık namaz kılan da kalmadı ki? Bu
kadar cami yapılana kadar okul yapsak ya? Sonra irtica bir hortlar
maazallah. Gelir hepimizi çiğ çiğ yer, Türkiye İran olur mu hiç…Hacı'm diye
dört tarafı kapalı cisme denir.Hacc'a gitmesek de Arapları zengin etmesek
olmaz mı ?Çalışmak ibadet değil midir zaten.kalbin temiz olacak bir kere
…Ya bu bilgi çağında ne namazı abi ya,onlar eskidendi , hem sonra biz
artık layıkız…
Off offf ne olacak bu memleketin hali…Bak
bu büyük bitcek ha.Sonra ölümü gör bitmezse konuşmam..Hadi şerefe ,buyur
buradan yak..Nasıl olsa bir gün ölmiycez mi ?Ne Şeyh Yasin Şehit mi olmuş, ay
inanmıyorum,vah vah.Başımız sağ olsun..Orhan ağabeyin yeni albümü mü
çıkmış,beni cepten ara,dokuz gibi gel, waaww,harika , noluyor burada biri
izah etsin ,çaak moruk, na'yırrr, no'lamaz.çaaav,öptümm,baayy.!
Kainatın uzak ve karanlık köşelerindeki
galaksilerin ,derin okyasunlardaki ışık saçan balıkların,balta girmemiş
ormanlardaki vahşi hayvanların ,rengarenk kelebeklerin ,karlı dağların
,birbirine karışmayan denizlerin ,madenlerin ,kayaların
,taşların,.bulutların, birbirine benzemeyen insanların,
ülkelerin,devletlerin ,batan ve çıkan medeniyetlerin Gezegenle arası uzayın
,dna'ların,antimaddenin ,protonun,nötronun,mezonların ve quasarların…Gözle
görülmeyen mikropların,bakterilerin,virüslerin,genetik kodların ve
şifrelerin…Enerji bedenli varlıkların,ateşten ve radyasyondan mamül
cinlerin, şeytanın, nurdan yaratılmış ölümsüz
meleklerin,Ruh'un..Can'ın..hatta Cebrail, Mikail,İsrafil ve Azrail As ' ın…Milyonlarca
yıldır , gelip geçen milyarlarca insanın ve binlerce peygamberin;
Yüce yaratıcımız kainatın sahibi Allahü
Azimüş-Şan Hazretlerinin seçerek,överek ,güzel ahlakı tamamlamak için
yarattığı ve dünyamıza gönderdiği;
Hz.Muhammed Mustafa SAV dır bu insan…
Salavatlarla mübarek ismini anmamız
gereken;
Anıldığı yerde ürpermemiz gereken;
Liva-ül Hamd sancağına gönüllü yazılmamız
gereken;
Değil yılda bir hafta her nefes alışta
anmamız gereken ;
İnsanların önderi,
Peygamberler peygamberi, imamlar imamı,
O ' dur.
Allah’u Tea’lanın katına aldığı,konuştuğu,
cenneti ve cehennemi gösterdiği tek insan ;
O ' dur.
Bize şefaat edecek olan, hayatımızı
yönlendiren ve ahireti bildiren de ;
O ' dur.
Bu haftada bin dört yüz küsür yıl önce O'nun
dünyamızı şereflendirdiği zamandır.
Adı da Kutlu Doğum Haftasıdır.
Öyleyse;
Ey Müslüman Türk Milleti;
Gafleti, dalaleti, haramları, müskiratı,
rezaleti, sefahati,
Fuhşiyatı ve bilumum zararlı neşriyatı BIRAK.
BIRAK VE DUR DA BİR KERE AYAĞA KALK,
Selavatlarla ve tazimle ,
Artık ;
KENDİNE GEL...
Saygılarımızla…
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
24 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ERTUĞRUL FİRKATEYNİ
2.Abdülhamit Han’ın
emriyle japonya ile Devlet-i Ali' i Osmani arasındaki dostluk ilişkilerini
pekiştirmek amacıyla bir gemi hazırlanır.
İçinde kalabalık bir
seçkin insanlar heyeti ve hediyelerle Japonya’ya gidilecek ve imparatora Ulu
hakanın selamları ve dostluk mesajları sunulacaktır.
Zamanın en büyük
gemilerinden yelkenli ve üç direkli Ertuğrul firkateyni bu sefer için günlerce
hazırlandı.
Japon imparatoruna nadide
mücevherler, doru atlar, gümüş eyer ve koşum takımları, atlas çadırlar,hanedan
üyelerine ipekler ,tüller, halis dokumalar, ibrişim,incili ve simli
kaftanlar, sedef kabzalı kılıçlar, tombak miğferler ve kalkanlar, gergedan
boynuzu yaylar, çakmaklı altın kaplama kundaklı tüfekler; ülkedeki meyva
,sebze ve yemişlerden hazırlanan kumanyalar ve buna benzer değişik armağanlar
itina ile hazırlanmış ve nihayet yola çıkılmıştı.
Bir buçuk ay süren
yolculuk neticesi Japonya’ya varıldı. İmparatorun huzuruna çıkıldı. Ziyaret
de, oradaki geziler de , karşılamalar da her şey muhteşemdi. Osmanlı uleması,
fen adamları ve sanatkârlar için bu ülke adeta bambaşka bir yer ve bir masal
ülkesiydi.
-Ama efendim..Bu kadar
kısa zamanda bu hazırlığı yapamayız. Tamam heyeti karşılarız ,devlet
konukevine yeleştiririz. Fakat..Baş üstüne Efendim..anlaşıldı efendim..
Heyet çok kalabalık
efendim. Konukevine sığmadılar... oteline yerleştirdik. Heyette bir çok da
budist rahibi var.
-Bu heyet ne gerekçeyle
gelmiş, gelmeden önce konsolosluğumuza bildirmişler mi ?
-Evet efendim,
-Peki konsolos bize
bildirmiş mi?
-Evet Efendim.
-Peki bizim niye
haberimiz yok.
-Bu kadar ciddiye
alacaklarını sanmıyorduk efendim.
-Neyi
-Ertuğrul gemisinin
batışının ..yılını anmak üzere ülkemize gelerek dini bir tören yapmak
isteyeceklerini..
-Hoppala, ne yapacağız.
Bunları, Ayasofya’ya mı götürsek,ya biz laik bir ülkeyiz. Ne dini töreni.
Hemen dışişlerini ve başbakanlığı arayın.
-Haber geldi mi.
-Evet ,gereğini yapınız
diyor.
-İyi bizde protokole
haber verelim bari..Ama herkesin işi gücü var .
-Nereyi ayarladınız..
-Dolmabahçe sarayı,
muayede salonunu.
-Ala , haydi kolay
gelsin..
O gün çok ekren saatlerde
kalabalık Japon heyeti için Dolmabahçe sarayı açıldı. Sabah gün doğmadan
boğazın sularına karşı Dolmabahçe rıhtımında Budist rahipler tarafından
yapılan Ertuğrul şehitlerini anma duası ve töreni ile boğaza bırakılan çelenk
görülmeye değerdi. Ülkemizde bu kadar çok sayıda Budist rahibi ve onların
gerçekleştirdiği bir dini tören ilk defa oluyordu. Bir daha da olacağı yoktu.
Sonra salona geçtiler. Tütsüler yakıldı. Güneş yavaş yavaş doğuyordu. Garip
enstrümanlardan çıkan ince ve titrek sesler eşliğinde yine dualar edildi. Daha
sonra herkes derin bir sessizliğe gömüldü. Saatler süren bekleyiş sona erdi.
İstanbul protokolü nihayet korumalar ve eskortlarla tantanalı bir şekilde
saraya geldi. Kapılar açıldı, telsizler çalışıyor, korumalar birbiri ile
yarışıyor, bir hareketliliktir gidiyordu.
Türk heyeti Muayede
salonunun kapısında frak ve smokinleri ile göründüğünde içerden güzel tütsü
kokuları yayılıyor ve garip enstrümanlardan ince ve ahenkli duygusal sesler
çıkıyordu. Kimono ve ulusal giysileri, nahif makyajları içinde bayanlar bir
kenarda oturuyor, saz heyeti bir başka kenarda iken Budist rahipleri de
ellerini kavuşturmuş dua ediyor; erkekler de samuray kılıçları ve topuz
yapımı saçlarıyla,ince sarkık bıyıkları ve sert bakışlarıyla bağdaş kurmuş
birer buda heykeli gibi oturuyorlardı.
Heyet birden durmak
zorunda kaldı. Çünkü kendilerini ayakta karşılayan frak,smokin veya koyu
renk elbiseli güler yüzlü adamlar yoktu. Sanki bir tarihi film dekorundan
çıkmışçasına yüzü aşkın Japon Dolmabahçe Sarayının o tarihi dekorunda ince
minderler üzerinde yere oturmuş dua ediyorlardı.
Kısa bir sessizlik oldu.
Kimse yerinden kıpırdamıyordu. Sonra bir Budist rahip yüksek ve davudi bir
sesle dua etmeye başladı. Diğerleri de tasdik eder bir hece ile
mırıldanıyorlardı.
Bu arada görevliler bir
yerlerden sessizce sandalye taşıyor, heyet üyeleri için Japon’ların tam
karşılarına bir yer hazırlıyorlardı.
Törenin sonuna gelindiği
anlaşılıyordu. Bir kenardan kısa boylu zayıf bir Japon görevli zuhur etti ve
heyetin en önündeki resmi görevlinin kulağına eğilerek heyet adına bir konuşma
yapılacağını bildirdi.
En öndeki samuray kılıçlı
ve heybetli ,saçları topuzlu mahalli kıyafetli Japon ,sert ve kısa hecelerden
oluşan bir konuşma yaptı. Anında tercüme edildi. Türk heyetinden bir başka
yetkili de Japon heyetine duyarlılığından ötürü teşekkür etti. Bir genç Japon
kızının verdiği çiçeği ve küçük bir kutu içindeki armağanı aldı. Sonra resmi
görevli Japon sordu. Ve sorusu heyet başkanına tercüme edildi.
-Bizim duamız ve
törenimiz bitti. Sizin din adamlarınız nerede, onlarda kutsal kitabınızı
okuyup dua etmeyecekler mi ? Veya yapacağınız bir şey yok mu ?
Hazırlıksız
yakalanılmıştı. Bir yetkili hemen yakınlardaki Beyoğlu Cihangir Camii imamını
getirtmeyi düşündüyse de sonra vazgeçildi. Japonlar da durumu anlamışlardı ve
hiç itiraz etmeden sırayla kalkarak sandalyelerinde oturan heyeti eğilerek
selamladılar ve birer birer saraydan dışarı çıktılar.
Son olarak yine zayıf
Japon görevli ortaya çıktı ve heyetin şimdi de o dönemin imparatoru
2.Abdülhamit Hanın türbesine gitmek istediğini bildirdi.
Yine telsizler çalıştı.
Eskortlar, makam arabaları, korumalar koşuşturdu. Smokinli insanlar sarayın
merdivenlerinden hızla indi. Japonlar birkaç turist otobüsünde büyük bir
disiplin içinde yerlerini almışlardı. Makam arabaları, trafik ekipleri ve
konvoy hızla Cağaloğlu’na oradan da Divanyolu’na yöneldiler.
Nihayet büyük türbenin
önünde duran otobüslerden Japonlar indi ve sırayla türbenin dışında yan yana
ilkokul çocukları gibi dizildiler. Halk durmuş ne olduğunu anlamaya
çalışıyordu. Kalabalık gittikçe arttı. Nihayet kapılar açıldı. Japon heyeti
küçük guruplar halinde türbenin içine girerek dua etmeye ve daha sonrada geri
geri giderek ve arada bir eğilerek türbeden dışarı çıkmaya başladı.
En son bir yetkili
türbenin bir kenarına bir buket çiçek yerleştirdi.Yine bir kutu bıraktı.
Toplantı ve ziyaret
kısaca her şey bitmişti. Japonlar da, Türk heyeti de yavaş yavaş dağıldılar.
Ertesi günün
gazetelerindeki başlıklar ilginçti.
Ertuğrul firkateyninin
Japonya’da batışının ..yıldönümünde bir parlamenter ve protokol heyeti,kırk
Japon samurayı,on bayan görevli,bir musiki heyeti ve yirmi Budist rahibi
İstanbul’a gelerek Dolmabahçe sarayında büyük bir anma töreni
gerçekleştirdiler.
Sabah gün doğmadan
Dolmabahçe rıhtımında duaya başlayan Japonlar boğazın sularına çelenk bıraktı.
Hiçbir gazetecinin ve televizyonun bulunmadığı bu töreni gören balıkçılar
böyle muhteşem bir hadise görmediklerini ve Japonların birer çocuk gibi
gözyaşı döktüklerini söylediler.
Öğlene doğru saraya gelen
Türk heyetinde din adamı olmaması ve Japonya topraklarında şehit olan 165
denizci, ilim ve Din adamlarından oluşan Osmanlı heyeti için de törende rol
alınmaması protestolara yol açtı.
Daha sonra Abdülhamit Han
türbesini ziyaret etmek isteyen heyet için “bakanlar kurulu izni” gereken
türbe önceden giden görevliler tarafından kapısı kırılarak açıldı ve başka bir
mahcubiyetten de böylece kurculundu.
Japon heyetinin türbede
dua ettikleri ve eğilerek geri geri dışarı çıktıkları gözlenirken Türk
heyetinden kimsenin türbenin içine girmediği de gözlerden kaçmadı.
Kimono ve Samurai
kılıçlarıyla Dolmabahçe de ince minderlerde saatlerce oturarak dua eden
japonlara mukabil ;Türk heyetinin sandalyelerde oturarak hiç dua etmedikleri
de toplanının hoş olmayan ayrıntılarındandı.
Japon Meiji Hanedanından
İmparatorun kardeşi ile saray erkanından bir çok hanedan üyesinin de Samuray
kıyafetiyle katıldığı törende resmi bir Türk Din görevlisinin bulunmaması
büyük bir skandal olarak nitelendiriliyor.
Heyet
İstanbul Vali Muavinine bir buket ve kutu takdim etti. Bunların bir eşi ise
Abdülhamit Han türbesine bırakıldı. Kutuda; Japonya’daki Ertuğrul Şehitlerinin
kabirlerinden alınan toprak olduğu ve buketin ise Türk denizcilerin
mezarlarında yetişen kiraz çiçeklerinden hazırlanıldığı öğrenildi.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
25 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ESAS KİRLİLİKLER..
Şehrimizde
çevrecilik deyince aklımıza ya belirli gün ve aylarda
yapılan çam dikimleri ve hatıra ormanları gelmekte
veya da baca gazları ile ithal kömürlerin fiyatı ile
atmosfer kirliliği hatırlanmaktadır.
Vilayetin
çevre ile ilgili kurumları da sadece hava kirliliği
ile ilgilemekte; basılan dergi ve süreli yayınlarda
da sadece yeşil çevrecilik özlemi dile getirilmekte,
yazarların akademik tezleri aktarılmakta ve Çorum’
un elde kalmış son bir avuç piknik alanlarının
resimleri yayınlanmaktadır.
Yerel
basının ise çağırılan haberlere gitmekten öte
“kendiliğinden akletiği hiçbir önerisi , çözümü veya
cesaretle üzerine gittiği bir tespiti ”yoktur.
İki yıl
önce tüpgaz taşıyan lpg’li otomobil sayısı ticari
araçlarda iki bin kadar iken bu gün bu sayının ne
olduğunu ve sokaktaki vatandaşa ne zarar verdiğini
kimse araştırmamaktadır.Cadde kenarında bulunan
zehirli gaz ölçüm aracı ise yaz günlerindeki
atmosferdeki egzost gazının miktarını ölçmemekte;
ölçüyorsa da nasıl tedbirler alındığını kimse
bilmemektedir.
Bu
otomobillerin gizli karbon monoksit zehirlenmesine
“dur!” diyebilecek cesarette ne bir hukuk ;ne de bir
tıp adamı çıkabilmiştir. Evlerde şofbenlere baca
önerenler bu zehirli atık için hiçbir şey
söylememektedirler. Benzine göre tasarlanmış motorlar
bu gazı tam yakmamakta ve hele kış aylarında bu
şehrin insanlarını yavaş yavaş öldürmektedirler. Her
sene yapılan egzost ölçümlerinde de motorlar benzine
çevrilerek gidilmekte, kimse bu yürüyen zehirli gaz
bombalarının hatırını sormamaktadır. Ama her köşede
bir gaz dolum tesisi veya arabaları “ çevirecek”
tamirci bulunmaktadır. Bu işten çok da iyi para
kazanılmaktadır ama halkın sağlığını düşünen kimse
yoktur.
Zehirli
gazların içindeki en sinsi olanı kokusuz karbon
monoksittir. Kandaki hemoglobine yapışarak
karboksihemoglobin denilen müthiş bir zehirlenme
yapar. Bunu oksijen çadırı ve maskesi ile de kimse
önleyemez. Yapılacak hareket derhal kan
değiştirilmesidir. Yüz elli bin kişinin kanını kimse
değiştiremeyecektir ama gizli gizli hastalanarak
vefat edenler için Ulu mezarda mutlaka bir yer
bulunacaktır.
Bu kentin
başucundaki çimento fabrikası birazda Fransızlar
para kazansın diyerek hâlâ kaldırılamamıştır. (
oraya “ filtre takılmıştır , zararı olmaz”
söylentilerine inananları her sabah namazı vakti su
deposu çamlığına duman deşarjını seyrelemeye
çağırıyor ve yanlarında da gaz maskelerini de
getirmeye davet ediyoruz.)
Ayakucumuzdaki belediyenin asfalt şantiyesi ile
küçük ve büyük sanayilerin, şeker fabrikasının
bacaları da arada bir bu kirletmeye katılmakta,
kentin kanalizasyonu ile et kesim-salyangoz
fabrikasının- tesislerinin, kimyasal maddelerin ve
hele hele tıbbi atıkların nereye gittiğini, 175 tavuk
çiftliğinin ayak ve atıklarının gömülü olduğu
arazilerde asit yağmurları ile birleşerek yeraltı
sularına karışıp karışmadığını da kimse
sormamaktadır.
Bölgede
köy, ilçe ve illerin atıksıları, lağımları ve
kanalizasyonlarının tam olarak –kimyasal , fiziksel
ve biyolojik olarak arıtıldığını, tabiata temiz su
olarak salındığını kimse söyleyememektedir. Hele
hele denetimsiz su sondajları yeraltındaki kil
tabakalarını delik deşik etmiş ve kirli ve temiz sular
birbirine karışmış, milletin ortak malı olan yer
altı su şebekeleri de böylece “halledilmiş”
bulunmaktadır.
Bu
kirliliklerin haricinde birde görünmeyen
kirlilikler vardır. Bizce en tehlikelisi de bu tür
kirliliklerdir.
Cep
telefonlarının baz istasyonu veya röleleri denilen
şiddetli elektromanyetik dalga üreteçleri gittikçe
şehrimizin içlerine yerleştirilmekte,yüksek direk
kullanma mecburiyeti olduğu ve insanlardan uzakta
kurulmaları gerekliliği dururken ilimizde de evlerin
duvarlarına monte edilmekte; insan sağlığı hiçe
sayılmaktadır. Kalp pili veya kapakçığı olan
hastaların, metal bacak veya organ protezi taşıyan
insanların bulunup bulunmadığına bakılmadan, küçük
çocuklar hesaplanmadan yerleştirilen bu rast gele
antenler için TBTAK tebliğ üstüne tebliğ yayınlamakta
ama kimse kaale almamakadır. Telsiz ve linksiz radyo
vericileri, sayıları gittikçe artan cep telefonları
ile atmosfer kirlilikleri ile hava su ve ışık
kirliliği Çorumluyu fizyolojik ve tıbbi olarak
yaralamakta tabelalardaki yabancı kelimelerle meydana
getirilen başka kirlilikler ise de konuşma
lisanımızdaki hastalıklara eklenerek bir “kültür
kirliliği ” oluşturmaktadır.
İnsanlarımızıno kuma merakı gitmiş yerine
televizyon seyretme hastalığı gelmiştir. Geleneksel ve
helal kazanç peşinde koşan Türk insanının hassas
yapısının yerini de duyarsızlaşma,bencillik ve lüks
tüketim ile rantiyecilik hastalıkları aldığı için
bu gizli rahatsızlıklar da sinsice ilerlemektedir.
Hele hele ülkemizin önde gelen sektörlerinden fuhuş
sektörü de alabildiğince yükselmiş ve bu aziz şehir
artık “ kerhanesi-genelevi- ile meşhur bir kent olup
çıkmıştır. Konuşmaya ve yazmaya utandığımız bu
hastalık ise kazanç sahipleri vergi rekortmeni yapacak
kadar revaçtadır.
İstanbul’un fethine giden sahabe ordularının nal
seslerinin yankılandığı ve Anadolu’yu Türkleştiren
Alparslan’ın askerlerinin otağ kurduğu Çorum ovası,
genelevi bünyesinde bulundurmakla bir talihsizlik
yaşamakta ve buranın müdavimi olan insanlarımız da
başka bir boyutta kirlilik yaşamakta veya
taşımaktadırlar.
Bütün
bunlara sebebiyet veren esas kirliliğimiz ise ahlak
kirliliği olup ; buna çare bulunmadan hiçbir
kirliliğe çare bulunacağı kanaatinde değiliz.
Saygılarımızla...
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
26 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ESKİ
BUZ DOLAPLAR
Bugün seccadelerde unuttuğumuz
dünün ak saçlı nineleri veya beli bükülmeş ihtiyarları elbette
ki bir elli yıl öncenin taze gelinleri veya genç kızları;
erkekler de pos bıyıklı birer yakışıklı delikanlıları idiler.
Şehrimizin Devane ile çöplük,
Küçükpark ile Kale,Karakeçili ile Üçtutlar arasına sıkışmış
eski mahallelerinde -birazda Hıdırlıkda- toplam 15-20 bin
kişi yaşardı. Rahmetli öğretmen Recep Rahmi Tankaya bugünki
Atatürk Lisesinin beşyüz m. altına gidip bir bahçeli ev
yapınca adını deli’ ye çıkarmışlardı, Piri Baba çamlığı ise
önünden saygı ve huşu ile geçilen Piri baba evliyasının da
türbesi bulunan şehrin en eski mezarlığı idi.
Bağlarda daha tanelerinden
salkımı görünmeyen kara üzümler olur, sonbaharda pekmezler
kaynatılır ve ana caddelerden gıcırdayan tekerlekleriyle
kağnı arabaları ile kömüşler geçerken evlerde elektrikle
işleyen aletlerde henüz bulunmazdı.
Bugün dilleri ile fırıncı küreği
arasında benzerlik bulunan şimdiki bazı gelinlerin sabah
ezanında kalkan ve kayınpederinin karşısında “hazırol” da
duran çilekeş,cefakar ve vefakar büyükanneleri ; hayatlarını
kolaylaştırabilecek bugünki teknolojik nimetlerden bihaber
veya yoksun garip divanelerdi. Zaten onların yaptığı işi de
bugün kimse yapamazdı. Bir çamaşır yıkamak, tarhana yapmak,
erişte kesmek, turşu vurmak,pervede kaynatmak veya bir bağ
bozumu ömür törpüleyen işlerdendi.
Sıcak yaz günlerinde yemekler
günlük pişerdi. Mutlaka tereyağı kullanılırdı. Çiçek yağını
henüz kimse bilmezdi. Hidrojenli sana ve vita gibi karışık ve
ne idüğü belirsiz yağlarda piyasada henüz yoktu. Zeytinyağı
yanlızca ege bölgesinde tüketilirdi, iç anadolu ise sade
yağdan şaşamazdı.
Soğuk su ihtiyacı için hemen her
evin kuyuları vardı. Ve bunlardan çekilen sular testiye
konur ve toprağa gömülürdü. O zaman bugünki buzdolabının
vazifesini “teldolab”ları yapardı. Hemen her evde bulunurdu.
Kapağına kafes teli gerilmiş, birbuçuk metreye yakın
yükseklikte otuz cm derinliğinde masif çamdan mamül bu
dolaplar besinleri sadece haşerat’ tan korurdu. İçine
konanların bozulmasını ise önleyemezdi. Zaten yemekler günlük
pişerdi. Yoğurtlar torbada katık olurdu.Erişteler, bulgurlar,
kurutulmuş sebzeler hep mutfağın ahşap tavanına asılmış
birer bez torbanın içinde bulunurdu.Mutfaklarda kuzineler
vardı. Bunların üç veya dört gözünde aynı anda birkaç çeşit
yemek pişer,tepsilerle börekler yapılır, hemde ısınılırdı.
Çorumdaki fırın sayısı bir veya
ikiydi, onlarda fantezi francala yaparlardı. Bunları önce
gayrımüslümler yerdi. Yerli ahali yufka açar ve bunları kuru
bir odaya “ kater-kater”-üst üste- yığar, yiyeceği zaman
alır-ıslatır ve dürüm yapardı.(Mayasız olan bu ekmek çeşidi
bugün hâlâ çok bilimsel ve doğru bir beslenme biçimidir.)
Kara undan mamül bu yufkada maya
kullanılmadığı için asla küflenmezdi. Hazmı zordu. Sabah
çorbası içip işine giden Çorum’lu akşama kadar acıkmazdı.
Yemenden gelen kahvenin yerine kaim olacak olan Çay ise
yurdumuzda henüz ekilmeye başlanmamıştı.
İşte bu teldolap kısa zamanda
bilhassa kahvaltılıkarı, reçelleri vb bazı maddeleri
saklamaya yarayan havadar bir mutfak gereci idi.Hemen her
evde bulunurdu. Zaten o zamanki bir düğün çeyizi de ne idi ki
? İki kat yün yatak,bir-iki yorgan, iki kırma sandalye,
birkaç tepsi, bir ibrik ,iki bakır kazan,bir tel dolap,beş
altı ot yastık,birkaç gaz lambası vs den ibaretti. Yani bir at
arabası yük; çul-çaput,bakır kap-kacakdı.Hepsini toplasan
beşyüz kilo gelmezdi. (bu gün bir yeni gelin çeyizi 20 ton
gelmektedir ve bir kamyon ancak taşıyabilmektedir.)
Çarşıda o zaman buzcular bulunurdu.
Delikli on paralara belki bir at arabası yükü buz
alınabilirdi. Bu da cacıklara , sürahilere, zeytinyağlı
dolmalara konurdu.
Sonra bir gün büyük bir keşif olan
“Buz dolapları” yapıldı. Bulunduğu evlerde konu-komşu bunları
seyretmeye giderdi. Bu öyle bugünki gibi derin donduruculu-no
frost veya bilmem ne serisi olmayıp masif çamdan mamül bir
kapalı dolabın içine çinko döşenmiş şekliydi.O testere ile
kesilen veya sıkışmış kardan mamül buz kalıpları bu dolabın
içine yerleştirilir, etrafına talaşlar serpilir ve tencereler
de bunun içine yerleştirilirdi.Ancak kırksekiz saat besinleri
bozulmaktan koruyan bu dolaplar bir yerlerinden mutlaka su
alırlar ve de zamanla çürürlerdi.
Başka da bir çare yoktu.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
27 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ESKİ KAPLAR
Sessizce unutulup gitmişlerdi.
Kimisi
onları bir hatıra diye saklıyor, kimisi büyükannesinin
bir mirası diye biliyor, kimi de Avrupa tarzı döşenmiş
evinin şark köşesine koyuyor; kimisi de eskiciye satıp
kurtuluyordu.
Oysa onlar
bugünkü insanların dedelerine veya büyükannelerine
hatta daha da eskilerine o kadar çok hizmet
vermişlerdi ki. Bilinen ilk kaplar en az iki bin
yıllıktı. Bu resimde görülenler ise belki 900 yıldır
aynı modelde veya tarzda işlenmekteydi.
Kapaklı
olanın ismi sahandı, yemekler soğumasın diye üzeri
kapatılırdı, ayran kupasının ismi ise meşrebe veya
maşrapaydı. Su dahil her çeşit akıcı mayii içmeye
yarardı.
Diğeri ise
“helke” adında ve çok meşhur bir modeldi. Yoğurt
taşımaya veya saklamaya yarardı. Başka işlerde de
kullanıldığı olurdu.
Bakır
levhayı alıp bir tornada çekerek veya bir kalıpta
binlerce çekiç darbesi ile döverek bu şekilleri vermek
elbette ki kolay değildi. Bir kap için en az beş bin
çekiç sallamak gerekliydi. Sapları ise dövme demirden
veya döküm pirinçten hatta bronzdan ayrı bir sanat
eseri olurdu. Bu işler sadece Osmanlı veya Selçuklu
değil ta eski Romadan beri böyleydi. Bakır denilen
malzeme insan için çok faydalıydı. Mesela saf bakır
bilezikler romatizmaya çok iyi gelirdi.
Buzdolabının olmadığı o günlerde günlük tereyağı ile
pişen leziz yemekler bu kaplara alınır, sahanların
ağızları soğuyunca kapatılır veya sofralara konurdu.
Daha
birçok yardımcı kap daha vardı. Bunlar kulaklılar,
taslar, çatal, siniler, tepsiler tabaklar ve
çanaklardı. Fakat esas yardımcılar emaye kaplardı.
(Aslı çinko olan ve üzeri fırınlama suretiyle camsı
bir boya ile kaplanan ve sıhhi bir hale gelen bu
kaplar yeşil, mavi ve kırmızı renkleriyle yıllar
boyu elimizden düşmediler. Halâ da onlarda demlenen
çayın lezzeti ve tadı damağımızdadır.)
Bu
nostaljinin en doğru olan tarafı bu sağlıklı ve güzel
malzemenin yani bakırın kap mamul hale gelince
hemen kalaylanmasıydı. Bu soy ve okside olmayan
metalle kaplanan kalaylı bir kapta yapılan bir
yemeğin lezzeti bugünkü kapların hiçbirisinde
yoktu. Çünkü bütün kaplar hem malzeme , hem de
tasarım olarak yanlıştı.
Daha
sonra alüminyum çağı başladı. Gittikçe incelen ve
insan böbreklerine daima zararlı bir şekilde eriyen
bu kaplar bizden önceki kuşağı ulu mezara
doldurmaya yetti. Hele meyve kompostolarındaki asitler
bu kapları delebilmekteydi. Zararları ancak otuz yılda
fark edilebildi. Ama iş işten geçmişti. Sonra
sekiz-on kat çelikten mamul tencerelerin çağı
başladı.
Bu kalın
aslında demir tencereler yerinden kalkmıyor , en kısa
zamanda kararıyor, cilası içinde bir dünya para
isteniyordu. Hele teflon denilen yani kimyada poli
tetrafloretilen olarak anılan kanser yapıcı bir madde
ile kaplanan adı yanmaz aslında kendi yanar tavalar
ise tehlikenin ta kendisiydi. Piyasada adı yanmaz
olan birçok mamul vardı. Gerçek teflon hangisi
kimse ayırdedemiyordu.. Cam kaplar ise bir elimizden
düşmeye görsün tuzla-buz oluyor; bunlar için icat
edilen mikro dalga fırınlarına ise kimsenin daha aklı
ermiyordu.
Kimyada
saf suyun en doğru saklama kabı bile kalaylı bakır
kaplardı. Asla cam değildi. Dolayısıyla eski kalaylı
bakır kaplar da lezzet ,kullanım,hafiflik ve malzeme
olarak çok doğru kaplardı.Bunlara eski banmalar ve
pekmez kazanları da eklenebilirdi.
Bugünkü
felaket , hormonlu meyve ve sebzelerin kanser yapıcı
kaplarda pişirilip zehir niyetine yenilmesi ama fark
edilememesidir.
İşin en
doğrusu eski bakır kaplara,emayelere ve doğal
beslenme,tabii gübre ve eski üretim tekniklerine
geri dönülmesidir.
Ve bir
gün dönüleceğine de adım gibi eminim..
İşte bugün
buraya da yazıyorum..
Saygılarımızla..
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
28 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ESKİ PARALAR
Kan ter içinde uyandı.
Hayatta iken bugüne kadar hiç
görmediği ve sadece albümlerdeki kahverengi-beyaz eski
fotoğraflardan hatırladığı büyük dedesini rüyasında görmüştü.
Sakallı ve heybetli bir adamdı.Ona ısrarla Kuran-ı Kerim okumasını
ve okuduğu takdirde sıkıntılarının biteceğini söylüyordu.Kendisine
yasin-i Şerif okuyan kimsenin kalmadığını ,onun kendisine okuduğu
Yasinler ve gönderdiği fatihalardan çok memnun olduğunu
belirtiyordu. Yatağın kenarına oturdu. Ne güzel rüyaydı.
-"Sen hayırlara tebdil eyle Yarabbi
" sen yardımcımız ol.Şu hastane masrafları için beni mahcup etme!
Kalktı, yüzünü yıkadı. Abdest aldı. İki rekat şükür namazı kıldı.
Giyindi, kahvaltı etmeden hastanenin yolunu tuttu.
-Oğlunuz iyi beyefendi, her gün
biraz daha iyileşiyor. Allah korumuş da bu kazayı ucuz atlatmış.
Eğer emboli atsaydı hiç kurtaramazdık.
-Bu tıbben bir mucizedir. Birazda
hastanemizin imkanları tabii..
-Evet, Allah hepinizden razı
olsun.
Oğlu çalıştığı işyerinin arabası ile
kaza yapmıştı. Ağır yaralı olarak acil servise getirmişler,iki
ameliyatla dalağını ve karaciğerini almışlar,bacağına da çivi
takmışlardı. Araç sigortalıydı. Oğlu da öyleydi. Ama oğlunu hayata
döndüren ve akciğerlerindeki tıkanmayı gideren birde cihazı sadece
bu en yakın özel hastanede vardı. Burası da çok pahalı bir yerdi.
Ama ölümle hayat arasında sıkışmış kalmış bir insanın fazla uzak bir
tercihi olamazdı. Buranın masraflarını ssk ödeyecekti. Ama
hastanenin devletle anlaşması olmadığı için parayı kendisinden
istiyorlardı.
-Ben hastanenin muhasebe müdürüyüm
beyefendi. Oğlunuz on gündür burada. Size geçmişler olsun
diyorum.Allah bir daha böyle acı göstermesin. Bağlı olduğu bird
cihazının saatlik kirası....dolar. en son sistem bilgisayarla
çalışır. Sizden bir miktar para isteyecektim. Doktorlar yarın
çıkacağını söylediler de!
-Ne tutuyor masrafımız?
-Üç milyar yedi yüz milyon
beyefendi. Faturayı kimin adına keselim.
-Bana iki gün daha müsaade eder
misiniz? Senet versem?
-Senet veya çek almıyoruz, karşılığı
çıkmıyor, prensibimiz böyle. Lütfen sizde anlayış gösterin . Öyle
çok alacağımız var ki?
-Lütfen iki gün daha müsaade ediniz.
Toparlamaya çalışıyorum. Kalmaz elbette borcum,bakın oğlum daha
yatıyor,kaçıcı değiliz.
-Peki size itimat ediyorum. Cuma
günü görüşelim olmaz mı?
-Peki İnşallah!
Üç milyar mı demişti, küsuru de
vardı. Bu onun üç yıllık maaşı demekti. Bu kadar parayı nereden
bulacaktı.
Tekrar oğlunun yattığı odaya gitti.
Onu hayata döndüren bird cihazından çıkarmışlar, yavaş yavaş
ayılmasını bekliyorlardı. Hemşirelerden tekrar durumu hakkında bilgi
aldı ve oradan ayrıldı. Bu kadar parayı nereden bulacaktı. Düşüne
düşüne evine geldi.içi sıkılıyor,başı çatlayacak gibi ağrıyordu.
İlkindi ezanı okunuyordu. Abdest aldı. Namazını kıldı.duasını etti,
tespihini çekti. Ve o sırada aklına dün gece rüyasına giren büyük
dedesi geldi. Kuran-ı kerimi eline aldı. Ona Yasin okudu.
-Bu Yasin-i Şerif i büyük dedem
Hamdi efendinin ruhuna hediye eyliyorum, kabul eyle ,vasıl
eyle,haberdar eyle yarabbi! Dedi. Kitabı kapattı. Gözleri
nemlenmişti. Durumunu hatırlıyordu. On beş gün önce çok büyük bir
trafik kazası geçirmişlerdi, üç büyük ameliyat geçirmiş, iki defa
komaya girmiş ve özel hastanenin bird cihazına bağlanarak hayata
dönmüşlerdi. Yaşadıkları Allahın bir lütfü ve büyük bir mucizeydi.
Sırtını duvara dayadı ve öylece kalakaldı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya
başladı.
-Biliyorum bu güne kadar hep yardım
ettin,yine edeceksin Yarabbi . Sen birilerini, bir şeyleri vesile
eyle, görünmez hazinelerinden yardımlar ihsan eyle şu hastanelere ve
bize gerçekten emeği geçenlere bizleri mahcup eyleme. Diyordu. Yavaş
yavaş duruldu. Gözyaşlarını sildi. Önündeki rahlede kapalı durumda
bulunan kitabı aldı. Kapağını açtı. Senelerdir okuduğu kitapdı bu.
Evdeki en eski Kuran-ı Kerim olduğunu biliyordu. Kapağın içindeki
ilk sayfanın en altında "Mümkünsizzade Hamdi bin Abdullah
İhsan,1313" yazıyordu. Bu mübarek kitap büyük dedesinin kitabı idi,
annesinden kendisine intikal etmişti. Ona da babasından kaldığını
sanırken büyük dedesinin olduğunu da şimdi öğreniyordu. Bunda bir
gariplik yoktu. Sayfaları tekrar çevirdi.çevirdi, tezhiplere
baktı,cildi bir daha inceledi.evirdi çevirdi, sayfaları tekrar
açtı,kapadı... Büyük dedesinin yüz küsür yıllık kitabı elindeydi. Bu
ne büyük bir miras ve ne şerefti. Eserin her yeri orijinaldi. İşte
sayfaların arasındaki paralar bile duruyordu. Yasin suresinin
önündeki beş lira, mülk den sonra bir lira,ve buna benzer birkaç
eski kağıt parayı Hamdi efendi kaldığı yerleri kaybetmemek için
sayfa aralıklarına sıkıştırmıştı.Senelerdir o da bu mübarek kitabı
okurken bu paralara rastlar, sonra alır yine yerine koyardı. Bu
paraları bu kitabın bir parçası olarak addettiği için hiç bir zaman
alıcı gözü ile bakmamış ve kitabın sayfaları arasından ayırmayı
düşünmemişti. Ama bugün bu paralara ilk defa alıcı gözü ile bakmak
istiyordu. Paralar tedavülden kalkmıştı.Yüzyıl önceki bir liranın
veya beş liranın bugün ne değeri olabilirdi ki. İşte on yıl önceki
bin liraya bugün ekmek alınmıyordu. Oysa o zaman o paraya bir aylık
kira ödeniyordu. Yasin suresinin önündeki beş lirayı aldı. Sonra
diğerlerini de bulundukları yerlerden topladı. Kitabı kapattı, öptü,
kütüphanedeki yerine koydu. Suçluluk duyuyordu. Büyük dedesinin
paralarını kitabından ayırmıştı. Birden aklına geceki rüyası geldi.
Bu eski paralar dedesinin kendisine bir yardımı olmasındı? Akşama
vakit vardı. Üzerini giydi. Eski ayakkabıcılar arastasındaki Emin
Baba' ya gidecekti. Bu eski paraların kıymetini belki o bilebilirdi.
Yaşlı bir adamdı, küçücük bir dükkanda eski saatleri tamir eder,
kehribar tesbih ve ağızlık yapar, eski paraları alır ve satardı.
Dükkanının önünden geçerken camına yapışık eski paraları görür,
önemsemez geçerdi.
Bu seferde aklına o gelmişti. Doğru arastaya gitti. Onu buldu.
Dükkanda yalızdı.
-Selamualeyküm Emin Baba..
-Vealeykümselam evlat? İhtiyar belki
doksan yaşındaydı. Bu yaşta hala böyle hassas bir işle niye
uğraşırdı ki ...Şimdi de gözünde lüple elindeki eski bir saati
tamire uğraşıyordu.
-Evet,nedir derdin?
-Bu paraları soracaktım baba, anlar
mısın, değerleri nedir, kaç para ederler.
-Çok mu paraya sıkıştın,
-Evet,
-Ver bakayım..
-Buyrun.
-Şu beş lira Kudüs’ün fethi şerefine
basılmıştı. Fetih gerçekleşmeyince geri alındı, piyasaya tam
sürülecekken geri çekildi. Bu itibarla yaşıtı beş liralardan çok
daha fazla değer kazandı. Çünkü az sayıda basılmıştı. Hükümet
tedavülden kaldırdı, elinde olanlara yeni para verdi, bunları da
geri toplamadı. Sahipleri de hatıra diye sakladılar. O zaman hiç bir
değeri yoktu. Ama şimdi en değerli paradır. Bak arkasında Kudüs’ün
resmi var.
-Ya diğerleri.
-Onlar pek para etmiyor,hemen
herkesin kasasında vardır aile büyüklerinden böyle birer ikişer,ama
bu Kudüs basımı....
-Nasıl değerlendirebilirim Emin
Baba, Allah aşkına bana yardım et.
-Vallahi bunu alacak benim param
yok, ama benim deli oğlum bu paraların hastasıdır. Alır satar, bunun
ticaretini yapar, ilmi tarafıyla ilgilenmez. Ben eskiden bu işi zevk
için yapardım. O alıyor ve götürüp İstanbul’a satıyor. İyi de para
kazanıyor kerata. Çok zengin oldu. Bunun bu günkü değerini ona
sormalıyım.
-Ne zaman sorabilirsiniz.
-Şimdi sorarım, şuradan iki çay
söyle bakalım çaycıya.
Ayağa kalktı, küçük dükkanında dip
tarafa yöneldi. Kuytu bir köşede üzeri eski bir bezle örtülü, yine
eski bir telefonu açtı. Numarayı ezbere biliyordu. Karşısına çıkan
belli ki oğluydu. Ona parayı anlattı. Basım yılını söyledi.
Konuşulanların arasında geçen Kudüs sözcüğünden; karşı tarafın
paraya önem verdiğini biraz daha anladı, sevindi.
-Satacak mıymış diye soruyor?
-Evet, hemen satacağım, İnşallah
-Şansın varmış Evlat, para beş eder,
diyor.
-Nasıl yani, ne beşi, beş bin
canım..
-Beş bin de ne, Emin Baba. Şimdi beş
bin mi kaldı.
-Anlayıver oğlum, biz yaşlılar daha
bu büyük paralara alışamadık.
-Yani?
-Yani senin anlayacağın, beş milyar
eder diyor?
-Ne beş milyar mı?
-Evet, İnşallah.!
Sevinçten, hayretten ve heyecandan
elinden düşen çay bardağının pantolonunu ıslatması ve sıcak çayın
bacağını yakmasına aldırmadı. Birden ayağa kalktı.
-Hay Allah razı olsun Baba yaa! Bana
ne büyük iyilik yaptığını bir bilsen. Bu oğlun nerede çalışıyor,
yanına nasıl gidebilirim.
-Merak etme, otur hele, şimdi sen
gerçekten satmak istiyor musun?
-Evet, Baba, satacağım, çok borcum
var. Sıkıntıdayım.
-Peki o zaman al bu paranı, onun
yanına git, "getirsin parayı, göreyim hemen parasını vereyim"
diyor.
-Tamam, hemen şimdi giderim ve
götürürüm İnşallah.
-Peki , haydi hayırlısı olsun
bakalım,gözün aydın.
-Hay Allah razı olsun Baba, çok
teşekkür ederim, Allah ne muradın varsa versin.
-Bak oğlumun çalıştığı yeri tarif
ediyorum. ,İyi dinle!
-Dinliyorum Baba,dinlemez olur
muyum, hem de can kulağı ile.
-Özel hastane var ya, hani şu yeni
yapılan özel hastane. İşte orada muhasebe müdürüdür benim oğlum.
Şuradan belediye otobüsüne bin, seni
önünde indirirler. Ver parayı al paranı,selamımı da söylemeyi unutma
ha.!
Oğlu yarın hastaneden çıkacaktı. Hiç
bir borçları kalmadığı gibi ellerinde paraları bile artmıştı. O gece
yatsıdan sonra seccadesinde oturan adam hıçkırıklar içerisinde
kendisini Yaratan Yüce Allaha CC. ona gösterdiği bu mucizelerden
dolayı teşekkür ediyor, defalarca secdeye kapanıyor, doğruluyor,
yine kapanıyordu. Bu olaya sebep olan büyük dedesine Yasinler ve
Fatihalar yolluyor , okuduğu Kitab-ı Kerim' in sayfaları arasına
yeni basılmış kağıt paralar yerleştiriyordu.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
29 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
- ESKİ
ÇORUM EVLERİNİN ÖZELLİKLERİ VE YAŞAM :
-
Tarihi Çorum
Evlerinin bugün ki ayakta kalanları ve tarihi eser kapsamına
alınanlar ancak ikinci kuşak yapılardır. Eski ve nevi şahsına
münhasır Çorum evlerinden birkaç müştemilat(Tekkeli Hoca-Eşref
Ertekin-evinden kalanlar ile–köyler ve bazı ilçelerdekiler
hariç-nerede ise hiç bir şey kalmamıştır.
-
İkinci kuşak
yapıların inşasına Tanzimat’ın ilanı ile başlanmış, Ebniye
nizamnameleri ve bina standartları belirlenmiş ve inşaat
işleri fenni bir hale getirilmişti.
-
Bulundukları
arsa üzerinde cadde veya yol kenarlarına yaklaşan bu binalar
her ne kadar asri olmuşlarsa da Osmanlı’dan gelen kafes
geleneğini uzun yıllar devam ettirmişlerdir.2
(Bir müddet sonra bu cephelerde revizyona uğramış kafesler
atılmış, cumbaları iptal edilmiş ve balkonlar eklenmiş; arka
bahçeleri küçülmüş, oda sayıları ve fonksiyonları da iyice
azalmıştı.) Varlıklı ailelerin iki katlı büyük konakları da
bulunmakla birlikte üç katlı olanları nadirdi. (İlçelerimizden
sadece İskilip üç katlı ve ikinci kuşak evleri ile maruftur.)
-
Gerçekte
tarihi veya eski Çorum evleri denilen kavram; büyük ailelerin
yaşadığı, harem ve selamlık esasına göre düzenlenmiş; toprağa
dayalı kapalı bir ev ekonomisinin sürdürüldüğü, büyükçe
bahçeler içinde münferit yapılardı.
-
Ahırları,
haymalıkları, kış için mahsul veya erzak depolama yerleri,
kilerleri, çamaşırhaneleri ve pekmez kaynatma mahalleri olan
çok fonksiyonlu evlerdi. Genellikle açık sofalı(Hayat veya
divanhane de denilir.) olan bu yapılar tek katlı olur; bütün
odalar bu sofaya açılırdı. Her oda kendi ısınma ve temizlenme
problemini kendi içinde çözerdi. Bir baş oda veya orta odada
toplanılır, yemekler yer sofrasında ve birlikte yenilirdi.
-
En tipik
olanları yan yana dizilmiş odaların önünde geniş ve açık
sofanın, ahşap parmaklıklarla ve masif çam direklerle
çevrildiği, zemini kırmızı pişmiş toprak tuğla ,(karo)
döşeli, bahçe içerisinde, etrafı toprak veya taştan yüksek bir
duvarla çevrili; sokakla hiç bir ilişkisi olmayan: geniş
bahçeye ve atmosfere açık olarak inşa edilenleriydi.
-
Eski Türk
evlerinin karakteristik özelliği olan tepe penceresi yani
renkli camlı, vitraylı pencereler bazı varlıklı insanların
evlerinde bulunurdu.(Bu tür yapılara Kastamonu, Bursa ve
İstanbul’da sık rastlanmaktaydı.)
-
Zeminden
sekiz on basamak kadar yüksekti ve taş bir temel üzerine
oturmaktaydı. Bazen de su basman seviyeleri hizasında ahırları
ve muhtelif depolama birimleri yer alırdı. Sofadaki sabit
mobilyaları uzun ahşap sedirler, ahşap erzak dolapları ve
ahşap merdivenler ile parmaklıklardı. Mimaride ve fonksiyonda
iklimin etkisi olduğu kadar sahibinin gelir etkisi de
önemliydi. Ama ana fonksiyon şeması değişmezdi. İnancın etkisi
gereği haremlik –selamlık (baş oda) kavramı çok uzun yıllar
büyük ailelerle birlikte yaşadı.
-
Oda tavan
yükseklikler birinci kuşak evlerde alçaktı. Odalar halılar,
sofalar kilim ve yolluklarla kaplanırdı. Oda zeminlerini
birkaç kat çeşitli (kırmızı ve beyaz toprak ve üstü hasır
zeminleri ) halı veya kilimler örterdi. Bunların varlığı insan
ve yer ilişkisini belirlerdi ve aynı zamanda da birer de
kültürel miras sayılmaktaydılar. Yemekler yerde yenir, yerde
ibadet edilir, yerde yatılır ve uyunurdu. Sadece ahşap
sedirler bu ilişkiyi bozardı. Bahçeli düzen yaşamı, toprak
üzerinde geçen zamanı belki ahireti hatırlatırdı.
-
Binaların
uygun yerlerinde üzerlik denilen kurutulmuş bitki manzumeleri
sallandırılır bunların yakılması ile nazar ve cin etkisinin
uzaklaştırılacağına inanılırdı. Kapıların üstüne at nalları
takılır veya yüksek bir yerlere bazen de bina alınlarına,
köşelerine geyik boynuzları asılırdı. Cam altı tekniği ile
yazılmış veya çini levhalarda “Maaşalah,Ya malik- ül Mülk veya
Ya sahib-ül Mülk” yazılır görünecek bir yere ön cephelerin en
yüksek yerlerine takılırdı.
-
Baş oda
bahsettiğimiz gibi evin en önemli misafir odasıydı. Evin
yaşlıları, erkekleri genellikle burada oturur ve toplanırlar;
misafirler buraya Kabul edilirdi. Ayrıca her ailenin birde
kendi odası olurdu. Yine bu ilk kuşak evler bulunduğu cadde ve
sokaktan görünmezlerdi. Tam mahremiyet kesb ederler ve
bulundukları arsanın en uzak köşesine inşa edilirlerdi. Yaşama
mekânına ulaşmak için büyükçe bir bahçeyi geçmek gerekirdi. Bu
bahçelerde demirbaş olarak dut, ayva, vişne ceviz vb ağaçlar
olur,; açık sofa önü ve çardaklar asmalar ile kaplanırdı. Bu
evlerde son otuz yıla gelinceye kadar mutlaka-büyükbaş veya
küçükbaş hayvanlar da hayvan beslenir; süt ve yoğurt gibi
hayvansal gıdalar hep evde hazırlanırdı. Ekmek yapımı başlı
başına bir hadiseydi. Temel gıda maddesi olan ekmek yarı
yarıya kepekli kara değirmen unundan yufka formunda açılır.
Kurutulur, yenileceği zaman ıslatılarak, yumuşatılarak
tüketilirdi. Bağ bahçeye ulaşım ve her türlü nakliyat at
arabaları ile olurdu. Evlerin pek çoğunun ahırları ve at
arabaları vardı. Bahçesinde türlü çeşitli sebze ve meyve
yetiştirilen bu yapıların birer de kuyuları mutlaka bulunurdu.
-
Yapı tekniği
açısından ahşap karkaslama üzerine (iskedos) ve toprak tuğlalı
kireç harcı ile örülerek inşa edilen bu binalar tatlı kireç
sıva ile sıvanır ve toprak boyalarla boyanırdı. Masif çıralı
çam taşıyıcı direklerinin bugünkü kolonlar yerine geçtiği bu
yapıların yüzyılı aşkın yakın ömürleri olurdu. Elekrik
olmadığı için önceleri zeytinyağı kandilleri ve sonraları da
gaz lambaları ile aydınlanma temin edilirdi.V arlıklı aileler
gazyağlı lüks lambası kullanırdı.
-
Isınma
önceleri duvara gömülü ocaklarla sağlanır ve bunlarda aynı
zamanda yemekte pişirilirdi. İlave olarak mangal kullanımı son
derece yaygındı. Daha sonra sobalar kullanılmaya başlandı ve
kömür tüketimi yaygınlaştı. Kapalı bir ekonominin hüküm
sürdüğü eski yapılarda dışarıdan gazyağı ,tuz ,kelle şeker ve
baharat haricinde pek bir şey satın alınmaz ; herkes kendi
yiyeceğini kendi hazırlardı. Mimari tasarım olarak ortak
özellikleri daima mütevazı bir ruh taşımalarıydı. Hele mahalle
odaları denilen ve her mahallede bir veya birkaç tane
bulunan-semtin ileri gelenlerinin akşam kahve sohbetleri
yaptığı ve halledilmesi gereken meselelerin konuşulduğu özel
yapılar da zamanın sosyolojik ve anlayışına çok uygundu. Ege’
deki yapılarda görülen ve antik Yunandan kalma cephe
süslemeleri ile Karadeniz yapılarındaki ahşap detaylar Çorum
evlerinde hiç görülmezdi.
-
İkinci kuşak
evlerde belirgin olan yabancı detaylar, (demir parmaklık ve
şebeke işleri, kapı kilit ve bazı metal malzemeler) Ermeni
ustaların elinden çıkardı. Pişmiş toprak tuğla ile ocak
arkalarına örülerek yangına karşı koruma sağlayan kalkan
duvarlar Çorum evlerinde birçoklarında yoktu. Yine bazılarında
da pişmiş toprak borularla-pöğrek-ısıtma ve atık sular için
gerekli fenni detayların da düşünülmüş olması hayret
vericiydi. Bir eski Çorum evi Anadolu Türk evinin ta
kendisiydi. Bu eski evlerin yaşayan benzerlerini ancak
Bursa’nın Selçuklulardan günümüze intikal etmiş olan Cumalı
Kızık köyünde görmekteyiz. (Tarihi çevresiyle ün salan
Safranbolu evleri, kozmopolit çizgiler ve her kültürden izler
taşıyan İstanbul evleri, hatta Boğaziçi yalıları, kalın taş
duvarlı Erzurum evleri bile Anadolu evi özelliği taşımamakta;
ancak bulundukları yöreyi yansıtmaktadırlar.)
-
Eski Çorum
Evleri mobilyasızdı. Yataklar yere serilir ertesi sabah
dolaplara kaldırırdı. Oturma birimleri ot yastıklı ve ahşap
divanlardan ibaretti. Bakırdan üretilmiş muhtelif kaplar;
kalaylanarak kullanılır, mangal, rahle, muhtelif günlük
kullanım malzemelerinden başka bir şey bulunmazdı. Yaşam
mütevazi ve az sayıdaki eşya ile sürüp giderdi. Beton ve demir
çağına gelinceye kadar bu tek katlı ev tipleri yakın ve uzak
çevrede görülmeyen bir asma kültürüne de ev sahipliği
yapmışlardır. Birçok il ve ilçede sokağa asma dikme adetinin
bulunmadığı; ancak arasta ve açık avlulu çarşılarda
görebileceğimiz bu olayın şehrimizde son derece yaygın olması
hayret vericidir. Evin dış duvarının kenarına dikilen bir
asmanın bütün sokağa gölgelik yaptığı, gelen ve geçenlerin
üzümlerinden istifade ettiği, kapı önlerinde oturan yaşlıları
güneşten koruması gibi özellikleri bilhassa Yeniyol,
Yavruturna ve Kale mahallelerinde hala görmek mümkündür. Eski
insanların zarif yaşama kültürünü tarihi ve doğal çevreyi
birleştiren bu düşüncesine böylece hayran olmamak elde
değildir.
-
Bugün ise
bütün bunlardan bahsetmek artık imkansızdır. (Gayri
Müslümlerin eski Çorum’ un hayatındaki rolleri-başka illerdeki
gibi-Tarihi yaşama çevresini etkileyecek kadar uzun ömürlü ve
etkin olmamıştır. Bu itibarla Çorum’daki hemen bütün yapılar,
günümüze kalan ahşap minareli camiiler, hanlar, kale,
köprüler, köy konakları, bağ evleri, sokak çeşmeleri, eski
okullar binaları vb mimari unsurlar hep nev-i şahsına
münhasırdır yani orijinal Müslüman-Türk Veya özgün İç Anadolu
üslubu olmuştur diyebiliriz.)
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
30 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ESKİ ÇORUM'A
DAİR
Aziz şehrimiz Çorum'un tarihi ve
mimari çevresini,şehir dokusunu en son "görebilenlerden" birisi
olmakla bahtiyarım.
Yaşlı orta kuşağı geçenlerin
ancak hatırlayabilecekleri "Çorum'un Tarihi" dünü " Çorumlu 2000
Dergimizin kapaklarında bulunan resimlerden müşahede edeceğiniz
gibi, tabii bir dokuya sahip ve geleneklerin etkisi ile
kendiliğinden oluş-muş,bu güne göre çok daha güzel ve
estetik,hatta daha "samimi" idi...
Birbirlerine yakın çıkmalı,
kafesli, cumbalı, bahçeli ve genellikle iki katlı evlerden
teşekkül eden mahalleler,taş döşeli daracık sokaklar,
çıkmazlar,aralıklar, çeşmeler, ahşap minareli camiler, serviler,
kavaklar,dut ağaçları ve eski insanları ile o eski Çorum'un artık
günümüz Çorum'u ile alakası ve benzerliği kalmamış.
Umumiyetle ahşap çatkılı "iskedos"
denilen bir karkas iskelet üzerine ve zamana dayanıklı "öz"lü ve
yaşlı çam ağaçlarından inşa edilen;bu çatkıların arası toprak ve
saman karışımı "kerpiç" tuğlalarıyla örülmüş, duvarları "tatlı
kireç" ile sıvanır ve çivit mavisi,aşı boyası veya pastel toprak
boyalarla boyanır,bugün "rustik" denilen eski alaturka ki-remitlerle
de çatıları örtülürdü.
İçlerinde her odada bir ocak
bulunur ve ısınma,pişirme gibi işler tezek,odun vb. tabii
yakıtlarla sağlanır;Bolşevik Rusya'dan gelen gazyağı ile beş veya
on numara idare lambası veya lüks kullanılır,fakir evlerde de daha
çok zeytinyağı kandilleri aydınlanma için kullanılırdı.
Bütün eski Müslüman Türk evleri
gibi eski Çorum evleri de mobilyasızdı. Günümüzden bir yüz yıl
öncesindeki bu evlerde ot yastıkların dizildiği bir eski
kerevetten,bir tel dolapla,mutfak raflarından, bir Kur'an-ı Kerim
rahlesinden başka bir mobilya veya ahşap eşya yoktu. Herkes yer
sofrasında oturur,yer yatağında yatar,her odada bulunan "hamam
dolabı"nda yıkanırdı.
Memlekete pompalı gaz ocağı ve
ispirto ocağı ile plastik tabaklar yeni girmeye başlamış, vatandaş
teldolabını buzdolabı gibi kullanmaktan henüz kurtulamamıştı.
Bizim bile yetişemediğimiz çok
daha eski günlerde ise;evlerde su tesisatı bulunmaz,her kez
bahçesindeki kuyudan su çeker veya sakalar vasıtasıyla mahalle
çeşmesinden su getirtirdi...
Çorum'un eski mahalleleri olan
Devane, Çöplük,Karakeçili,Yeniyol,Gülabibey,Azapahmet ve Alaybey
sokaktaki eski Çorum evlerinde hayat; genellikle büyük bahçe
kapısından sonra başlardı. Uzun taşlık geçilir,bahçedeki ekili
sebzeler ve dikili meyve ağaçlarından bilhassa, asma, kiraz, dut
ağaçları ile gül ve sümbüller hatta mis kokulu iğ-deler temaşa
edilerek ilerlenir ve esas "ev"e varılır.
Aziz şehrimiz Çorum'un tarihi ve
mimari çevresini,şehir dokusunu en son "görebilenlerden" birisi
olmakla bahtiyarım.
Yaşlı orta kuşağı geçenlerin
ancak hatır-layabilecekleri "Çorum'un Tarihi" dünü " Çorumlu 2000
Dergimizin kapaklarında bulunan resimler-den müşahede edeceğiniz
gibi, tabii bir dokuya sahip ve geleneklerin etkisi ile
kendiliğinden oluş-muş,bu güne göre çok daha güzel ve
estetik,hatta daha "samimi" idi...
Birbirlerine yakın çıkmalı,
kafesli, cumbalı, bahçeli ve genellikle iki katlı evlerden
teşekkül eden mahalleler,taş döşeli daracık sokaklar,
çıkmazlar,aralıklar, çeşmeler, ahşap minareli camiler, serviler,
kavaklar,dut ağaçları ve eski insanları ile o es-ki Çorum'un artık
günümüz Çorum'u ile alakası ve benzerliği kalmamış.
Umumiyetle ahşap çatkılı "iskedos"
denilen bir karkas iskelet üzerine ve zamana dayanıklı "öz"lü ve
yaşlı çam ağaçlarından inşa edilen;bu çatkıların arası toprak ve
saman karışımı "kerpiç" tuğlalarıyla örülmüş, duvarları "tatlı
kireç" ile sıvanır ve çivit mavisi,aşı boyası veya pastel toprak
boya-larla boyanır,bugün "rustik" denilen eski alaturka
kiremitlerle de çatıları örtülürdü.
İçlerinde her odada bir ocak
bulunur ve ısınma,pişirme gibi işler tezek,odun vb. tabii
yakıtlarla sağlanır;Bolşevik Rusya'dan gelen gazyağı ile beş veya
on numara idare lambası veya lüks kullanılır,fakir evlerde de daha
çok zeytinyağı kandilleri aydınlanma için kullanılırdı.
Bütün eski Müslüman Türk evleri
gibi eski Çorum evleri de mobilyasızdı. Günümüzden bir yüz yıl
öncesindeki bu evlerde ot yastıkların dizildiği bir eski
kerevetten,bir tel dolapla,mutfak raflarından, bir Kur'an-ı Kerim
rahlesinden başka bir mobilya veya ahşap eşya yoktu. Herkes yer
sofrasında oturur,yer yatağında yatar,her odada bulunan "hamam
dolabı"nda yıkanırdı.
Memlekete pompalı gaz ocağı ve
ispirto ocağı ile plastik tabaklar yeni girmeye başlamış, vatandaş
teldolabını buzdolabı gibi kullanmaktan henüz kurtulamamıştı.
Bizim bile yetişemediğimiz çok
daha eski günlerde ise;evlerde su tesisatı bulunmaz,her kez
bahçesindeki kuyudan su çeker veya sakalar vasıtasıyla mahalle
çeşmesinden su getirtirdi...
Çorum'un eski mahalleleri olan
Devane, Çöplük,Karakeçili,Yeniyol,Gülabibey,Azapahmet ve Alaybey
sokaktaki eski Çorum evlerinde hayat; genellikle büyük bahçe
kapısından sonra başlardı. Uzun taşlık geçilir,bahçedeki ekili
sebzeler ve dikili meyve ağaçlarından bilhassa, asma, kiraz, dut
ağaçları ile gül ve sümbüller hatta mis kokulu iğ-deler temaşa
edilerek ilerlenir ve esas "ev"e varılır. Pişmiş tuğla ve oluklu
kiremitten oluşur;bu malzemeler bütün eski dükkanlarda eski
evlerin ve birçok ticarethanelerin de temel yapısını teşkil
ederlerdi.
Bu arada eski Pontus Rumlarından
kalma ve Ermeni ustaların yaptığı taş dükkanlar ve muhtelif
yapılarda bulunur,mahalle aralarında ve çıkmaz sokaklardaki bu
yapılar süslemelerinden asri pencerelerinden hemen kendisini belli
ederdi. Bugün kapısına veya duvarına sarı teneke çakılarak
"Korunması gerekli tarihi kültür değeri" ilan edilen evler ise o
tarihlerde henüz yoktu. Çünkü büyük ve ağır tokmaklı,çift
kapılı,bir at arabası kapısı ve bir insan girişi kapısından oluşan
o güzelim asmalı taç kapılarından girilerek bahçe geçilen ve
haremlikli,selamlıklı büyük ailelerin yaşadığı evler bu aziz
şehrin temel dokusunu teşkil ederdi.Osmanlı'nın sonu
ile,Cumhuriyetin ilk yıllarında bu ev tipi yavaş yavaş ortadan
kalktı. Bahçeler küçüldü. Evler caddeye yanaştı. Cumbalarla sokağa
sarktı. Kafesli pencerelerden türküler ve gramofonlar sokağa
taşmaya başladı. Yunan'a ve Yemen'e giderler dönmüyordu. Yüzyıllar
süren daimi seferberlik Devlet-i Ali coğrafyasını ev insanları-nı
darmadağın etmiştir.
Sonra balkınlar icat oldu.
Kafesler atıldı. Küçük ve kareli camlı giyotin pencereler icat
oldu. Ve şehrin ilk kömürlü-mazotlu motor dairesi faaliyete geçip
bazı hanelere elektrik verilmeye başlandı. Ahırlar iptal oldu ve
bizi bugüne getiren müteahhitli betonlu hızlı değişim süreci
başladı.
Derken Almanya'ya ilk göç
kafilesi yola çıktı. Harb-i Umumide çok ölü veren ve çalışacak
in-san mevcudu kalmayan "Doyçland"a kara yağız Çorum insanı da
gidiyordu.
Bir müddet sonra gidip de oraları
görenler memleketi ve eski hallerini beğenmez oldular. Bir elli
iki şavrule en moda otomobil ve faytonlar bile hâlâ makam arabası
iken,Velipaşa Hanından An-kara'ya kalkan Deutz ve Volvo markalı
uzun burun-lu ve mazotlu otobüslerle tozlu yollar saatler sürerdi
Hızla eğişen zaman insanlık ilişkilerinden, yaşama tarzlarına
kadar her şeyi değiştiriyordu. Sokak çeşmelerinin suyu
kesiliyor,kanalizasyonlar döşeniyor,her eve elektrik
giriyor,şehirlerde beledi-yecilik gelişiyor,devamlı bir yerler
yıkılıyor,evlerin cumbaları kesiliyor,tarihi çevre katliamı da
bütün hızı ile başlıyordu.
Önce Piri Baba Çamlığındaki
tarihi mescit ve türbe yıkıldı,şehrin en eski kabristanı
düzenlendi ve park yapıldı. Caddeye kestane ve dut ağaçları,
parklara çamlar dikildi. Vakfiyesi olan birçok mescit ve hayrat
satıldı. Her köşe başındaki ve bahçedeki kabirler tarumar edildi.
Yerlerine betonlu ve demirli temeller atıldı. Eski daracık
sokaklar genişletildi.
.. |
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
31 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
GAZETECİLER BAYRAMI MÜNASEBETİYLE GAZETECİLER
Bulunduğu işyerinde hemen her şeyden
sorumlu olanı ve toplumumuzun en altta kalanı da ne yazık ki
gazetecilerdir.
Genellikle mesai saatleri ve ne
yiyip ne içtikleri ; ne zaman yatıp uyudukları ve tatilleri hatta
bayramları bile belli değildir.
Saat kulesi ile vilayet önündeki
haber üretim yerlerine ve bir de önündeki bilgisayarın uzaydaki
internet şebekelerine bağlı olan beyinlerinin telleri kopuncaya kadar
çalışan bu meslek gurubunu ne yazık ki kimse anlamamış ve kıymetini
de bilememiştir.
Gazeteci evine sabaha karşı mahalle bekçileriyle birlikte gider.
Mesaisi altı saatlik uykusundan
kalktığı anda başlamıştır. Bazen önündeki klavyenin simit
susamlarından çalışmadığı da olur. Hele ona birde şekerli çay
dökülürse kopan küçük kıyamettir.
Yemek saatinde her an birisi bir
yerde bir basın toplantısı mutlaka yapacak; iyi resim almak için
girdiği kalabalıklarda birkaç cop da sırtına mutlaka yiyecek veya
kim vurduya gidecektir.Telefonlar birbiri peşine çaldığı zamanlarda
tablasında sigarası ve bardağındaki çayı da hep yarım kalmaktadır.
Eni boyu birkaç km.lik bu şehirde bir
avuç insan daimi olarak hemen iki günde bir bu gazetelerin
sayfalarını işgal eder ; O bilgisayarını kapatmaksızın o haberden
bu habere ; bir toplantıdan diğerine koşar . Hızlı not tutmaktan
bilekleri ağrır, ayakkabısının tabanının yarılması kimsenin umurunda
değildir. Ve yine bu her gün bir şey söyleyen insanların en güzel
resimleri çekilir, onlar için kağıtlar harcanır, matbaaların
silindirleri döner, ağızlarından
çıkanlar haber lisanına çevrilir, satırlara dizilir, sayfalara
dökülür ve bu söz sahipleri bu suretle itibarlarına itibar katar; bu
şehirde büyük ve önemli insanlar olur, saygı görür; tanınır ve
bilinirler, böylece insanlarda memlekette olup biteni öğrenirler Amma
Oysa bunları yapan emek sahiplerini pek kimse tanımaz, bilmez hatta
sevmez...Ülkede iletişimli fakülteler orada profesörler filan olsa
da gazeteci Çorumda doğru dürüst bir iş veya meslek
sahibi olmayan ,hatta evlenecek kız verilmeyen adam demektir.
Herkesin pijamalarını giyerek akşam
yemeklerini yiyip, ellerinde çay bardaklarıyla televizyonlarının
karşısına geçtikleri saatlerde onun işi esas şimdi başlamakta ve
yirmiye yakın sayfa bağlanıp matbaaya gönderilmek zorundadır. Yoksa
demoklesin kılıcı gibi bir
yasa başlarının üstlerinde bir ecel gibi daima sallanır:
"Üç gün hele bir çıkma resmi ilanını
keserim, sende hapı yutarsın "diyen bu ilgili mevzuat da
kaybedilecekler ; hep dokuz sıfırlı rakamlar olacağı ve o da kağıtçı
ile matbaacıya gideceği için hiç duraklama veya aksama
affedilmemektedir.
O günde en az on altı saat çalışır.
Hele kışın akşam saatlerinde otobüs durağında beklerken tonlarca egzoz
gazı yutar ve önünden homurtularla geçen cipleri ve otomobilleri
sayar .Ama kimse onun mesaisinin yeni başladığının farkında
değildir.Hatta onun orada
olduğunun da...
Sonra bu her gün sayfaları işgal
edenlerin yüzde doksan beşi bu gazeteleri almaz, abone olmaz hatta
kendi resmi veya haberi yoksa bile okumazlar. Onun için bu şehrin
nüfusu on yılda elli bin artmışken gazeteler hala 1500 adet bile
basılamamaktadır. Basılsa dahi para verip alan bir elin parmakları
kadar bile yoktur.
O bazen bekler, telefonla yapılacak
bir teşekkürü,not tutması için bir küçük ajandayı, bir buket çiçeği
veya bir tükenmez kalemi, veya bir çam sakızı armağanı…Ama nafile,
herkes sineğin yağını hesaplamaktadır. Öyle bir tepsi baklava ile
gazete idarehanelerine akşam sürprizi yapacak ve cennete gidecek
insan sayısı ise trilyonda bir bile değildir. Hatta böyle bir
hareket dahi ütopyanın ve halüsinasyon görmenin ta kendisidir.
O günde yüz bardak demli çay ve
Yeşilaycı Attila efendinin inadına iki paket sigara içer. Günlük
radyasyon miktarını sekiz-on saat almazsa rahat uyuyamaz. Öyle
yirmi yılda emekli olan gazeteci tipi ancak İstanbul plazalarının
veya bilmem ne gurubunun dergi
editörleri ile ayağı uçaktan yere değmeyen parlamento veya hükümet
muhabirlerinin hakkıdır.Emekli olacağı gün genellikle onbeş-yirmi
yıl açığı çıkacak ve onu cebinden ödeyecek hatta emekli olduğunu
bile göremiyecektir. Sarı basın kartı en büyük hayalidir. Onunla
bütün kapılar açılacak ,uçaklara indirimli binecektir. İtibar görecek
belki silah ruhsatı alacak , memlekette nadirattan sayılacaktır. Ama
ona ulaşmak çoğunlukla kaf dağının ardında Nuh'un gemisini aramak
kadar zordur.Onun için gazetenin verdiği ve genellikle de kendisi
tarafından bilgisayarda hazırlanan ve sarıya boyanan bir tanıtım
kartını arka cebinde taşımakla teselli bulacaktır.
Onun için seçim zamanları iyi
zamanlardır. Meydana çıkan pehlivan adayları kesenin ağzını açıp
yemekli kahvaltılı-mevlidli toplantılar yapacak ve O belki bir an
için yarım ekmek içine ayakta kafa kellesi tükrük köftesi yerine
belki sıcak bir çorba içebilecektir.
Artık karanlık odada film yapmasa ve arşivlerde toz yutmasa da
önündeki canavar monitörden çıkan radyasyon sayesinde bazen aniden
bir frankeştayn olması veya hastalanması da her zaman ihtimal
dahilindedir.
O gazetesinin muhabiri, yazarı,
fotoğrafçısı, dizgicisi, çaycısı, dağıtıcısı, reklamcısı, hatta
ilancısı bazen de paspasçısı hatta her şeyidir.
Bu kadar acıklı cümleyi buraya
sıralayarak konuyu izam ettiğimizi –abarttığımızı- düşünenler
olabilir.
Hani geçen gün çalışan gazeteciler
bayramıydı ya. Sanki çalışmayan gazeteci varmış gibi. Bir yerlerde
birileri kendi kendine bayram kutlamaları yapıyor ve demeçler
veriyordu ya .
Soruyoruz , gazeteci öldüğü gün mü
bayram edecektir.
Bütün cefakar meslektaşlarıma-sigarayı
az içmeleri hatta bırakmaları dileklerimle/ selam olsun...
Gazeteciler gününüz kutlu olsun…
Saygılarımızla.
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
32 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
GAZİPAŞA’DA YEŞİLAY KUTLAMASI
Yeşilay etkinlikleri çerçevesinde
ilimizdeki okullarda Yeşilay haftaları kutlamaları devam ediyor..
Geçtiğimiz gün de Gazipaşa
ilköğretim okulunda öğrencilere bir konuşma yapan Türkiye Yeşilay
Derneği Çorum Şubesi başkanı Attila Alpay ‘ da bu haftayı idrak
eden ve önemseyen tüm eğitim kurumlarına ve onların saygıdeğer
yöneticilerine teşekkür ettiğini bildirerek şunları söyledi :
“Sigara yasasının çıkmasıyla
davamız desteklenmiş olmakta bizde bu gibi zararlı maddelere
karşı bir kez daha zafer kazanmış bulunmaktayız. Bu günde
ilimizdeki eğitim kurumlarından Gazipaşa ilköğretim okuluna
gelerek Yeşilay haftası etkinliklerine katıldık. Genç
öğrencilerimiz haftanın önemini belirten şiirler ve
kompozisyonlar okudular. Bu suretle bilinçlenen gençlerimizi görmek
ve onların bu önemli haftanın etkinliklerine katılımlarını
sağlamak bizim için son derece memnuniyet verici olmaktadır. Zira
sigara alkol ve her türlü bağımlılık yapıcı madde tüm
yurdumuzu ilgilendirmekte nüfusumuzun önemli bir kısmı da bu
maddelerin esareti altına girmiş bulunmaktadır. Bizim mücadelemiz
insanları ve bilhassa gençlerimizi bilgilendirmek suretiyle bu
çabalar katkıda bulunabilmektir. Zira ağaç yaşken doğrulur. Otuz
yıl sigara içmiş bir insanın bırakması bizim için hiç önemli
değildir. Bizim derdimiz hiç başlamayan bir nesil yetiştirmektir.
Bunun müjdesini de gençlerimizin gözlerindeki parıltılardan
anlıyor, görüyor ve çok seviniyoruz.
Gazipaşa ilköğretim okulunda bu
etkinliği tertip eden tüm yöneticilere Okul müdürümüz Sn.Tuğrul
Delibaş’ a Müdür Yardımcımız Sn.Nuray Ertaş’ a bilhassa din
kültürü öğretmeni Sn.Rıdvan Bolat’ a sonsuz şükranlarımızı sunuyor;
hafta etkinliklerine katılan tüm öğrencilerimize de sağlıklar ve
başarılar diliyoruz.
Resimlerde Gazipaşadaki Yeşilay
haftası etkinleri ve Yeşilay konferansından kesitler görülüyor.
|
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
33 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
GÖZ AMELİYATI
-
-Yaşayacak mıyım doktor bey oğlum? Çok
korkuyorum. Hayatımda hiç ameliyat olmadım. Hatta iğne bile olmadım
desem yeridir. Bu yaşa kadar hiçbir hastalık da geçirmedim. Ama bu
göz ameliyatı beni korkutuyor.Ölecek miyim acaba..
-
-Korkma bey amca, bir saat ya sürer
ya sürmez. Hiç bir acı duymayacaksın. Bak günde yirmi tane yapıyoruz
bu ameliyattan burada .
-
-Yok yinede çok korkuyorum. Ne olur,
acımayacak değil mi?
-
-Merak etme acımayacak, bak sana söz
veriyorum.
-
-Elini ayağını öpeyim, doktor bey oğlum.
-
-Sen nereden emeklisin bey amca?
-
-Ben emniyetçiydim, emekli polisim.
-
-Yaa, iyi. Seni sanki bir yerden
hatırlıyor gibiyim ama..
-
-Senin sesin de yabancı gelmiyor
bana ama göremiyorum ki..
-
-Bey amcayı içeri alınız ve
ameliyata hazırlayınız..
-
-Acımayacak değil mi doktor bey
oğlum..
-
-
-
-Evet, Nasılsınız bakalım.. Birazdan
sargılarınızı açacağız. Bir şikayetiniz var mı ?
-
-Hayır yok; Allah razı olsun. Hiç bir şey
duymadım, hiç bir şey hissetmedim.Eliniz ne kadar hafifmiş.
Eksik olmayın...
-
-Eveet, işte.Nasıl görüyor musunuz ?
-
-Görüyorum, doktor görüyorum. Dünyayı
görüyorum, beş yıldır hasrettim. Bahçedeki ağaçları, bahar
dallarını, çiçekleri görüyorum. Elinize sağlık, Allah razı olsun.
-
Allah razı olsun, Allah ne muradın
varsa versin. Çoluk çocuğunuza bağışlasın.
-
Herkese anlatacağım sizi ne kadar
başarılı bir operatör olduğunuzu herkese söyleyeceğim. Eksik
olmayın, sağ olun var olun..
-
-Sizi birazdan taburcu edeceğiz.
Arkadaşlar işlemlerinizi yapıyorlar. Hazır mısınız?
-
-Evet doktor, çok iyiyim. Balkondan
denize bakıyor ve uzaktaki gemileri bile seçebiliyorum artık.
Allah razı olsun. Allah ne muradınız varsa versin. Hiç acı duymadım
çok korkuyordum.
-
-Biz vazifemizi yaptık. Gerisi Allahın
takdiridir. Gayret bizden Tevfik Allah' CC tandır.
-
-Evet, elbette, elbette.
-
-Beni hatırladınız mı ?
-
-Sesiniz hiç yabancı gelmiyor ama..
-
-Siz siyasi şubeden manyeto Kamil
değil misiniz ;
-
-Beni nereden tanıyorsunuz,
lakabımı nereden biliyorsunuz.
-
-Sizi tanımayan var mı ?
-
-Nereden nasıl, ne oldu da , ne
olur Allah aşına..?
-
-Onbeş yıl önce Çapa tıp fakültesinde
öğrenciydim. Eşimde eczacılıkta okuyordu. Hatırlarcısınız, başörtüsü
yasağını protesto ediyor, okulun önünde masum eylemler yapıyor
hakkımızı arıyorduk. En fazla basın bildirisi okuyor, pankart açıyor
ve alkış tutuyor, kız öğrencilere uygulanan bu yasağı protesto
ediyorduk.Hatırladınız mı o günleri..
-
-Evet, hatırlamaz olur muyum, bizim görev
alanıydı orası, yıllarca orada çalıştık. Çok kötü günlerdi.
-
-Asıl bizim için çok kötü günledi. Bir
gün bir ihbar üzerine bizi arkadaşlarımla içeri alıp üç gün
sorguladınız. Hizbullah zanlısı olarak işkence yaptınız. Ben
arkadaşlarımın sözcüsüydüm. Sizinle konuşurken niye sakallıyım ve
niye karşınızda hazır olda durmuyorum diye bana bir tokat attınız.
-
Sol gözümün beyazındaki kan pıhtısını
görüyor musunuz. O attığınız tokat neticesi patlayan göz
damarlarımdan günlerce göremedim. Sonra hepimize elektrik verdiniz.
İçeri girip çıkan arkadaşlarınız size manyeto kamil
diyorlardı. Ben ve beş arkadaşım bizlere verdiğiniz elektrikten
dolayı kısır kaldık. Hiç birimizin çocuğu olmuyor.
-
Size o zaman yalvardık, sizin Allah’ınız
kitabınız yok mu diye, burada..... benim diyordunuz. Biz
yalvardıkça manyetoyu daha hızlı çeviriyordunuz. Hepimizin
organlarını yaktınız. Sonra hiç bir şey ispat edemediniz ve bizi
serbest bıraktınız.
-
Eşim de okula giremediği için
sınıfta kaldı ve eczacılıktan atıldı. Şimdi evde.
-
Hani demin Allah ne muradın
varsa versin diyordunuz ya..Muradımız birer evlattı. Şimdi ondan
sayenizde mahrumuz.
-
Şu parmağımı da görüyorsunuz değil mi?
Hele ucundaki yanığı..İşte kabloyu bağladığınız ve elektrik
vererek yaktığınız yer de orasıydı.
-
Şimdi bu ellerle sizi şifaya kavuşturmaya
çalıştık. Ve bize yaptıklarınızı da Allaha havale ettik.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
34 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
HANGİ
GENÇLİKLE NEREYE?
Büyük yazar ve şair aziz
Hocam son makalesinde “M. Âkif ile Âsım'ın Nesli'nin
bu toplumun oluşumundaki önemli yerleri iyi bilinip
gençlere benimsetilmeden, bu ülkenin geleceği
belirsiz; yabancılaşmanın tehdidi altındadır. Bunu iyi
bilmeliyiz...”diyor.
Hemen her gün bir eğitim kurumunu ziyaret edip
Yeşilay konferansları veren birisi olarak karşımda
gördüğüm gençlik profili hakkında hiç de iyimser
değilim. Tabii bu profil aslında onların
ebeveynlerinin de talihsiz bir izdüşümüdür aslında.
Kanaatimce ortada
gençlik filanda yoktur. Hele “Ey Türk Gençliği”
hitabede kalmış hatta tarihe karışmıştır. Bir ila on
yedi yaş arası çocuk ve ergen insan topluluğu tümüyle
kendine ve değerlerine hatta inancına yabancı bir
gençliktir. Tespitime göre Türkiye topraklarında yeni
bir Amerikan kolonisi yetişmektedir. Bunların nüfusu
26 milyondur ve on beş milyonu da talebedir. Tabii
“talebe talebeden demektir” oysa bunların da
velilerinin de gelecekte neyi talep edeceklerine dair
en ufak bir fikirleri bile yoktur. Bu yeni Amerikan
nesli doğru dürüst Türkçe konuşamamakta, gramer
bilmemekte ana-babasından öte kimseyi tanımamakta ve
kendi aralarında geliştirdikleri garip bir lisan ile
hatta çoğu zaman da argo ile konuşmaktalar. Büyük bir
kısmı ilkokulda sigaraya, ortaokulda içkiye
başlamakta, ilerleyen yaşlarda da enerji içecekleri ve
biralar ile ağır alkollü içkilerin esiri olmaktalar.
Kola bağımlılığı artık iyice yerleşmiş ve bunu da
fastfood yiyecekler, cips hamburger ve diğerleri takip
ettiği için ortaya bizim çocukluğumuzun iki katı
cesametinde yeni ve tuhaf bir nesil çıkmış
bulunmaktadır. Büyümeden küçülmüş ve büyük bir kısmı
küçük dağları ben hallettim edası ile dolaşan; dünyada
ne kadar moda varsa takip eden, para kazanmanın
güçlüğünü bilmediği ve asla da bilemeyeceği için çok
kolay harcayan bu genç insanlar topluluğu ile o
yaştaki Çanakkale mücahitlerinin ve Asımın neslinin
de en ufak bir alakası bulunmayacaktır elbette.
Yüzlerce diziden
gördükleri gibi yaşayan ve esrarkeş şarkıcı ve sarhoş
türkücülerin peşinden adeta uçarcasına koşan bu
milyonlarımıza hiçbir nasihat ve eğitim sistemi para
etmemektedir. Çünkü onları televizyon dizileri ve
internet zaten gereği kadar yetiştirmiştir. Tüm
dizilerdeki alkol sofralarında eniştelerine aşık
ablalarını görerek ve gayrı meşru çarpık ilişkileri
takip ederek onları taklit edenler kadar bunlara
müsaade eden ebeveynlerde suçludur elbette.
Neticede bu gidişat ve
zorlamalarla liseler ortaokul, ortaokullar da ilkokul
seviyesine adeta çekilmiş ve hatta indirilmiştir.
Genel kültür, Adabı muaşeret, yüksek ahlak, Milli ve
manevi ,hatta bedii değerler adeta küserek bu toplumu
terk etmişlerdir. Sayıları iki yüze yakın
üniversitenin pek çoğunun ise seviyesi bir memurluk
sınavında bile başarı sağlatamazken hayatta başarı
nasıl sağlanabilecektir. Bilimsel makale, buluş ve
dünya çapındaki araştırmalara dair hayallerimiz henüz
temenniler halindedir.
Hemen her köyde ve kasaba
açılan üniversite ve kampuslar oraya yığılan genç
nüfusun bitmez tükenmez ihtiyaçları için esnafın
işlerini biraz yoluna koymaktan başka bir işe
yaramamıştır. Üniversite sanayi işbirliği masalları
bende yıllardır ninni etkisi yapmaktadır. Hayata
hazırlamaktan uzak ve ülke gerçekleriyle hiç ilgisi
olmayan mevcut eğitim sistemimiz yüzde doksan
işletmeci yetiştirmekte ve hemen herkes okulu
bitirince bir masaya ve bilgisayarın karşısına
yerleşerek bir şeyler işletip, imza atıp çuvalla para
kazanacağını ve ispanyada şatolar kuracağını
zannetmektedir. Babasının tezgahını devralma talihine
sahip olmayanlar için ise durum bir felaketten
ibarettir.
Birde muhafazakar
ailelerin çocukları olan bir kısım İslamcı(!) gençlik
kesimi vardır. Bunlar da mevcut moda rüzgarlarının ve
çağdaş trendlerin(!) etkisi altında kendilerine yeni
bir sosyete ve giyinme tarzı icat etmişler, daracık
kot pantolonlarının üstüne başörtüsü, pardesülerinin
altına Amerikan spor ayakkabıları, cilbablarının
tepesine de rengarenk eşarplarını hörgüç gibi
bağlayarak Çin parfümlerinden oluşan ağır koku
bulutları içerisinde ana caddemizde boy
göstermektedirler. Büyük şehirlerde sevgilileriyle
sarmaş dolaş gezinen bu gençlerimizin ilimizdeki
temsilcileri de sayıları gittikçe artan kafeteryaların
baş müşterisidirler.
Çoğundaki en pahalı cep
telefonları babalarında bile yoktur ve hepsi de
sevgili ebeveynlerinin gözbebeğidir ve ne isterlerse
yapmalıdırlar. Gittikleri ol tuttukları takım,
konuştukları Türkçe doğrudur, peşinden gittikleri
esrarkeş şarkıcılar doğrudur. Müzik onların müziğidir.
Sanat onların yaptıklarıdır. Bunların haricinde bizim
deminden beri söylediklerimizin hepsi yanlıştır zaten.
Okul bitince kapak
Amerika’ya atılmalı, susayınca kola içilmeli, su gibi
İngilizce bilinmeli, Hıristiyan Avrupa’nın ne kadar
adeti ve rezilliği varsa benimsenmeli, sevgililer günü
filan asla atlanmamalıdır. Beş vakit namaz kılmak
Müslüman olmak için yeterlidir. Ona da hacdan gelince
başlanmalıdır. Şehir olarak yılbaşı gecesi iki yüz
tanker içki içilmeli ve bir gün mutlaka zengin
olunmalıdır. Tabii bunun içinde hedefe ulaşmak için
her yol sonuna kadar denenmelidir.
Ana caddede normal bir
otomobilin beş katı zehirli gaz üreten ve üç katı
benzin tüketen dev ciplere imrenerek bakanlar ve lüks
vitrinleri seyredenler; zavallı aziz şehrimizde il
nüfusunun yüzde kırkının yeşil kartlı olduğunu ve
kenar mahallelerde ne kadar öksüz, dul, yetim, aç,
perişan ve yoksul insan olduğunu asla
bilmemektedirler. Mevcut ne kadar cemaat, cemiyet, stk
aktivist vs varsa kendi çevresinde, yurdunda,
partisinde, dergahında bulunan ve belki hakikaten
düzgün, iyi Kur’an okuyan bir avuç yavruya bakıp
teselli bulmakta ve büyük resmin tamamını kimse
görememektedir.
Akşama kadar birbirlerini
eleştiren siyasilerimize ve bizi yönetenlere
soruyorum. Bu konulara dair bir öneriniz, çözümünüz
veya hatta bir diyeceğiniz var mı?
Buradayım bekliyorum!
Adam gibi çocuk
yetiştiren o bir avuç ebeveyni yukarıdaki
ifadelerimden elbette tenzih ve tebrik ediyor,
selamlar yolluyorum.
Saygılarımızla…
|
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
35 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
IRAK’ A ASKER...
Bir taşra muharriri olarak
görüş ve düşüncelerimizi bir de biz beyan edelim ve
moda deyimiyle konuyu bir de biz masaya yatıralım
dedik.
Irak ‘ a “Asker ”giderse ne
olur?
Bence korkulacak bir şey
olmaz. Zaten o gidilecek yer Memalik-i Irakeyn bir
dalavereyle elimizden alınmış eski Osmanlı yani vatan
toprağıdır. Mehmetcik bugün oradaki İşgalci coni’lere
ve kiracı araplara nezaret etmeye gidecek ve
kuzeydeki kürtlerin devlet ilan etmelerini önlemeye,
Türkmenleri ezmelerine müsaade etmemeye
çalışacaktır.
Düne kadar birleşmiş
Milletleri ve natoyu devre dışı bırakan abd bu sefer
kuyruğu sıkışınca en yakınındaki Türklerden yardım
istemeye yüz bulabilmektedir.
Daha geçenlerde abd nin
başı televizyonlarda “ kuzeyde istikrar
sağlanmıştır, oradan bir korkumuz yok” diyor ve
Ankara da buna şiddetle tepki gösteriyordu. Oradaki
kürtlerden fazla nüfusa sahip Türkmenler zaten oranın
eski sahibi ve Osmanlı ahalisidirler. Yıllarca Kıbrıs
Türk’ü gibi elleri yüreklerinde barzani ve
talabani eşkıyasının baskınlarına karşı elleri
tetikde nöbet tutmadılar mı ? Bari bu seferde
Mehmetçik sayesinde rahat nefes alsınlar ve bir avuç
şalvarlı eşkıyanın karşısında büyük millet olmanın
mutluluğunu ve gururunu yaşasınlar.
Sonra “araplar kurşun
sıkarlarmış” diyorlar. Vaktiyle Osmanlıya kurşun
sıkmanın bedelini işte böyle büyük bir zillete ve
sefalete düşerek ödediler. Bu sefer hiç sanmıyorum
ki böyle bir yanlışlık yapsınlar.
Amerika’ya gelince...
Onların samimi olmadıklarını Ankara da biliyor. Önce
peşmerge’leri adam sanıp yanaştılar baktılar ki bu
aşiret bozuntuları ve mağara adamları ile bir iş
olmaz. Her tarafları ayrı oynuyor, devlet kuracağız
diye orada coni’lere pis pis sırıtıp vıcık vıcık yağ
çekiyorlar. Onlar da büyük Türkiye’yi gücendirmek
pahasına bunlara göz kırptı, sırtlarını sıvazladı.
Ama Türkiye’yi kaybettiğini birileri buşh’ un
kulağına fısıldayınca jetonları düştü, etekleri
tutuştu. Sonra da gelsin Mehmetcik diye krediler,
yardım vaatleri, yalvarmalar, yakarmalar...!!
Bu arada küçük hatırlatma
yapalım.
Vaktiyle Kore’de 717
askerimiz şehit oldu ve 2246 askerimizde yaralandı.
176 askerimiz de kayıp oldu. ( Buna karşılık Kıbrıs
Barış harekatındaki kaybımız ise 498 şehit ve 1200
yaralıydı.)
Kore de Kunuri de
verdiğimiz bu kadar şehidin büyük bir kısmı hep
Amerikalıların 16. Birliği çekilirken onlara kalkan
olarak görev yaptığımız sırada verildi. Ne kadar
coni kurtulduysa o kadar Mehmetçik de şehit olmuştur.
Ama bunu unutup da
karakolu basıp kafamıza torba geçirmeleri yok mu?..
Affedilir bir hata değildir.
Yine bir kere daha
hatırlayalım ki . Irak amerikanın haince işgali
altındadır. Bu son yüzyılın en kanlı işgal ve
katliam harekatıdır. Dün Afganistan dada aynısı
yapılmıştır. İkiz kuleleri uçuran siyonistler böylece
amerikan ordusunu Müslümanların veya İslam
Dünyasının üzerine saldırtmıştır. Irakta iki –üç ayda
ölen Müslüman sayısı 30 bindir. Bir önceki körfez
krizinde ise 200 bin şehit verilmiştir. Sırf Ameriye
-Bağdat’a 20km yakın bir mahalle-sığınağında sabah
namazında atılan Gbu sınıfı kamyon büylüklüğündeki
bombalar ile 1800 kadın ve çocuk aynı anda kavrulmuş
ve toz edilmişlerdir. Bu seferde şehit edilen çocuk
ve kadın sayısı 10 binin üzerindedir. Iraklı asker
sayısı 20 bindir. Bunlar az rakamlar değildir. Bunlar
Müslüman zavallı şehitler olup bizim din
kardeşlerimizdir.Her namazda bu müminler için dua
etmemiz boynumuzun borcudur.
Hain Amerikan’ın orada
işi yoktur. Müslümanları birbirine kırdırmak için
bomba yüklü kamyonlarla Şii lideri İmam el Bakır’ ı
şehit etmişler ve bunu her gün bir yerlerde tekrar
etmeye başlamışlardır. Bütün plan Siyonizm’in gizli
karargahlarının ürünüdür.
Tek tehlike orada
Amerika’nın yanında yer aldığımızı sanan Arapların
bize ateş açmaya kalkmasıdır. Yoksa Türkmenlerin
güvenliği açısından Mehmetçik elzemdir.
Kuzeydeki mikrobik
iltihaplanmalar ve kangrenler açısından oraya
cerrahi müdahale her zaman şarttır. Nöbetçi
doktorun adının da “ Mehmet” olması iyidir.
Çünkü Musul Kerkük Türk,
Memalik’i Irakeyn’ de ,Güzelce Bağdat ta Osmanlıdır.
Osmanlınındır.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
36 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
İÇKİ , SİGARA VE ÇORUM…
-
Geçtiğimiz
günlerde kaleme aldığımız bir makalede
eski Çorumluları veya “geçen yüzyıldaki insanımızı resmetmeye ” çalışmış onun özelliklerini, hasletlerini anlatmış ve teknolojinin bu günkü kadar olmadığı o karne ve
yokluk günlerinde ne zorluklar
çekerek yaşadığını hikaye etmeye
uğraşmıştık.
-
Eski Çoruml’ların her ne kadar emekleri, yaşantı biçileri,
dürüstlükleri ve sevdaları meşhur ise de
maalesef “müskirat’a ve tütüne ”olan
merakları da o derece marufdu.
-
O günlerde
sigara daha bilinmediği için kıyma ve sarma tütünler yine kağıtla ve çubukla
içilirdi.En iyi sigara kağıdı
Suriye’den gelir ; Bitlis’ in altınsarısı sert tütünleri, Ege’nin yumuşak tütünleriyle
harmanlanır, nemlendirilir, saç teli inceliğinde kıyılır ve kağıda sarılarak içilirdi.O
zamanki “ kahve peyke’sinde yan gelip oturarak Yemen’den gelen elle çekilmiş ve
mangalda meşe kömürü ateşiyle pişmiş kulpsuz bir fincan kahveyi köpüğüyle içmek ;beldeki ipek veya
yün tokat kuşağının arasından çıkarılan gümüş bir tabakadan
intizamlı ince bir cigara sararak ; eşrafla, dostlarla ve ahbaplarla tüttürmek, yarenlik etmek büyük bir keyifdi.
-
Bugünün
“hamburger ve kola nesline” yavan gelen
bu muhabbet mutlaka “ mızraklı
ilmihallerden alınmış, Kerbela hikayeleriyle başlar ; Yunan Yemen ve Balkan
harplerinin Harplerinin -harbi umuminin-hatıraları ile devam eder ve
Ermeni mezaliminin dehşetinin verdiği gözyaşlarıyla biterdi.
-
Bütün bunlar
devam ederken o sıralarda bütün dört bir yanı çepeçevre üzüm bağı olan aziz
şehrimizde dev küplere ve fıçılara
şaraplar “ vurulur” ; bazı
köylerimizde
dünya çapında bir kaliteye sahip
“rakı’
lar da “çekilir” ; böylece kültürümüzün
müskirata ait bölümü de
tamamlanırdı. Birayı pek kimse
bilmezdi. Uzun boyunlu tekel birası
ancak Halk Evindeki balolarda yeni
sosyete tarafından içilirdi.
-
Bugün ise değişen tek şey ; artık kalmayan
bağlarımızdan çıkan kara üzümlerle yapılan şarabın ve rakının süslü şişelerde
ambalajlanarak Tekel tarafından yapılıyor ve satılıyor olmasıdır. Çorum insanı
yine
“iyi sigara içmekte
özellikle amerikan tütünü kullanmakta; erişkinlerimiz bolca rakı tüketirken;
gençlerde bira’ya “ takılmakta !!”, çocuklarda bu işe “ teneke kutu kola” ile
başlamaktalar.
-
Yüce dinimiz
tarafından “Haramdır” diye emredilen ve
“Müslüman Türk İnsanı’na “ asla
yakışmayan bu iptilaların ; bizi büyük bir milli felakete doğru
sürüklemekte olduğu aşikardır.
-
Alkol ve
sigara bağımlılığı ile uyuşturucu
maddelerle mücadeleye “ Otuzbeş yılını
veya bütün bir ömrünü adayan” Yeşilay Cemiyeti Genel Başkanı Emekli Albay Ağabeyimiz Sayın Selahattin
Kaptanağası’ nın tesbitlerine göre “1930
lardaki kişi başına düşen bir litrelik alkol tüketimi hızla artmış” ve bugün bizi dünya üçüncülüğüne yükseltmiş
bulunmaktadır.Bunun arkasında elbette
Amerikan şirketleri ve İskoç viskisi üreten dev tröstler vardır.Geçtiğimiz yıl
“ Denizli’de halka bedava bira dağıtıldığını da anlatan” Yeşilay Genel
Başkanına göre
“ dış kaynaklı kolalı içeceklerdeki kokain,kafein ve karamel adı
altındaki mahiyeti meçhul maddeler
insanı küçük yaşta alkole alışıracak
güç’tedirler. Bununla mücadelenin tek yolu da
alkol üretimini kısıtlamak”tır.
-
Arşivimde konu ile ilgili olan bir
başka gazete kupüründe ise şöyle denilmektedir:“
Çorum’ da 1998 yılının ilk altı ayında 268 bin ton
kilogram tütünden 1 trilyon 370 milyar lira gelir elde
edilmiş; 25.352.279 litre olan alkollü içki satışından
ise 282 milyar 907 milyon lira gelir elde edilmiştir”.
-
Tam dört yıl önce Çorum’ lular bu
kadar içki içtiyse bugün ise bu rakamlar nereye
tırmanmıştır.Yine bu rakamların içinde “ özel sektörün
sattığı biralar,ithal edilen ve süslü şişelerde
gittikce ucuzlayan iskoç viskileri ; çocukların içtiği
teneke kutu kolalar ve bazı köylerimizde hâlâ üretilen
kaçak rakılar” yoktur.Onları yok farzetmek mümkün
olmasa dahi sadece Tekel’in verdiği rakamlarla bu
kadar içki bizim hesabımızla 1500 Tanker veya kamyon
gelmektedir. Gayrı resmî ama varit olan tüketimi de
bir bu kadar tutarsak 3000 kamyon veya tanker dolusu
içkiyi bu Çorum insanı “ neresine” içmektedir.
-
Bana göre ilçeleriyle birlikte
nüfusu 1milyona yaklaşan İlimizde alkol almayanlar “
sadece Ulu camii cemaatindeki birinci safdaki insan
sayısı” kadardır. Bu rakam Türkiye’nin beşte biri
demek olan İstanbul’da ise Yeşilay Genel başkanı
değerli Ağabeyimiz Selahattin Kaptanağaası’nın
çevresindeki “ Sahabe Ruhu,edebi ve yaşantısına sahip
bir avuç mümtaz insanla ” sınırlıdır.
Çorum ve çevresi açısından bu perişanlığın ekonomiye
getirdiği katkıyı hesaplayanlar ;
hastanelerimizdeki-ülke çapında günde yapılan- 250
bypass ameliyatını, kalp servislerindeki gençleri,
akciğer kanseri ve sirozdan ölenleri,psikolojik
tedaviye ayırdığımız paraları, yıkılan yuvaları ve
sönen ocakları asla hesaplamamaktadırlar.
-
Felaketin bir başka boyutu ise en
“çok sigara tüketen ülkeler içinde dünya
yedinciliğine” yüksemiş olmamızdır.
Avrupa’da ise Yunanistan’dan sonra ikinci gelmekteyiz.
Dünya ortalaması yılda 1 kg. iken biz 2 kg. sigara
tüketiyoruz veya içip paramızı ,sağlığımızı ve
dumanını havaya savuruyoruz.Tekel Genel Müdürlüğü ise
Avrupa’nın en büyük içki ve sigara üreten kuruluşu
;ayrıca da Dünyada 5. sırada yer alıyormuş.
-
Her şeyde sonuncu olan ülkemizin
burada ilk sıralara yükselmesi pek sevinilecek bir
havadis olmasa gerekir. Zaten egzoz gazları, tüp gazlı
otomobillerimiz, çimento fabrikamız ,asfalt ve
salyangoz fabrikamızla, tezek,lastik ve kömür
dumanlarımız,baz istasyonumuz ,ozon deliğimiz ve
gittikçe artan ahlak kirliliğimizle perişan bir
haldeyiz. Birde buna yukarıdaki saydıklarımızı ekler
ve alt alta toplarsak yekunumuzun kocaman bir “milli
felaket” olduğu üzüntüyle ortaya çıkacaktır.
-
Bu ızdıraba yine devam edeceğiz.
-
Allâh (CC.) emanet olunuz…
-
Saygılarımızla…
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
37 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
İLİMİZİN ÇEVRE SORUNLARI VE ACİL ÇÖZÜM
BEKLEYEN MESELELER:
1/ ÇİMENTO FABRİKASI:
Yıllardır kentin atmosferini tehdit eden en büyük faktördür.
Gecenin ilerlemiş saatlerinde filtreleri devreden çıkarılmakta ve
kente kükürt dioksit, kil ve atık gazlar saçmaktadır.Yapıldığı
yıllarda ilimizin bu kadar büyüyeceği ve daimi rüzgarları
hesaplanmadığı artık için kentin ortasında kalmış en büyük sanayi
kuruluşudur. İlk zamanların da sulu sistemle atık maddeleri tutan
filtreleme olayı bugün kaldırılmış ve tehlike gün geçtikçe büyümüş;
baca gazlarından etkilenen insan sayısı artmıştır. Fabrika yaklaşım
alanındaki semtlerin sağlık analizleri, çevredeki etkilenen bitki
florası ve faunası bunun çarpıcı sonuçlarını mutlaka ortaya
çıkaracaktır.
2/TAŞ OCAKLARI:
Melikgazi semti tepesinde bulunan ve çevre tüzüğüne göre
taşların kırılması esnasında su püskürtülmesi gereken tesislerde
maliyetlerin artması, su püskürtme sisteminin elektrik harcaması,
taşlık arazide kuyu açılamaması ve suyun şehirden bozuk yollarla ve
tankerlerle getirilmesi sonucu bütün ocaklar kuru taş kırma işiyle
mıcır elde etmektedir.Aktif çalışan beş ocaktan en büyüğü
belediyenindir.
Taş kırılması esnasında ortaya çıkan toz bulutunun uzmanlarca
incelenmesi çok çarpıcı tesbitleri ortaya çıkaracaktır. Taşların ana
maddesi olan kalsiyum bileşiklerinden başta kalsit olmak üzere
silisyum dioksit,kuvars,kireçtaşı vs gibi mineral yapılı bir çok
doğal malzeme mikronize olmakta ve daimi esen rüzgarlarla bir bulut
halinde şehrimizin üzerine savrulmaktadır.İlimizin bütün yüzeylerine
yapışan bu toz tabakaları araçların hareketi ve doğal
sirkülasyonlar neticesi havaya kalkmakta atmosfere karışmakta ve
solunumla insan akciğerlerine yerleşmektedir.Minerallerinin
mikroskobik iğneler halinde olduğu bu taş tozları bronşlara
saplanmakta ;orada iltihap toplayarak bilhassa kış aylarında koah ve
benzeri hastalıklara sebeb olmakta; fark edilmediği takdirde kansere
kadar gidebilmektedir.
İlimizde hava kirliliğinin azalmasına ters orantılı olarak
akciğer hastalıklarında artış olduğunu uzmanlar gözlemlemişlerdir.
3/ BELEDİYENİN ASFAST FABRİKASI:
Bitümlü kanserojen hidrokarbonları ısıtarak taşlara yapıştıran
ve 140 derecede yüksek ısı, zehir ve toz saçan bu tesisin orada hala
bulunması toprak,hava ve su kirliliği açısından bir cinayettir.
4/TAVUK ÇİFTLİKLERİ ; BÜYÜKBAŞ HAYVAN ÇİFTLİKLERİ:
Yüz otuza yakın tavuk çiftliği ve doksan adet büyükbaş hayvan
çiftliğinin kuşatması altında bulunan talihsiz şehrimiz gibi
yeryüzünde başka bir yerleşim yeri daha bulunmamaktadır.
Birkaçı hariç hemen hepsi atıklarını araziye bırakmakta, yer
altı sularını kirletmekte; atmosferimize bilhassa yaz aylarında
ağır ve iğrenç kokular saçmaktadırlar. Maalesef koku tüzüğü diye bir
çevre koruma maddesi olmadığı için bu madde hiç dert
edilmemektedir.
5/ÇORUM ÇÖPLÜĞÜ:
Yangını asla sönmeyen ve atmosfere devamlı metan gazı saçan;
arada bir küçük patlamalar yapan, dumanı uzaydan bile görülebilen
bu yer rakım olarak il merkezinden yüksekte dev bir dağ
oluşturmaktadır.Tıbbı atıklarında atıldığı tepenin altında büyükçe
bir göl oluşmakta ; bahsedilen bu iğrenç bölgeye kokudan dört
km.den fazla -gaz maskesiz- yaklaşmak imkansız bulunmaktadır.
Zehirli çöplük gölünün görüntüsü iğrençtir. Atmosfere yazın
buharlaşma ile saçtığı kokuların içinde sanıyorum ki yeryüzünün bütün
elementleri bulunmaktadır.Sayıları kırka yaklaşan ve oraya her gelene
saldıran çöp adamlar kabilesi geceleri de il genelinde bidonları
karıştırmakta; orada eşelenen kedi ve köpekler mikrop taşımakta ve bu
pisliklere konan kuşlar ilimizin parklarında tünemekteler.sadece
tıbbı atıklara çözüm bulunduğunu işitiyoruz. Ama büyük çöplük için
henüz ufukta bir tasarı görülmemektedir.
6/BACA GAZLARI :
Evsel katı yakıt dumanları, sanayi bacaları,petrokok isleri vb..
7/Otomobil Egzostları ve Doğazgaz kombilerinin bacaları :
İlimizde üç kişide iki kişinin otomobili bulunmakta bunların da
yarısı doğal gazla çalışmaktadır.Egzost ölçümleri yapılırken doğaz
gaz atıkları olan başta ölümcül karbonmonoksit gazı ölçülmekte midir
?
Kan hemoglobininden yapıştığı zaman çok güç ayrılan
karbonmonoksitin -karboksihemoglobin zehirlenmesinin- insan dolaşım
sistemi ve damar yapısı üzerinde etkisi tıp otoritelerinin
malumu iken karbonmonoksit zehirlenmesi neden hiç
konuşulmamaktadır.
Ayrıca şu anda yeni olan kombi bacalarından araç ekzostları kadar
bir miktarda karbonmonoksit ilimiz atmosferine karışmakta ve gizli bir
ölüm tabakası haline dönüşmektedir.
Benzinli motorların, sayıları gittikçe artan motorsikletlerin,çevre
yolunda seyreden ağır tonajlı vasıtaların zehirli gazlarını da
bunlara mutlaka eklemeliyiz.
8/ASBEST KİRLİLİĞİ :
Araç balatalarından fren yaptıkları esnada ayrılan ve koparak
atmosfere karışan amyant yani asbest lifleri ilimiz atmoferinde
yılda birkaç yüz kg.lık bir zehirli atık oluşturmaktadır. Asbest
liflerinin akciğere yapışması sonucu oluşan asbestosis hastalığı
tehlikeli bir akciğer kanserine yol açmaktadır.
9/PERKLORETİLEN VE SİYANÜR KİRLİLİĞİ :
Kuru temizlemecilerin ana hammaddesi olan perkloretilen zehirli
bir kanserojendir.temizlenen elbiselerin üzerinde de kalmakta; kuru
temizlemecilerin makinalarında ısıtılarak buhar halinde atmosfere
karışmaktadır. Bilhassa eskiyen ve madde kaçıran bu makinaların ve
kuru temizlemecilerin denetimi gerekir.Bunlar katı atıklarını çöpe
ve sıvı atıkları da şehir kanalizasyonuna vermektedirler.
Fotoğraf stüdyolarının film yıkama kimyasalları ağır siyanür
bileşiklerinden-Potasyum ferrosiyanür,hiposülfit,vb-
oluşmaktadır.Bunlarda bidonlarla toplanarak her akşam ilimizin ücra
köşelerindeki semt çeşmelerine boşaltılmaktadır.
Bu iki maddenin yer altı sularına bıraktığı zehirliliğin önüne
geçmek imkansızdır.
10/ ATIK PİLLER,KADMİYUM ZEHİRLİLİĞİ VE AĞIR METALLER….
11/GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ ;
Egzostları sökülmüş ve sayıları gittikçe artan motorsikletlerin
meydana getirdiği hava ve gürültü kirliliği,yine eskimiş ,bakımsız
egsoztlu vasıtalar.Gereksiz çalınan klaksonlar…
12/ELEKTROMANYETİK DALGA KİRLİLİĞİ ;
baz istasyonları, radyo ve telsizler, cep
telefonları, uydu antenleri
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
38 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
İSO 9001
Vakit sabahın
dördü. Hastamın kalbinin fenalaşması üzerine acil servis ambulansını
çağırıyorum. Kısa bir müddet sonra hemen geliyor. Aynı amerikan
filmlerindeki gibi kibar ve nazik bir hekim ve bir yardımcısı tam teçhizat
evime giriyor; hastamı muayene ediyor ve hastaneye kaldırılması gerektiğini
söylüyorlar.
Ayrılırken de
para pul lafı eden yok. Harika bir hizmet. Bu sistemi kuranları gecenin bu
saatinde nöbet bekleyenleri ve çalışanları bir kere daha sevgi ve
saygılarımla selâmlıyorum.
Sonra bir yirmi
otuz yıl öncesi gecenin bu saatlerinde çektiğimiz kepazeliği düşünüyorum.
Ortada ne ambulans vardı ne de elinde portatif elektroşok cihazı ile Hızır
gibi yetişen ve nöbette bir kibar hekim. Ne günlerden nerelere geldik.
Allaha şükür.
Sonra
gittiğimiz hastanede hemen karşılandık ve durumumuz incelendi. Otuz altı
saattir nöbette olduğunu söyleyen bir hemşire hanım kardeşimizin
cansiperane bizle ilgilenmesi karşısında çok duygulandık. Derken kan
tahlilleri için laboratuara gittik. Orada uyuyan hemşire kardeşimizi
uyandırdık. Tahlilleri yaptırdık ve müşahede yerine yattık.
Sabahı bekleyip
mütehassıs hekime çıkacak ve daha bir inceden inceye muayene olacaktık.
Birkaç saat geçmişti ki hastam ve ben can havliyle fırladık.Bariton sesli ve
iri gövdeli bir adam acildeki perdenin arkasında var gücüyle bağırıyor
ve birine bir şeyler anlatıyordu. Zaten zor yatışan tansiyonumuz yine
fırlamıştı ve yine fenalaşmıştık. Hışımla dışarı fırladığımda baritonu önce temizlik
müstahdemi zannettim. Sordum hekim olduğunu söyledi. Tartışsam iş iyice
büyüyecek hastam daha da fenalaşacaktı. Yan bölmelerde ince perde ile
ayrılmış kısımlarda daha da fena durumda olan hastalar da vardı. Böylece
sabahı ettik.Acile gelişimizden tam altı saat sonra doktorun karşısına
çıktığımızda çok daha berbat durumdaydık. Acillere mütehassıs hekimlerin
çağırılması gerektiğini de bir yandan düşünürken geri kalan maceramızı da
tam bir vatandaş gibi yaşadık.. Sırada ,kuyruk,kalabalık,sıkıntı,ızdırap,evrak,in-çık,imza,tasdik
fotokopi, bürokrasi, muamele ve eziyet vardı.
Bütün bunları
bu gün niye anlatıyorum. Artık hastanelerimizde karafatmalı- kasvetli
odalar yok. Her yere pırıl
pırıl seramik, gömme spot ,seramik ve yağlıboya..Ambulansların içi uzay
merkezi gibi, cihaz alet, edevat tamam..Ama ya insan faktörü...
Verilen bu Iso
9001 standardı hep bu cansız duvarlara veriliyor. Ya insan standardını kim
yükseltecek. Veya sağlık görevlisinin, müstahdemin ,otuz altı saat nöbet
tutan hemşirenin,günde kırk ameliyata giren cerrahın yaşama standardını kim
belirleyecek..
İnsanlarımıza adabı muaşereti, oturup kalkmasını, İstanbul şivesi ile
konuşmasını, gereksiz korna çalmamasını, trafik kurallarına uymasını, acille
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
39 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
İSRAİL'LE BAŞ EDEMEZSİNİZ!
Bu mübarek günlerde otuz milyon
sigara tiryakisi baca gibi tüter ve yine bu İslam memleketi ramazan ayında
orucunu kola ile açarsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
Uyuşturucu, alkol ve fast
foodlarla, tüketim çılgınlığı ve marka deliliği toplumun tüm kesimlerini
zehirli bir sarmaşık gibi sarmışsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
Olmayan paralarla, kredi kartı
ile lüks tüketim manyaklığı, hunharca alışveriş çılgınlığı ve insanımızı
Amerikan kâfirine benzetmişse; İsrail’le baş edemezsiniz!
Her türlü moda akımları ve buna
benzer rezillikler modacı, topçu ve popçu takımı önderleri otuz milyon
gencimizi peşine takıp, tv kanallarındaki kepazeliklerle birlikte uçuruma
doğru götürüyor da kimse buna ses çıkarmıyorsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
Avmlerde hunharca alışveriş
yapan vatandaş -haramı helali zaten geçtik- parasının nereye gittiğine
bakmadan Siyonistlerin ve onların dünyada palazlanmasına yardım eden
Avrupalı ülkelerin mallarını bir türlü boykot etmeye yanaşmıyorsa; İsrail’le
baş edemezsiniz!
İçimizdeki hainler ve onların
menfaatçileri mümin kardeşleri için ellerini açıp adeta havaya zıplarcasına
beddua ederken İsrail’le gelince sesini çıkaramıyorsa,
Üstelik bunların siyasetteki izdüşümleri Türk- İslam tarihinin iki bin
yıldır görülmemiş en büyük ihaneti için birlikte hareket edip stratejiler
geliştiriyorlarsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
İslam
dünyasının zengin petrol ülkeleri, İsviçre bankalarındaki paraları, Avrupa
daki
sarışınları
ve Amerika daki malikanelerinin hatırına günümüzün firavun ve zalimlerinin
yanında yer alıp onlara destek veriyorlarsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
Orada sokaktaki her Yahudi birer
keskin nişancı olarak kadın- erkek dört yıl askerlik yapıyor ve sizinkilerde
askerden kaçmak için bedelli ve çifte vatandaşlık dümenleri ile bu kutsal
vatan görevinden habire kaytarmak için çabalıyorsa, İsrail’le baş
edemezsiniz!
Uçak bilgisayar yazılımları,
silah programları, tank yenilemeleri tohum ve zirai terörizm işleri hep bu
milletin başının altından çıkıyor ve buna karşı da hala milli bir çabanın ve
seferberliğin içine giremiyorsak, 140 tıp fakültesi ve dev araştırma
hastanelerinin bulunduğu bu ülkede eski maliye bakanı tedavi için oraya
gidiyorsa, Sekiz milyonluk bir ülke yüzölçümü Ankara kadar bir yerde çocuk
kanı döküyor, masum sivilleri katlediyor ve bu eski Osmanlı toprağındaki
alçakça işgalini hala sürdürüyor da bir buçuk milyarlık dev İslam alemi de
buna seyirci kalıyorsa; İsrail’le baş edemezsiniz!
Nükleer denizaltıları, nükleer
füze kalkanları ve hava savunma sistemleri varda bunların hiç biri sizde
yoksa. İsrail’le baş edemezsiniz!
Organize
sanayideki Yahudi pazarlama firmaları ile iş yapan bir sürü fabrika
devletin “ two minüte” dediği anda kapısına kilit vuracak ve çorumun yarısı
işsiz kalacak ve gezicilerde bunu fırsat bilip hükümet istifa diye
sokaklara dökülecek, Diyarbakır’da molotoflar ve büyük şehirlerde de gaz
bombaları patlayacaksa
İsrail’le baş edemezsiniz!
Gazze’deki
katliamları protesto için saat kulesinin dibinde basın bülteni okuyan,
hassasiyet gösteren yalnızca bazı dernekler ve İslami kuruluşların
duyarlı ve sayısı bini bile bulmayan aziz insanlarıdır. Bunların haricinde
iftardan sonra klimalı dev cipleriyle caddelerde piyasa yapan ve simitçi
kovalayan diğer bir kısım hemşerilerimizin ne Filistin, ne Bosna ne
Çeçenistan nede doğu Türkistan umurunda değildir. Böyle bir gençlik profili
ve ahali yapısıyla; bu maksatsız, amaçsız, davasız ve kavgasız
kalabalıklarla; İsrail’le
baş edemezsiniz!
Ramazan biterken
Enderun teravihleri bile okusanız, nihavent makamında gazeller bile atsanız
camilerimiz bomboş parklarımız, bahçelerimiz ağzına kadar dolu ve tv
lerimizin başında insanlar abuk- sabuk yarışma programları ve saçma- sapan
dizileri seyrediyor ,Gazze’deki çocukların canhıraş çığlıklarını dünya
kupası höykürmeleri bastırıyorsa;
İsrail’le baş edemezsiniz!
Üçüncü dünya
savaşı başlamış “küfür milleti” modasıyla, spor ayakkabısı kot pantolonu,
makyaj malzemesi budalaca yarışmaları, sineması, otomobili, popçusu,
topçusu, bonzaisi, kolası, hamburgeri ve tüm rezillikleriyle, Cep telefonu,
İnterneti, vatsapı, feyzbuku ve bilmemne boku ile milyonlarca yeniyetme
salağımızı esir almışsa
Ve bu tablo
İslam ülkelerinin kahir ekseriyetinde de aşağı yukarı aynı ise;
İsrail’le baş edemezsiniz!
Bu katiller
topluluğu ,ben-i İsrail kabilesi inşallah Yüce Allah CC “ Elkahhar” ismi
azamı ile tez zamanda hake yeksan olarak mahvü perişan olsun.
ALLAH CC önce Filistin’in sonrada bizim yardımcımız ola
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
40 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
-
KADINA ŞİDDET Mİ ?
-
Yurdumuz gündeminden bir türlü
kaybolmak bilmeyen konuların başında artık kadına
şiddet mevzuu gelmektedir. Geçen gün İstanbulda bir
dernek; şiddet gören kadınlara silah kullanmayı öğretmek
amacı ile bir proje başlatarak onları atış poligonuna
götürüyor; atış talimleri yaptırıyor ve hatta
yakın dövüş teknikleri ile kendilerini savunmayı da
öğretiyormuş.
-
Ülkemizde kadın erkek
ilişkileri bu hale geldi ise işte bu esas hapı
yuttuğumuzun resmi olsa gerektir.Bu hale gelmiş bir aile
ilişkisinin derhal bitirilmesi millet ve memleket
menfaatinedir. Öyle bir aileden artık hayır gelmeyeceği
açıktır ve silah talimlerine de-bizce -hiç gerek yoktur.
-
Son birkaç yıldır bu konuyu
işleyen milli İslami kurum, kuruluş, stk vslerin
çalışmalarını takip ederek kimin ne dediğini de bir
kenara kaydetmekle meşgulum.Gördüğüm ve acı tesbitim
odur ki meselenin hep kadın tarafından
bakılmakta erkek açısından kimse konuyu ele
almamaktadır.Hep zarar görene acınmakta ve işi bu hale
getiren- bir kısım- kadınlara ise kimse bir
şey dememektedir.
-
Kadına şiddete elbette
ki baştan ve peşinen benden de kocaman bir “hayır”
ama birde meselenin kimsenin görmek istemediği
başka bir boyutu var. Ne yazık ki bu boyut ne şehrimizdeki
evliliğe hazırlık kurslarında ne de büyük
şehirlerdeki benzeri seminerlerde ele alınmadığı gibi
hükümetin ilgili bakanlıklarının da gündeminde hala
yoktur. Bir sürü stk, siyasi parti ,cemaat ve cemiyetin bile
bu konuda bir projesi bulunmamaktadır.
-
Bir kadını evlenmeye
ikna etmek bir erkek için dünyanın en zor işidir.
Onun gönlünü kazanmak ve yuva kurmaya razı
etmek için erkeğin anasından emdiği süt
burnundan gelmektedir. Mutlaka iyi bir mesleği , parası,
kariyeri, karizması olacaktır. Bir erkeğin ise
kadınların genel kabulündeki kalıba girmesi için- hele
bu günlerde- on fırın ekmek yemesi gerekmektedir. Öyle
imanı, ahlakı, nezaketi, aile görgüsü ve hatta takvasının
önemine dair ölçüler geçen yüzyılda ve ilmihal
kitaplarında kalmışlardır. Bir kadının eş seçme kriterlerinin
sayısı erkeğin nerede ise on katıdır. Erkek için
onun namuslu ,güzel ve ahlaklı iyi bir aile kızı olması
yeterlidir.Buna son yıllarda artan masraflara
destek olması ve ortak yaşama kalitesinin
yükseltmesi için “çalışan olması”tercihi de eklenmiştir.
-
Daha sonra evlenen
tarafların,çoluk çocuğun gittikçe artan
tabeplerinin getirdiği maddi ve manevi yük
önce erkeğin derdi olmaktadır.Çorumlu aile büyükleri
gençleri bir ölçüde desteklemeye hala devam ediyorlarsa
da sorumluluk yine ve hala erkektedir. İyi bir gelir
elde etmek için para kazanarak her şeye rağmen
çocuklarını kimseye muhtaç etmemek ,faturaları
ödemek,ne pahasına olursa olsun yaşama konforlarını
devam ettirmek için verilen kutsal ve büyük
mücadelede Türk erkeği ne yazık ki yalnızdır.
- Eğitim kurumlarımızın müfredatları henüz aile kurma
ve yaşatma kültürüne dair çocuklara ve gençlere bir
şey vermediği için çiftlerin çoğu hayat
içinde bocalamakta ve bu şiddet tabloları ortaya çıkmaktadır.
Aile büyükleri çoktan huzurevlerine
postalandıkları ve son yüzyıldır “çekirdek çitleten”
bir aile modeline de dönüşüldüğü için onlarında
taraflar üzerinde bir etkisi kalmamıştır. Gelinler kaynanaları
istememekte; yaşlılar evde fuzülü görülmektedir.
-
Yüz yıl önce evde
kayınpederlerin hakimiyeti varken taze
gelinlerin sabah ezanında abdest suyu ısıttıkları ve
havlu tuttukları günler geride kalmıştır. Sonra
kaynana egemenliği başlamışsa da bu da uzun sürmemiş; …boncuk
bulunacak sanılan çocukların televizyon kumandasını ele
geçirmesi ile de yeni ve karanlık bir çağa girilmiştir.Türkiyede
erkeklerin ölüm yaşı kadınlarınkinden erkendir. Buna
sebeb yaşam kavgasında erkeğin çok daha fazla
yıpranmasıdır. Öyle elli yıl önce bir at arabası yükü ile
gelin olmaya razı kız da kalmamış, yirmi tonluk
kamyonlarda çakılı türlü çeşitli eşyalar günümüz insanın
gözünü doyurmaya da yetmemiştir.(Türkiyede
evlenme masraflarının büyük bir kısmı maalesef
hala erkek tarafının üzerindedir.) Kadının şiddet
görmemesi için samimiyetle söylüyorum ki erkeği
çileden çıkarmamak , vardan-yoktan veya halden anlamak,
erkeğin girdiği yaşam kavgasında ona samimiyetle
omuz vermek gerekir.Erkek milletinden beş misli
fazla konuşan kadın nesli biraz da kendine özeleştiri
getirmeli ve kendini peri padişahının kızı
zannetmemelidir.Bence şiddet gören kadın,
yıllardır evde sistematik bir biçimde işlemiş erkeğe
yönelik dırdırın, baskının ve bitmez tükenmez talepler
terörünün sonucudur.
-
Bir erkeği kadına şiddet
uygulamaya iten sebebleri durup-dururken
erkeklerin yarattığını hiç ama hiç sanmıyorum. Bence
kendini öldürtmeye çalışan, erkeğin damarına basan,
çenesi ile onu çıldırtan ve halden anlamayan huysuz ve
edepsiz bir kısım kadınlarımız vardır. Dünyayı bile
aslında kadınlar yönetmektedir.Kadın cinsinin içgüdülerinin ve
yeteneklerinin bir erkeği avucuna alıp çekip
çevirme özelliklerinin sınırı yoktur. Bu açıdan
erkeğin zekasından kat kat üstündürler.dememiz odur ki
şiddet görmek veya görmemek kadının elindedir.
Ailede kadın ne isterse o olur. Bu ahir zamanda
ötesi laf-ı güzafdır.Buna aykırı fikir beyan etmek
vallahi de safsata hatta mügalatadır.Dünkü
gazetelerin yazdığı gibi şiddet gören kadına
silah kullanmayı öğretmek ve bunu büyük bir ciddiyetle
aleme duyurmak Türk aile yapısının
çöktüğünün resmidir. Hele kadına
şiddet anında alarm verecek cihazlar takmak,
acil telefon hatları tesis etmek ,erkeğe elektronik
kelepçe vurmak ve bunların bir ucunu karakollara
bağlamak rezaletin son perdesidir.
-
Devletin yapması gereken
evlenecek çiftlere en az birkaç ay ciddi kurs ve eğitim
vermesi ve bunda başarılı olmayanların ise
evlenemeyeceklerini bildirmesidir. Böyle kısa ve
önemsiz sanılan eğitimler kırk-elli yıllık yuvalar
kurar ve sağlıklı ve huzurlu ailelerin
tesisine sebeb olur. Hapishaneler boşalır,tımarhaneler
sinek avlar, aile meseleleri adliye koridorlarına düşmez
, sokaklarda kadınlar bıçaklanarak kan gölünde yüzmez ve
dünyaya da rezil rüsva olunmaz. Bu eğitimlerde din
adamlarından, psikologlara,bizim gibi
Yeşilaycılardan,doktorlara,ve bu konuda kimin söyleyecek
sözü ve ilmi bir bilgisi,projesi çözümü varsa istifade
edilmelidir.Medya ve diziler bile bu konuda bir denetimden
geçirilmeli ve her şeye bir çeki düzen verilmelidir. Hatta bir
yastıkda kırk-elli yıl kocayanlar ise ödüllendirilmeldir.
Yoksa öss sınavı için fizik- kimya öğreten ,hızlı
test çözerek, sekiz-on sene tayin bekleyen bunalım
içindeki insanları yaratan bu sistemle bu işler
çözülmez ve düzelmez.
-
Hem eskiden o kimsenin
beğenmediği görücü usulü ile evlenmelerde
boşanmalar mı vardı, sokaklarda ağız-burun
kırılan ve kan revan içinde kalan kadınlar mı vardı, kadına
şiddet mi vardı.Erkeğin kadına ,kadının erkeğe
sevgisi ve saygısı yeniden tesis edilmeli ve bunun
için gereken her şey yapılmalıdır. Otoyollar ve Çamlıca
tepesine camii gibi projeler bu saydıklarımız
yanında birer basit avuntudur. Toplumun temeli
ailedir.
-
Saygılarımızla.
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
41 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
KADİR GECESİ
Bir ramazan ayının
daha geride bırakıldığını ve bu mübarek ayı tamamiyle oruçla geçiren
bir çok hemşerimizin bayramdan sonra eski kötü alışkanlıklarına
geri döneceğini ifade eden Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi
Başkanı Attila ALPAY; “Tevbe-i Nasuh’ta” bulunalım dedi.
Kadir gecesi
münasebetiyle yayınladığı basın bildirisinde “ bu mübarek gecede
ramazan münasebetiyle ara verdiğimiz -eğer varsa- bütün kötü
alışkanlıklarımıza veda edelim ve yepyeni bir hayata başlayalım
diyerek şunları söyledi :
İlimizin çok sigara
ve içki içilen bir yer olduğunu biliyoruz. Bunlarda yetmezmiş gibi
yüz kızartıcı suçların ve buna benzer bize yakışmayacak hadiselerin
de gün geçtikçe arttığını basından üzülerek takip ediyoruz.Öte
yandan şehrimiz ramazanı tam anlamıyla yaşayan az sayıdaki illerin
arasında gelmekte ;kim hangi kötü alışkanlığını pençesinde ve
aykırı fiiler içinde ise bu mübarek ay münasebetiyle ara vermektedir.
Sigara satışları yarı yarıya ,içki satışları da büyük oranda
düşmüştür. Bunlar sevindirici tespitlerdir ama bayramdan sonra
maalesef pek çok sayıda kardeşimiz bu eski ve kötü alışkanlıklarına
geri dönmekte; zararlı ve haram maddelerle hem yaptığı ibaretlerin
sevabını sildirmekte hem de ahiret hayatını tehlikeye attığı gibi
bu dünya da çeşitli suçlar işlemektedir. İlimizde nerede ise hemen
her gün boşanmalar olmakta, alkollü araç kullanmalar yüzünden trafik
kazaları vuku bulmakta, yuvalar dağılmakta,cinayetler işlenmektedir.
Yaklaşan ve bin
aydan hayırlı olduğu bildirilen Kadir gecesinde tüm
vatandaşlarımızı büyük bir Tövbe-yi Nasuha davet ediyor; kim ne-
alkol,sigara vb. ne kullanıyorsa- onu bırakmaya ve yepyeni bir insan
olmaya, günahlarından arınmaya ve mümin olmaya davet ediyorum.Bir
dahaki seneye Ramazan ayına erişemeyeceğimiz gibi böyle bir Kadir
Gecesinin tövbesi de nasip olmayabilir. Belki bunu hatırlatmak
bize düşmemekte ama ömrünü alkol,sigara ve bağımlılık yapan
maddelerle mücadeleye adayan bir insan olarak bunu vazife
addettiğimiz, insanlarımızı bilhassa gençlerimizi bunlardan
vazgeçirmek için yoğun bir çaba harcadığımız da unutulmamalıdır.
Hemşerilerimize Emr-i Bi’l Maruf’u bir kere daha tebliğ etmek için
ayrıca herhangi bir görevli olmaya da gerek yoktur.Müminler ancak
kardeşlerse herkeste birbirini uyarabilir.Yüce Allah CC ramazanda
olduğu gibi bayramdan sonra da bütün zararlı madde alışkanlığı ve
hali olanlarınıza bıkkınlık versin ve bütçesi,sağlığı,ailesi ve
ülkesi için zararlı olabilecek kim ne kullanıyorsa ikrah ettirsin.
Tüm hemşerilerimin
Kadir gecesini ve yaklaşan bayramlarını tebrik eder ;Tevbe-i
Nasuhlarının da kabul ve mübarek olmasını temenni ederim.”
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
42 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
KANSER OLMAK İSTEMİYORSANIZ
-
Yeme ve içme alışkanlıklarınız hızla
değiştiriniz. Mümkünse elli yıl önceki atalarımızın yaşadığı gibi
yaşamaya başlayınız.
-
Kepekli ekmek fantezinizden
vazgeçin. Taze kepek bulmak her zaman mümkün değildir. Kepeğin
nemlenerek küflenmesi aflatoksine o da kansere sebep olur. Son
günlerde içine boya maddesi kattıkları için artık güvenilmez
olmuşlardır. Beyaz ekmeğin mayasının içinde de sodyum peroksit
vardır. Çorum yufkası ile Çavdar ekmeğini tercih ediniz. Yoksa siz
bilirsiniz.
-
Mutfak tuzunuzu Çorum’daki turşuluk
için üretilen kaya tuzu ile değiştiriniz. Onun da tuzluk için ince
şeklini üretiyorlar. Çorum tuzu hatta deniz tuzu hala doğaldır. Hem
de çok lezzetlidir. Diğerlerini ağartırken kimyasal madde
kullanmaktadırlar. Kaçınınız.
-
Mutfaktaki çizilmiş teflon
kaplarınızı hemen atın. Hakiki teflonlar çok pahalıdır. Ya paraya
kıyıp onlardan alın veya çeliklere geri dönün. Piyasada teflon
yerine satılan Çin malı ince kahverengi boyalı hafif kapları asla
almayınız. İlk kullanışta çizilirler ve sizi kanser ederler. En iyi
kaplar ve tencereler eski kalaylı bakır kaplar ve toprak
güveçlerdir.
-
Toz kırmızıbiberin kanser etmeyeni
nerede ise yoktur. Acı biberinizi ve kurutulmuş sebzelerinizi
kendiniz üretiniz. Her türlü baharatı ve bitki çayını buzdolabında
saklayınız.
-
Piyasadaki meşhur markalı
yoğurtlarda uzun süre dayanmaları için katılmış kimyasal maddeler
vardır. Reklamlara aldanmayınız. Ya Çorumda yapılan yoğurları tercih
edin ya da kendiniz mayalayın.
-
Hormonlu domateslerin zararlı
etkilerini yok etmek için birkaç gün mutfaktaki camın önüne güneş
ışığına koyunuz. Her gün çevriniz. Isı etkisi ile kimyasal maddeler
bozunmaya uğrayıp sizi kanser edemeyeceklerdir.
-
Hele zeytindeki kimyasallar saymakla
bitmez. Deterjanın ana ham madesi olan sodyum hidroksit yani sud
kostikle bir gecede karartıldıkları için kanserojendirler. Bu en
pahalı zeytinlerde bile böyledir. Ucuz, lezzetli ve kaliteli zeytin
bir şans işidir. Çekirdeği kahverengi zeytinleri nerede bulursanız
alın. Bir daha bulamıyabilirsiniz. Ülkemizde kimyasal kullanmadan
zeytin üreten tek kurum Vakıflar idaresidir. Balıkesir ve Akçay’daki
Çorum kolonisinde yaşayan akrabalarınıza sipariş veriniz. Orada
Vakıfların satış mağazaları vardır. Mümkünse üç-beş kilo alarak
buzdolabında saklayınız. Yiyeceğiniz kadarını beş-altı kere sıcak
sudan geçiriniz, soğuk suda asla bekletmeyiniz. Üçte iki sirke ve
üçte bir limon suyu ile terbiye ediniz.
-
Artık mısırözü, soya yağı ve buna
benzer yağlara asla yaklaşmayınız. Ülkemizde geçen yıl gdo lu
ürünler yani genleriyle oynanmış ürünlerin girişi serbest
bırakılmıştır. Mısır ve soya yağı da gdo’lu ürünlerden elde
edilmektedir. Ayçiçek, Fındık yağı ve bilhassa zeytinyağını tavsiye
ediyoruz.
-
Diş macunlarının en iyisi Ulucami
civarında satılan ve kardeş İslâm ülkeleri tarafından toz misvaktan
üretilmiş macunlardır. Bunlarda alkol ve kloroform yoktur. Son
günlerde bizde de buna benzer markalar internet üzerinden
satılmaktadırlar. Fiyatları üç-beş liradır. Bir tüp altı ay gider.
Zaten kullanılacak miktar bir seferde insanın göz bebeği kadardır.
Birkaç tane alıp eşe dosta hediye ediniz.
-
Saçınızı boyamak için kullanacağınız
kimyasal maddeler birçok kanserin baş sebebidir. Gençlerimizin
saçlarını boyamalarını önlemek için ebeveynlerin yoğun çaba
harcamaları gerekir. En doğal saç boyası bitkisel kınadır. O da zor
bulunmaktadır. Onun yerine ucuz Hint kınalarından kaçınınız. En
doğal kına çeşitleri sadece İstanbul Kapalıçarşıda bulunur.
-
Gözüne sürme çeken mümin
kardeşlerimiz doğal sürmenin artık yeryüzünde bulunmadığını
bilmelidirler., Onun yerine kullanılan civa bileşikleri
zehirleyicidir. sarık, cübbe ve takke ile idare edelim. Sahte
sürmeler körlüğe ve kansere sebep olurlar. Vazgeçiniz.
-
Zayıflamak için üretilmiş çeşitli
biber haplarından ve buna benzer maddelerden faydalanmak için
mutlaka bir hekime danışınız. Ülkemize bunlar Tarım Bakanlığı izni
ile girerler. Ayrıca bunların ne olduklarını veya ne olmadıklarını
anlayacak teknik imkanlar-laboratuarlar - ülkemizde henüz mevcut
değildir. Sağlık bakanlığı izni ile üretilenlerin sayısı çok azdır.
Son günlerde her önüne gelen bir şey üretip şişelemekte ve tv’ların
desteği ile voliyi vurmaktadır. Hapı yutmak istemiyorsanız bu
hapları asla yutmayınız. Zayıflamak için boğazımızı tutmak ve parkın
etrafında eşofmanları giyip onbeş- yirmi tur atmak yeterlidir.
-
Çamaşır makinalarımızda kireç
önleyici ve yumuşatıcı gibi maddelere gerek yoktur. Vücudumuza
çamaşırlarımızdan terle girecek kimyasal madde sayısını
artırmayınız. Üçüncü deterjan gözünü boş bırakınız. Makinanız orada
malzeme varmış gibi çamaşırınızı bir kere daha temiz suyla
durulayacaktır.
-
Saçlarını yüz bin volt cereyan
yemiş gibi yapan yavrularımızı jöle kullanmaktan vazgeçirmek
için Necipbey Briyantini ile tanıştırınız veya eskiden o işi
birkaç damla limon suyu ile yaptığımızı hatırlatınız. Yoksa daha
evlenemeden isimlerinin önüne üç harfli bir unvan yerleştircek ve
toplumda öyle anılacaklardır. Kel filanca vb gibi.
-
Bu ve buna benzer daha
nakledilecek çok mevzuu vardır. Ayrıntılı bilgi almak için bizi
aramanızı; doğal malzemelerle hayatınızı yeniden tanzim etmenizi
ve bilinçli bir tüketici olarak yaşamanızı tavsiye eder, uzun
ömürler ve sağlıklar dileriz.
-
Saygılarımızla..
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
43 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
KIRKA YAKIN TİRYAKİ DAHA SİGARAYI BIRAKTI
-
Geçtiğimiz günlerde başlayan sigara yasaklarını bir başlangıç kabul
eden birçok tiryakinin artık sigaralarını bıraktıkları ve sağlıklı
bir yaşama başladıkları öğrendik.
-
Türkiye
Yeşilay Derneği Çorum Temsilciliği olarak ana caddemizde açtığımız
“sigaranın zararlarını” anlatan sergiyi gezdikten sonra nefis
muhasebesi yaparak kendi istekleri ile sigarayı bırakan kırka yakın
Çorumlu hemşerimizin de yeni ve sağlıklı bir yaşamı seçtikleri
gözlendi.
-
Yeşilay
Sergisindeki panolar ve resimlerle sigaranın dehşet verici yönlerini
gören ve öğrenen tiryakiler dağıttığımız cd lerle de bu bilgilerini
pekiştirerek birer ikişer sigarayı bıraktılar.
-
Uzun
yıllar sigara içtiklerini ama kimsenin kendilerini bu denli
bilgilendirmediğini, artık sigara denilen büyük madde bağımlılığının
arka planlarını ve gerçek yüzünü de gördüklerini kaydeden tiryakiler
aldıkları bu karardan geri dönmeyeceklerini de açıkladılar.
-
On gün
süren Yeşilay Sergisinin son günlerinde artık sigara
içmeyeceklerini beyan eden tiryakilere Türkiye Yeşilay Derneği
Çorum Temsilcisi olarak şükran belgeleri ve armağanlar verdik.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
44 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- KONUŞMA DİLİ VE ÇORUM AĞZI
-
Osmanlı Devletinin en geniş
ve yaygın zamanlarını ele alacak olursak çok sayıda
lisanın Osmanlı coğrafyasının hemen her yerinde
konuşulduğunu ve bir dil birliğinden bahsetmenin mümkün
olmadığını görmekteyiz. Gayet tabii karşılanması gereken bu
hal mucibince de Çorum ve havalisi geldiği yerdeki lisanı
konuşmaya devam ediyordu denebilir.
- Ayrıca hiç bir dil konuştuğu gibi yazılmamakta ve
yazıldığı gibi de konuşulmamaktadır. Bu itibarla konuşma ve
yazı dili olarak ikiye ayrılan güzel Türkçemiz iç Anadolu ve
bölgemiz içinde aynı şekilde mütalaa edilebilir.
-
Yazı dili aynı zamanda bir
milletin kültür dili demektir. Osmanlı Devletinin erken
devirlerindeki lisan birliğini sağlama çabalarını saymazsak
bir müddet sonra gelişen ve kabul gören yazı dilini İstanbul
Türkçesi veya şivesi diye de tanımlayabiliriz. Fakat buna
mukabil günlük konuşma dilinde bu birlik Osmanlı coğrafyasının
hemen hemen hiç bir yerinde sağlanamamıştır ama buna rağmen
bölgesel ağızlar arasında hiç bir zamanda bir çatışma çıkmamış
Anadolu insanı bütün bu farklılığa rağmen birbiri ile
anlaşmaya yüzyıllar boyunca güzellikle edegelmiştir. Buna
sebeb Türkmen ekseriyetin ve Oğuz boyları hâkimiyetinin
oluşturduğu bir Milli Birlik içinde olmaları ve geldikleri
Orta Asya’da da bir devlet geleneği içinde
yaşamalarıdır.Anadolu’nun Türkleşmesi ile gelenler lisanları,
adet ve gelenekleri, töreleri ve kanunları ile gelerek burada
yeni bir medeniyet kurdular. Bu itibarla lisan, dil ve
edebiyat da kurallarıyla aynen taşınmış oldu.
-
Bu konuda ellili yıllarda
araştırmalar yapan Çorumlu eski Dil’ciler Oğuz Boylarının, oba
ve soy isimlerinin Orta Asya’dan aynen gelerek Selçuklular
zamanında köy isimleri olarak kullanıldığını; yüzyıllar içinde
de bu köylerden il merkezine gelenlerin hala bu isimleri
kullanmaya başladıklarını söylemektedirler.
-
Cumhuriyetin ilanından sonra
da yine bu isimler soyadı haline dönüşerek hala yaşamaya ve
kullanılmaya devam edecektir. Bu konudaki ilk akademik
çalışmaları Türk Dil kurumunun 1930 lu yıllarda başlattığı
çabalarda görüyoruz. Uzmanlar tarafından Çorum ağzının özgün
kelimeleri derlenmiş ve kayda geçirilmiştir. Fakat bu arada
Çorum’lu Dilci ve eğitimcilerin çalışmaları da bu çabaları
takip etmiş; araştırmalar giderek zenginleştirilmiştir.
Bunlar içinde en özverili çalışmaları Eğitimci Tayyar Kerman
gerçekleştirmiş bu konuda detaylı bir eser vermiş; onu Nesrin
Ayçam, Abdullah Ercan ve ismini sayamadığımız pek çok
araştırmacı takip etmiştir. Hafız-ı Kütüp Eşref Ertekin Hoca
efendinin geniş ve uzun derlemelerinin kaynak olarak göstermek
hiç te yanlış olmaz.
-
Son olarak bu konuda
öğrendiklerimiz; bugün bile Türkçemizle birlikte Kırgız;
Çuvaş, Kazak Türkçesi sözlüklerindeki pek çok kelimenin Çorum
ağzı kelimelerle hala ve bire bir örtüşüyor olmasıdır.
-
Sonuç Olarak: Bütün müellif ve
dilcilerin ortak görüşü Çorum ağzı kelimelerin artık sadece
literatürde kaldığı, medyanın, yazılı basın ve endüstriyel
gelişmelerin Anadolu ağzındaki tarihi ve kültürel birikimleri
de aşındırıp yok ettiği şeklindedir. Her ne kadar artık
sokaktaki Çorum insanı İstanbul Şivesiyle konuşuyor ve
yazıyorsa da hala köylerde bu dil özelliklerinin kaybolmadığı
ve yozlaşmanın ulaşmadığı bazı yerlerin olduğu
anlaşılmaktadır.
-
Yapılacak iş; bu konudaki
eksiklikleri bulmak ve halk edebiyatı ürünlerini hızla kayıt
altına alarak Çorum Dili ve Edebiyatına hizmet etmek
olmalıdır.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
45 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
KULAKSIZ SOKAK , 1973...
-
-
Eski kışlardan bir kış
olmuş, hava sühuneti-sıcaklığı-nakıs –eksi-kırklara
kadar inmişti. O zamanki adı “Şubeye giden Kulaksız
Sokak’ta olan resimdeki ana caddeye bağlanan ve
Kulaksız camiinin bulunduğu bu sokaktaki eski evler
de günlerce yağan karın altında kalmış o zamanki
eski Çorumlular da büyük bir sıkıntıya duçar
olmuşlardı.
- Mamafih çocuklar için durum böyle değildi. Onlar
için kış kartopu, kardan adam, yokuşlardan aşağı
kaymak ve eğlence demekti.
-
Fakat evlerdeki
tuvaletlerin ve su tesisatlarının donması herkesi
mahalle camilerindeki çeşmelere mecbur etmiş ve o
yıl büyük bir felaket yaşanmıştı.
-
Yağan kar yolları
kapatmış sadece Gazi Caddesi ve Yeniyol açık kalmış
geri kalan bütün sokaklarımız buzla kaplanmıştı.
Elektrik tellerinin de kopması üzerine fırınlar ekmek
çıkaramamış ve kışla fırınından gelen ekmekler
sırayla ve kuyrukla dağıtılabilmişti. Gökyüzü
simsiyahtı. Kelimenin tam anlamıyla bir kara kıştı.
Sokaklarda kayıp düşenlerin ve kollarını
bacaklarını kıranların haddi hesabı yoktu.
-
Kağnı arabaları ve
faytonlar hala tedavüldeydi.Resmi daireler makam
arabaları olan faytonlardan yeni kurtulmuşlardı. Bir
mark üç-beş liraydı ve insanlar doları,
repoyu,borsayı ve hormonlu sebzeleri ve bilgisayarı
henüz bilmiyorlardı. Tarlalar ve bağlar hâlâ
insanların dostuydu. İki dönüm bir bağı olan aile
dışarıdan sadece tuz,gazı yağı ve kelle şeker alarak
aylarca hayatını idame ettirebilirdi.Bağ bozumları
bütün canlılığıyla yaşıyor ve Pekmez sofralardaki
saltanatını hâlâ sürdürüyordu.
-
Televizyon ise henüz
gelmemiş eski komşuluklar gece ev ziyaretleri ve
misafirlikler henüz bitmemişti.
-
GLOBAL ISINMA ile
dünya atmosferi daha BÜYÜK BİR HARARET KESBETMEMİŞTİ.
ve o zaman bilinmeyen ozon tabakası bile
sapasağlamdı. Elinde tahta bavuluyla Alamanyaya giden
Briyantin bıyıklı Çorumlular diğer hemşerilerimizle
beraber oradaki Türk kolonisinin temellerini daha
yeni yeni atmaya başlıyorlar ve Ford
fabrikalarındaki cıvataları büyük bir kuvvetle
sıkıyorlardı..
-
İşte böyle bir günde
yazılmıştı üstteki tarihi yazı.
-
Altta ise otuz beş
yıl sonra aynı sokağın artık cadde haline gelmiş ve
genişlemiş yeni durumu görünmektedir.
-
Eski tek katlı ahşap
kireç badanalı sırasıyla Karto’ların, Kavukçu’ların,
Davut Cemallerin evlerinin yerini beyaz eşya
dükkanları ve cam kaplı yüksek iş hanları almış
bulunuyor.
-
Eski kışlar ise
çoktan mazide kaldı...
-
Saygılarımızla...
-
|
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
46 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- MEZAR-I ŞERİF
-
-Sen takımınla indiğimiz
yerde kalıp geriyi kollayacak, uydu bağlantısıyla devamlı hem bizimle hem de
karargahla haberleşeceksin. Bir aksilik olursa yardım kodunu kullan ve üsse
haber ver. Her ihtimale karşı üç helikopter ve Harrierlerin katılacağı hava
desteği hazır bekliyor. Bu şerefi İngilizler de kendileriyle paylaşmamızı
istediler.
-
-Sende adamlarınla
kayalık arazide sürünerek ve saklanarak köyü kuşatacaksın. Üç manga askerin
var. Her binaya birisi yaklaşacak. Herkesin yaklaşacağı binalar belli. Gece
olduğu için yağ kandili yakıyorlar. Işık gelen pencerelerden korkmayın,
karanlıkta pusu kuracakları çok yer var. Açıkta başka bina yok, ama esas
korkumuz yeraltı girişleri..
-
-Termal kamera timi önce
bölgeyi tarayacak. Ondan okey gelince binaları kuşatacaksınız.
-
-Uydudan bugün bu köyde
bir hareket olduğunu gözlemledik. Bu köyde yaşayan insanlar var. Hem savaşıyor
hemde barınıyorlar. Mayın yok, çünki kendileri de burada geziniyor. Alışılmış
bir güzergâh tespit edemedik.
-
-Toprak evlerde eğer
siviller varsa onları toplayın, mukavemetle karşılaşırsanız ateş açın. Bu tam
bir sıcak çatışma da olabilir. Eğer biz çekilirsek Harrierler ve Kobralar
buranın tozunu atacaklar.
-
-Benim en korktuğum bu
toprak evlerdeki savaşçılar değil de şu ortadaki büyük taş yapı. İçine uydudan
giremiyoruz. Termal kamera işlemeyecek kadar duvarları kalın. Tahminimize göre
yeraltına açılan kapı burası. Ve buradan bütün bir kentin altına ulaşacak
tünellere bağlanılıyor, bütün istihbarat ve lojistik destek karargâhları
burada. Aylardır aldığımız telsiz sinyallerinin merkezi de burası zaten,hiç
şüphemiz yok.
-
-Ben Vietnam’da iken de
böyle taş ve eski harabelerin çok iyi sığınak ve komuta merkezi olduğunu
görmüştüm,onlara ne top işler ne de tankla girebilirsiniz. Belki bir metre
kalınlığında ve nükleer savaş sığınakları standardında duvarları var.
-
-Sende adamlarınla bu
binayı kuşatacaksın çavuş, yapının hiç bir penceresi yok, sadece üst
kısmında çok küçük hava delikleri var, oradan içeri de gaz bombası atamayız.
Nasıl gireriz şu anda bilmiyorum. İki adamın plastiklerle kapıyı uçursun,
içeri el bombası atın, birisi spiral monitör ve termal robotla içeri baksın,
sonra girin.
-
-İşte orası bizi
yeraltına götürecek olan giriş kapısıdır. Bunu unutmayın.
-
-Albayım Pentagondan
arıyorlar.General Rousse telefonda..
-
-Buyrun Albay Hawkings..!
-
-Evet efendim,
-
-Olur efendim...
-
-Dikkat ederiz efendim.
-
-Sağolun efendim..
-
-Beyler haberler kötü.
Uzmanlar o taş binanın Müslümanlar için çok kutsal bir yer olduğunu
bildiriyorlar. Eğer bir tahribat yaparsak ve bu duyulursa çok kötü olacakmış
Bilhassa İran’ın derhal Afganistan’ın yanında savaşa gireceğini söylediler.
-
Zaten Müslüman ülkeleri
-Türkiye hariç- hepsi fırsat kolluyor, Cia nerede ise bütün adamlarını bu
ülkelerde hükümetleri bizden yana olacak manevralarda kullanıyor. Cezayir deki
ayaklanmayı da gericiler tehlikesine karşı cuntayı kışkırtarak güçlükle
başardık. Ama bu durum uzun sürmez.
-
-Komutanım!
-
-Evet!
-
-Orası İran için neden
çok önemli acaba?
-
-Bilmiyorum, hem İran
hem de diğer İslam ülkeleri için çok önemliymiş. Ama bize vız gelir.
Amerikanın çıkarları hepsinden önemli. Belki orası bir mezar,anıt veya başka
kutsal bir yer olabilir. Ama ne olursa olsun bizim hedefimiz.
-
-Sen bir şey mi
diyeceksin, Nijeryalı ?
-
-Şeyy, hayır efendim.
-
-Bu binayı bulup
kapısını açınca çok büyük bir patlayıcı veya ateş desteği ile karşılaşırsak o
zaman ne yapalım?
-
-Hemen geri çekilin. Sen
takımınla karargâha ve pentagona haber vereceksin. Zaten bir kısmımız o zamana
kadar belki ölecek. Ama destek birlikleri gelince de orayı dümdüz edecekler.
Sulandırılmış uranyum kullanma kararı aldık.
-
-Ama komutanım.
-
-Sus çavuş, başka çare
yok, yerin on metre altında tüneller kazmışlar, atom bombası bile atsan
işlemez, Ne ile gireceğini sanıyordun, İşaret fişeği ile mi ?
-
-Ama efendim,Cenevre
konvans..İnsan hakları...Nato çerçevesi
-
-Hepsini boş ver
yüzbaşı.
-
-Pentagon bir kılıfına
uydurur. İtiraz edenin ımf ile bağlantısı, dış yardımları ve amerikan kredisi
kesilir,dolarları üçe katlanır, Rambo filmleri bile seyredemez,bir daha asla
hamburger yiyemez,kola da içemezler görürler seslerini yükseltmeyi..
-
-Suçsuz yere çok insan
öldürdük efendim. Bunun sorumluluğunu...
-
-İkiz kulelerde de beş
bin yankee öldü. Kimse sordu mu o zaman.. Bunun sorumluluğunu ben üstüme
alıyorum. Korkuyorsan karının yanına dönüp ,tv da beyzbol maçı
seyredebilirsin.
-
-Evet, bir sorusu olan?
-
-Sen bir şey mi
diyecektin Nijeryalı..
-
-Hayır efendim..
-
-Hareket saatine kadar
herkes hazırlıklarını gözden geçirsin! Hepsi bu kadar .Hepinize bol şanslar.
-
-Sağ ol!
-
-Dikkaaaat !.
-
-Rahat.
-
-Emirleri duydunuz,
herkesin malzemeleri hazırmı? Saat 24.00 de bizi almaya gelecekler. Siz bu
ülkenin en seçilmiş otuzbeş adamısınız. Eğer başaramazsanız, rezil oluruz.
-
-Peki kapıyı açıp
yeraltı girişini bulursak ne olacak yüzbaşım.
-
-Bizim görevimiz oraya
kadar, arkadan gelenler halledecek onu.
-
-Ne yapacaklar.
-
-Sanırım zehirli gaz
kullanılacak. Belki de napalm!
-
-Ama efendim.
-
-Evet,
-
-O tünellerdeki
labirentlere girecek kadar enayi mi zannettin bizi. Bu çılgınlık olur.Hepimizi
fare gibi avlarlar. İşleri bitince girer teker teker toplarız.
-
-Sen iyi misin
Nijeryalı..
-
-Evet,komutanım,
-
-Biraz rahatsızsın
herhalde..
-
-Hayır komutanım.
-
-Pekala, çocuklar, Sam
amca bizden fedakarlık bekliyor. Hadi göreyim sizleri...
-
-Şimdi dağılabilirsiniz.
-
-Termal kamera cevap
ver...
-
-Evet, efendim.
-
-Köy temiz yüzbaşım,
ortadaki taş bina hariç hiç bir hayat belirtisi yok.
-
-Ben adamlarımla köye
giriyorum yüzbaşım,hoşça kalın..
-
-Hadi bol şanslar..
-
-Bu harekatın
zamanlamasını yapanlar neden ayın safhalarını da hiç hesaba katmaz ki. Şu
aydınlığa bak, gece görüş bile kullanmıyoruz. Eğer burada olsalardı keklik
gibi avlanacaktık.
-
-Bizde Nijeryalıyı
gönderirdik.
-
-Niye?
-
-Herif zaten
zenci,simsiyah baksana, bir gözlerinin içi beyaz .Zaten onu görünce
korkarlar..
-
-Kesin konuşmayı,şimdi
iş zamanı,telsizi ver Tom.!
-
-Alo , alo , gprs cevap
ver.
-
-Seni dinliyoruz
yüzbaşım!
-
-Çavuş, ben binayı
kuşatmaya gidiyorum, köyde hiç bir canlı yok.Etraf temiz.Siz bulunduğunuz
yeri koruyun,eliniz tetikte olsun. Bir tuzak olabilir.
-
-Bu kadar kolay
olacağını ummuyordum.
-
-Evet, komutanım
kimseler yok. Köyü boşaltmışlar, ama yine de dikkatli olmak lazım. Bu kadar
kendileri için önemli bir yeri bu kadar boş bırakmazlar. Bu işin içine bir
iş var çavuş..
-
-Haydi Logan, ekibini
al ve binayı kuşat.
-
-Ok. Komutanım.
-
-Kapıya, patlayıcıları
yerleştirdiniz mi ?
-
-Evet efendim,
bağlantıyı kesmeyin ,etrafta siper alın.
-
-Şimdi...
-
-Tamam çavuş içeri
giriyoruz,
-
-Dikkatli olun yüzbaşım.
Bol şans.
-
-Kapıda amma sağlammış,
zor kırıldı, eski bir yapı burası. Kapının levhalarına bak, perçinlemişler
birde..
-
-Burası bir mezara
benziyor komutanım.
-
-Evet mezar tabii,
pentagon öyle dedi. Hemde Müslümanlar için çok da önemli bir mezar.
-
-Ne önemi varmış ki bir
taş bina alt tarafı,
-
-Bob, termal spiralini
getir, başınızı uzatmayın ve bulunduğunuz yerden kıpırdamayın sakın
-
-Kimse ayağa kalkmasın.
-
-İçeride ne var bob,
çevir bana monitörü..
-
-İçerisi boş
komutanım...Bomboş..Aa dip tarafta merdivenler var .Bir kapı görünüyor ama
giriş kapalı, taşla örülmüş sanki...
-
-Tamam işte orası,
bulduk yeraltı sığınağının girişini bulduk .
-
-Ne yapacağız Komutanım.
-
-Uçuracağız Nijeryalı.
-
-Ama burası bir türbe.
Bir kutsal mezar,benim inancıma göre buranın...
-
-Sahi,Sen Müslüman’dın
değil mi ?
-
-Evet, efendim.. Şimdi
anlıyorum tedirginliğini. Seni niye bizimle yolladılar ki ?
-
-Burası bir İslam ülkesi
yüzbaşım, Nijeryalının bize çok faydası olabilir.
-
-Kes sesini
çavuş.Seninle sonra konuşacağız Nijeryalı..
-
-İçeri giriyoruz, gece
görüşleri takın.
-
-Haydi,ileri.Marş.
-
-Buraya buraya ..Hiç
girmeyecektik komutanım.
-
-Emir böyle.
Binlercemizi öldüren adamlar buraya saklanmışlar, yeraltı sığınağına giden
yolun ağzı burası...
-
-Burada duvarda yazılar
var, ne yazıyor gel de oku Nijeryalı .
-
-Başüstüne komutanım.
-
"La seyfe illa zülfikar"..."La
feta illa Ali". Aman Allah’ım, Yarabbi beni Affet..
-
-Zenciye bak korkudan
bembeyaz oldu . Çok komik.
-
-Yamyam ağlıyor bak,
-
-Kes ağlamayı Nijeyalı
ne oldu, niçin,cevap ver. Neredeyiz? Ya bu kapının üstünde ne yazıyor?
-
-Haza Kabr-ü Ali-yül
Murtaza...Bin Ebu Talib .(RA). Allahu Ekber...
-
-Buradan çıkalım
yüzbaşım, bende korkmaya başladım.
-
-Nijeyalı Yere kapandı
Yüzbaşım. Burada önemli birisi olmalı..
-
-Korkmaktan bahsedeni
alnından vururum. Çocuk musunuz siz.?
-
-Bu taş duvar çok eski
yüzbaşım. Yeni örmüş olamazlar. Girişin kenarları da örümcek ağları ile örtülü
bunlar bir gecede olmaz.
-
-Valla hiç anlamam emir
emirdir, patlatacağız ve içeri gireceğiz.
-
-Kes ağlamayı
Nijeryalı.Kalk ayağa Burayı sen uçuracaksın anlaşıldı mı ?
-
-Cevap versen...Yokse
emre itaatsizlikten...
-
-Şeytan diyorki bir
çatışma çıksa da şu pis zenciye bir kurşun ...
-
-Yüzbaşım, bir gürültü
var dışarıda.
-
-Susun bu da ne?
-
-Müslümanlar geliyor,
nal sesleri var.
-
-At kişnemeleri
duyuluyor, geliyorlar, atlarla geliyorlar.
-
-Jiple gelecek değiller
ya sersem, bu ilkel herifler
-
-Tuzak bu biliyordum.
Bizi kıstırdılar işte.
-
-Herkes dışarı,çabuk
kayaların arkasına tam siper..Çavuş çavuş gprs ,pusuya düşürüldük. Karargâha
haber ver. Helikopterler, harrierler gelsin,hava desteği...
-
-Çabuk makineliyi
kurun,.
-
-Yüzbaşım sizi
duyamıyoruz, neler oluyor orada.
-
-Alo, alo!
-
-Ateşş edin ateşşş.!
-
-Aaahhhh!
-
" Cnn den şimdi
aldığımız bir haberi veriyoruz sevgili izleyiciler:
-
Amerikan deniz
piyadelerinin mezar-ı şerif'e yaptıkları baskın başarısızlıkla sonuçlandı.
Kafası kesilmiş durumda bulunan otuz dört amerikan askerinin katliamını
üstlenen olmadı. Taliban'ın Pakistan’da bulunan sözcüsü ise kenti üç gün önce
boşalttıklarını açıklarken Usame bin ladin in Sudana geçtiği ileri sürülüyor.
-
İran İslam
Cumhuriyetinin operasyon ile ilgili olarak Abd ' ne nota vermeye hazırlandığı
ve Endonezya ile Pakistan’ın da harekatı protesto ettikleri bildiriliyor.
-
Öte yandan Türk hükümeti
yetkilileri de Abd başkanı G.W.Bush' a gönderdikleri mesajda Amerikan
askerlerinin katliamından büyük üzüntü duyduklarını ve teröre karşı
mücadelede Amerikaya her zaman destek vereceğini açıkladılar.
-
Bu arada Amerikan ordusundaki zenci
Müslüman askerlerin ordudan firar ederek Taliban saflarına katılmak üzere
Afganistana geçtikleri de gelen haberler arasında"
-
-
La feta illa Ali :Ali ra dan başka
genç yok
-
La feta illa zülfikar : Zülfikardan
başka kılıç yok
-
Haza kabr-ü Aliyyül murtaza : burası
Hz.Ali ra' nın kabridir.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
47 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- MEVLİD
-
Diyarı gurbete
bir otel odasında yapayalnızdım.
-
Birkaç
aylığına geldiğim bu uzak Avrupa ülkesinde ucuz olsun diye seçtiğim
bu kenar mahalle pansiyonunun bu odası adeta bir hapishane hücresine
benziyordu.
-
Küçük bir
buzdolabı, hemen yanında lavabo, onun yanında küçük bir tuvalet ve
yanında da duş vardı.
-
Her santimetre
kareyi bile değerlendirmişlerdi. Tek lüksüm buzdolabının üstündeki
renkli televizyon ile çay yapmaya yarayan elektrikli çaydanlık idi.
-
Tek bir
penceresi, pencere dede demir bir kafesi vardı. Birinci kat olduğu
için bir emniyet tedbiri almış olabileceklerini düşündüm. Fazla
üzerinde durmadım. Pencerem sekiz on metre uzaktaki tuğla bir duvara
bakıyor ve hiç bir yer görmüyordu. Sanırım bir iç avluydu burası.
Odaya verdiğim para ülkemdeki bir aylık ev kirama bedeldi. Birkaç ay
kalacağım bu yerin böylesine sıkıcı olması beni üzmüştü. Daha ucuz
ve iyi bir yer bulana kadar bu yarı karanlık ve izbe yerde idare
edecektim.
-
Neyse,
sızlanmayı bırakıp alışmaya çalışmak en iyisiydi. Yapacak başka bir
şey yoktu. Sıkıldığım zaman dışarı çıkıyor hava alıyordum. Şehirdeki
işim haftada birkaç gün olduğu için bazı günler tamamıyla odamda
yaşıyor ve o zamanda kendi işlerimle meşgul oluyor, iki kat
yukarıdaki mutfakta kendime basit yiyecekler hazırlıyordum.
-
Arada bir
benim gibi bir kaç yabancı da ellerinde tava ve tencerelerle mutfağa
geliyor ve dört gözlü büyük ocaktan hep birlikte istifade ediyorduk.
-
Hal ve
hareketlerinden ve hazırladıkları yiyeceklerden onlarında epey
yoksul olduklarını fark ettim. Turist miydiler, yoksa gidecek evleri
mi yoktu, kimin nesiydiler, sormaya çekindim. Onlarda aynı şekilde
ben konuşmazsam hiç bir şey söylemiyorlardı. Selam verirsem
alıyorlar sorarsam söylüyorlardı. Tuhaf bir yere düşmüştüm. Zaten
şehrin genelindeki insan ilişkileri, günlük yaşantı, insanların
birbirine gösterdikleri muamele alıştığım gibi değildi. Çok iyi
olduğu kadar çok garip tarafları da vardı.
-
-
Mübarek ay
yaklaşıyordu. Geldiğim ülkenin başkenti olmasına rağmen daha bir
Türk'le karşılaşamamıştım. Türk Mahallesi diye bir yer olduğunu
işitmiştim. Ama şöyle bir dönerci ve lahmacuncu görsem gam
yemeyecektim. Her yer yabancıydı ve bende kendimi çok yalnız ve
garip hissediyordum. Ezan sesi duymadan yaşamanın ne demek olduğunu
ve insana ne kadar acı geldiğini burada öğrendim. Yanıma bunu
düşünemediğimden pusula da almamıştım. Yavaş yavaş yaşadığım çevreyi
keşfetmeye başladım. Metroyu, otobüs duraklarını, yakındaki
kiliseyi, en ucuz marketleri, berberi postaneyi öğrenmiş, haritamı
kurmuştum. Kilisenin çan kulesindeki rüzgar gülünden güneyi, sokakta
rastladığım sakallı ve bıyıksız bir pakistanlı kardeşimden de
kıbleyi öğrenmiş mutlu olmuştum. Mübarek ay gelmişti. Kendimi yeni
düzenime alıştırmış, orucumu ya ucuz bir ucuz bir kafede açıyor ya
da üç kat yukarıdaki mutfakta hazırladığım yemeklerle odamda iftarı
ediyordum.
-
Nihayet
Pakistanlıların yaşadığı mahallenin otelime çok yakın olduğunu ve
orada da bir camii bulunduğunu öğrendim.
-
Bir gün gidip
camiyi buldum ve büyük bir mutlulukla cemaate karıştım. İçeride
okunan ezan dışarı verilmiyordu, Cuma hutbeleri İngilizce okunuyordu
ama yine de inancımı paylaştığım insanlarla birlikte olmaktan
mutluydum cemaat hep Pakistanlı ve Hintli Müslümanlardı. Türkleri
daha seçememiştim. Buna da şükür ediyordum.
-
Mübarek günler
böyle yalnızlıkla geçti. Nihayet Kadir gecesi geldi.
-
Dünya ile
irtibatımı sağlayan televizyon sadece o ülkenin kanallarını alıyor
oranın haberlerini veriyordu. Ülkemin gazeteleri burada çok
pahalıydı. Memleketten haber ve havadisleri telefonla alıyordum. Ama
haberleşme de bana göre çok pahalı olduğu için zor oluyordu. Bunları
düşünüyor bir yandan da iftar için hazırlanıyordum. Kendi kendime şu
televizyon ülkemin kanallarını alsa da şöyle memleketimi bir
seyretsem, selatin camilerinden doya doya bir mevlit ,ilahi ve
Kur' an -ı Kerim dinlesem ne kadar güzel olurdu Yarabbi diye
düşünürken kapımın vurulduğunu hissettim. Gelen otelciydi. Odama
uydu bağlantısı isteyip istemediğimi soruyordu. Ona kendi
memleketimi de seyredebilecek miyim? Diye sordum .Dünyada birçok
yeri seyredebileceğimi söyledi..
-
O anki
sevincimi anlatmam mümkün değildi. Böyle mübarek bir gecede beni
bundan başka sevindirecek hiç bir hadise olamazdı. Nerede ise
mutluluktan ağlayacaktım. Penceremden kablolar sallandı, cihazın
arkasına bağlandı ve tamam denildi. Hemen açtım ve Türk
kanallarını sırayla gezinmeye başladım. İftar vakti yaklaşıyordu.
Çoğu kanalda ilahiler ve Kuran-ı Kerimler okunmaya başlamıştı ama
burada daha iki saat vardı. Meridyen farkından dolayı böyle
oluyordu. Ama razıydım. Allaha CC şükrediyordum.
-
Hazırlıklarımı
bitirdi. Kendi saatime doğru orucumu açtım. Bir kenarda namazlarımı
kıldım ve ülkemden yapılacak mevlit yayınını beklemeye başladım.
-
Nihayet
muhteşem Süleymaniye Camii göründü Aylardır böyle mükemmel bir Kur'
an ziyafeti dinlememiştim. Ruhumun yıkandığını ve kendime geldiğimi
hissettim. Allah imandan Kur' andan ayırmasın sözünün ehemmiyetini
bir kere daha anladım. Çok mutluydum. Fakat yayın kısa kesilmiş
hemen duaya geçilmişti. Mevlit yayınları bu kadar kısa olmuyordu.
Başka kanallara geçtim. Hemen hepsi sözleşmiş gibi kısa tutmuşlardı
kandil programlarını, ekserisinde ise her zamanki gibi şarkılar,
türküler, her çeşit müzikler ve magazin programları gırla gidiyordu.
-
Neden böyle
yapmışlardı. En çok bizim gibi düşünen insanların bulunduğu kanallar
bile bu kısa tarifeye uymuşlardı. Ne olurdu yarım saat daha Kuran'
kıraati verselerdi.Aradaki saat farkı bu canlı yayını kesip
bağlamaya imkan veriyordu.
-
Hayretler
içindeydim. Kafamdan kaynar sular dökülmüştü. Emin olmak için bir
kere daha kanalları taradım. Mevlid yayını bana göre çok erken sona
ermişti.
-
Neden bu iş
böyleydi. Yoksa ben mi kaçırmıştım. Ama hepsinde başladığı zamanı
biliyordum. Bu yaşa kadar böyle kısa zamanda mevlit okunduğunu hele
böyle en mübarek bir hiç gecede hatırlamıyordum.
-
Televizyonu
kapattım. Oteldeki odamın içinde gezinmeye başladım. Kana kana su
içerken bardağı elinden alınan çocuk gibi için için feryat ediyor
ve neden, yarabbi neden..diye haykırıyordum.
-
Penceremin
yanına çöktüm. Sırtımı duvara verdim. Başımı ellerimin arasına
aldım. Gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülüp dizlerime damladığını
hissettim. Başımı kaldırdım, ilerdeki yüksek tuğla duvarın karanlığı
üzerinden gökyüzünü ve yıldızları gördüm. Lütfeyle yarabbi. Zamanı
benim için genişlet, ülkemi özledim, camilerimi özledim, ezan
seslerini ve vatan toprağını özledim diye hıçkırarak ağlıyordum.
-
Birden ince
bir ses duydum. Bir inilti zannettim. Sonra baktım bir yerden
Kuran-ı Kerim kıraati geliyordu. Kulağımı iyice açtım ve duvara
dayadım, penceredeki demirlere rağmen başımı alabildiği kadar
uzattım. Ses tam üstümdeki odadan geliyordu. Buna adım gibi emindim.
Tecvidinden üslubunu yakalayamamıştım. Ama yine de mükemmeldi kim
okursa okusun, bu saatteki susuzluğumu dindiriyor, içime serin
yağmurlar yağdırıyordu. Başımı pencere demirlerine iyice dayadım,
dinledim, dinledim...
-
-
Çok mutlu
olmuştum.
-
Gecenin kalan
zamanını da bende ibadet ederek huzur içinde geçirdim.
-
-
Ertesi gün
otelcinin yanındaydım.
-
-Günaydın,
uydu anteni için teşekkür ederim. Beni çok mutlu ettiniz.
-
-Problem
değil, epeydir düşünüyorduk. Bir isteğiniz veya bir eksiğiniz var
mı?
-
-Yok teşekkür
ederim.
-
-Pardon birde
bir şey soracaktım. Bu çevrede başka Türk veya başka milletten
Müslümanlar yaşıyor mu?
-
-Pakoların-Pakistanlıların-
mahallesi ve camisi var. O da dört durak ilerde.
-
-Peki benim
odamın üstünde dün gece kim kalıyordu?
-
-Neden
sordunuz? Rahatsız olduysanız odanızı değiştirelim.
-
-Yoo, odamdan
çok memnunum, gece yukarıda bazı sesler duydum da ?
-
-Farelerdir ,
bina epey eski görüyorsunuz.
-
-Fare değildi
buna eminim.
-
-Ama imkansız,
otelimiz bir haftadır boş. Ne gelen var ne giden, sonbahar artık ,
ucuz turları bekliyoruz.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
48 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
MİRAÇ KANDİLİ VE SİGARA YASAKLARI KUTLAMASI
Tüm yurtta 19
Haziran tarihinde uygulamaya başlayacak olan yeni sigara yasası
ile hemen tüm kapalı alanlarda sigara içme yasağının
başlayacağını ve bu suretle içmeyenlerin de rahat nefes
alabileceğini belirten Türkiye Yeşilay Cemiyeti Çorum Temsilcisi
olarak yasanın hayırlı olmasını diliyorum.
Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihin aynı zamanda da miraç kandiline
rastlamasının çok önemli bir tevafuk yani ilahi rast gelme
olduğu ve bu yasa cumhuriyet tarihinin en önemli yasasıdır. Zira
otuz dokuz milyon sigara tiryakisi bununla sigaraya elveda demek
zorunda kalacaklardır. Onların açısından zor gibi görünse de
içmeyen ve temiz hava solumak isteyen geride kalan
vatandaşlarımız için bu çok sevindirici bir gelişmedir.
Öte yandan
yasanın yürürlüğe girdiği tarih de “Miraç Kandili”ne denk
gelmektedir. Bu çok sevindirici aynı zamanda da ilahi bir rast
gelmedir. Hele şu mübarek üç aylarda böyle bir yasa vesilesiyle
sigarayı bırakmak artık bir vatandaşlık görevi olmalıdır. Zira
içilmesi yasaklanan ürün tümüyle yabancı ülkelerin ürettiği ve
canımıza kastederek bizi kanser ve kalp hastalıklarına duçar
eden kainat çapında korkunç bir zehirdir. Bunlara verilen para
ve getirdiği hastalıkların tedavisine ödenen rakamlar
korkunçtur. Artık sigarayı bırakmak milli bir görev olmalıdır.
Öte yandan içilen bu sigaralar yüksek miktarda alkol ihtiva
etmektedir. Bir paket sigarada bir yemek kaşığı alkol vardır. Bu
uygulama son yirmi senedir sürdürülmektedir. Devletin ünlü
sigara ve içki üretim kurumu Tekel yabancılara satılmıştır ve
artık yoktur. Para devlete gitmemekte ve doğruca yabancı zehir
tüccarlarının cebine oradan da mermi ve bomba olarak Müslüman
kardeşlerimizin üzerine yağmaktadır.
İçinde
bulunduğumuz üç aylar tüm kötü alışkanlıklardan arınacağımız ve
sonunda da Ramazan’la ihya olacağımız çok kutlu bir zaman
dilimidir. İçkiler ve alkol türleri zaten Müslümanlar için
haramdır. İçine alkol katılan sigaralarda artık haram sınıfına
girmektedir. Bu itibarla hem bu sigara yasası, hem de üç aylar;
hem de idrak etmekte olduğumuz miraç kandili münasebetiyle artık
bu zehirden kurtulalım ve bu kötü alışkanlığımızı bırakalım. Hem
paramız cebimizde kalsın, hem haram işlemeyelim, hem sağlımızdan
ve canımızdan olmayalım, hem de yeni çıkan yasayı çiğnemeyelim.
Bu mübarek günün
hürmetine tüm tiryakileri sigaraya ve başka kötü
alışkanlıklardan kurtulmaya ve tövbe ederek temiz ve sağlıklı
Müminler olmaya çağırıyorum.
Hem yeni Yasamız
Milletimize hayırlı olsun ve miraç kandilimizde kutlu olsun.
NOT: Türkiye
Yeşilay Derneği’nin yeni Sigara yasasının yürürlüğe girmesi
münasebetiyle bugün 20 Temmuz 2009 da Gazi Caddesi eski adliye
önünde bir sergi açacaktır. Her yıl dünya sigarayı boykot
gününde-31Mayısta-açılan serginin bu yıl yeni sigara yasasının
yürürlüğe gireceği tarihte açılması kararlaştırıldı. Türkiye
Yeşilay Derneği Çorum Şubesi münasebetiyle yeni Kanun metnini
fotokopi olarak dağıtacaklarını, sigarayı bırakmak isteyenlere
ücretsiz cd ve broşür vereceklerini ve sigaranın zararlarının
anlatan panoları ile halkı bilgilendireceğiz.
Tüm Çorumlular sergimize davetlidir. Atilla ALPAY
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
49 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
OKULLARDA ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE
DAİR BİR ARAŞTIRMA
Okullarımızda teknik ve kriminal
anlamda bir şiddet olduğu kanaatinde değiliz. Çok şükür ki ilimiz
dahilindeki okullarda çeteleşme, yaralama, kavga,cinayet vb gibi
ağır suçlar görülmemekte ,öğretmenlerimiz şiddete maruz kalmamakta
ve öğrencilerin mala ve cana yönelik taşkınlıkları
bulunmamaktadır. Bize göre esas tehlike dışarıdadır. Büyük
şehirlerdeki istenmeyen haller de önümüzdeki -belki-bir on yıl
içinde şehrimizde de görülmeye başlanacaktır. Bunun içinde
şimdiden bazı tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Okul müdürlerimizin ve değerli
eğitimcilerimizin çeşitli vesilelerle basına verdiği bilgiler
içerisinde kayda değer disiplin suçları olmadığını ve okullarımızda
asayişin berkemal bulunduğunu da memnuniyetle öğrenmiş
bulunuyoruz.
Ancak Türkiye Yeşilay Derneği ;
ülkemiz çapında yaptığımız araştırmalar ve anketler sonucu
okullarımızda şiddet diye bir kavramın -en az gelişmiş ülkelerdeki
oranlarda-bulunmamasının yeterli olmadığını; eğitimin ve başarının
artması için gençlerimizin ruh ve beden sağlıklarının da yerinde
olması gerektiğini düşünmektedir.
Bu itibarla tespit ettiğimiz tehlikeler şunlardır:
1/ Yurdumuzda 1-17 yaş arası genç
nüfus 26 milyondur. Bunun on beş milyonu öğrencidir.Bu gençlerimiz
yedi-on bir yaşları arasında sigara ve alkole başlamaktadır.Yakın
yıllarda enerji içecekleri de bağımlılık yapan maddeler arasında
yerini almış; sentetik uyuşturucular (extasy' ler ) bilhassa büyük
şehirlerimizde adeta salgın haline gelmiş bulunmaktadır. Büyük
uyuşturucu trafiğinin köprüsü olan ülkemizde de hemen her gün
zararlı maddeler yakalanmakta, bunlarda büyük miktarlara tekabül
etmektedir.
Yurdumuzda seksenli yıllardan beri
gittikçe artan yabancı sigara bağımlılığı tekel idaresinin tümüyle
satılması neticesi çok uluslu şirketlerin eline geçmiş,
propaganda, üretim ve çeşitlilikler gittikçe artarak hızlanmıştır.
Sigara ile mücadele yasası çıkmasına rağmen ülkemizde sigara,
alkolizm ,uyuşturucu ve buna benzer maddelerle mücadele ve eğitimi
adına hemen hiçbir şey yapılmamaktadır.Ülkemizde kanser salgın
halindedir. Kolalı içecekler karaciğer kanserlerine, içinde
kimyasal katı maddeleri bulunan formülü meçhul sigaralar da akciğer
kanserlerine kalp ve damar hastalıklarına da zemin
hazırlamaktadır.
2/İlimiz çevre kirliliği olarak
önde gelen vilayetler arasındadır.
Şehrin kuzeyindeki taş ocaklarının
atmosfere yaydığı kalsit kristalleri silikozis hastalığına,
yanındaki çimento fabrikası da yüksek atmosfer kirliliğine yol
açmaktadır. Otomobil sayısı fazladır.(üç kişide ikisinin motorlu
aracı bulunmaktadır.)Bu itibarla
kış aylarında atmosferdeki karbon monoksit miktarı öldürücü
seviyelere yükselmekte baca gazları, egzoslar, tavuk ve büyükbaş
hayvan çiftlikleri , baz istasyonları,gürültü gibi bir çok
tehlikeli çevre faktörü ilimizde yaşayan halkın ruh ve beden
sağlığını haddinden fazla tehdit etmektedir.
3/Her gün beş-yedi hemşerimiz
vefat etmekte ve bunların yarısı da çok genç yaşlarında ilk ve son
kalp krizleri ile ve yine ilk ve son beyin kanamalarından
hayatlarını kaybetmektedirler.
4/Bütün bunlar yetmezmiş gibi fast-food
türü beslenme rejimi ,popüler kültür kirlilikleri medya,
moda,sinema internet ve televizyon bağımlılığı , kumar, her türlü
fuhuş ve zührevi hastalıklardan da bilhassa gençlerimiz şiddetle
etkilenmekte ; bunun neticesinde de kişilik kaymalarına uğrayarak,
milli ve manevi değerlerine yabancılaşmış,istediğimiz vasıflardan
uzak bir nesil haline gelmek üzeredir. İşte bugün önemsemediğimiz
şiddet o zaman tam olarak başlayacak ve bunun önünü de kimse
alamayacaktır. Yılda 160 bin insanımızı kanserden kaybederken; kalp
ve damar hastalıklarından ölenlerin envanterini de kimse
tutmamaktadır.
5/Hemen her ilimizde AİDS’ten
ölenler vardır, adi suçlar artmakta ve cinsel suçlar taciz ve
tecavüz iddiaları yüzümüzü kızartmaktadır.
6/Ne yazık ki eğitimcilerimizin pek
çoğunda bunlara dair bir endişe bulunmamakta ; küresel kriz ve
artan çevre sorunlarına ve bunların fertlere yükleyeceği
sorumluluklara dair kimsede de bir endişe taşımamaktadır.
Bu saydıklarımız müfredatlara,
planlara ve programlara alınmadıkça ve toplum önderlerinin
endişesi ve derdi olmadıkça önümüzdeki on yılların büyük
sıkıntılar ve acılar getireceği aşikardır.
Bunun için Türkiye Yeşilay
Derneğinin ilgi ve mücadele alanlarına giren konular açısından
okullarımızda acilen alınması gereken tedbirler aşağıdadır:
1/Bu güne kadar çalışmayan ve hemen
hiçbir faaliyeti bulunmayan Yeşilay Kulüpleri yeniden
canlandırılmalı, çalışır hale gelmeli, gönüllü öğretmenler ve
öğrenciler aracılığı ile sigara alkol ve her türlü madde
bağımlılığı ile mücadele edilmeli; gençler bilgilendirilmeli, bu
gibi maddelerin insan bünyesine verdiği zararlar iyice
öğretilmelidir. Bunlarla mücadele için yarışmalar tertiplenmeli,
kim ne kullanıyorsa bıraktığı takdirde armağanlar verilmeli ve
sağlıklı yaşam teknikleri ,metotları ve biçimleri özendirilmelidir.
2/Gerek okullardaki şiddet ,gerek
madde bağımlılığı, gerekse de diğer ahlaki mevzuular hakkında
öğrencilerin olduğu kadar ebeveynlerin de bilgilendirilmesine ve
eğitimine yönelik projeler geliştirilmeli; okul yönetimleri
tarafından da öğrencilerin takibine
dair gerekenler mutlaka yapılmalıdır.
3/Dünyamızın besin kaynakları hızla
azalmakta ve iklimi değişmektedir. Bu itibarla ne zaman bir tabii
afetle veya besin kıtlığı ile karşı karşıya kalacağımız
bilinmemektedir. Gençlerimize tasarrufu, nimetlerin kıymetini,
bulunmadığı önceki yılların dramatik hikayelerini anlatmalı ve
"büyük israf furyasının" önlenmesine çalışılmalıdır.
4/Obezite artık gençlerimizin en
önemli hastalığıdır. Sağlıklı yaşam bilgileri ile donatılmaları ve
doğal yaşam prensiplerini benimsemeleri ve bilmeleri ; spora ve
buna benzer faaliyetlere yönlendirilmeleri gerekmektedir.
5/İlimizde yüzü aşkın internet kafe,
iki yüze yakın kahve ve çay ocağı bulunmaktadır. Pastane, kafeterya
vb gibi gençlerin gidebileceği yerlerin sayısı bilinmemektedir.
Bunların hemen hepsinde sigara içilmekte ve yeterli denetimler
yapılamamaktadır. Ayrıca
gençlerimizin kimlerle arkadaşlık ettikleri, ne zaman evlerine
gelmeleri gerektiği, nasıl beslenmeleri ve paralarını nerelere
harcadıkları ebeveynleri tarafından iyice denetlenmelidir.
6/Ebeveynleri tarafından gençlerimizin yetenekleri, musiki ve güzel
sanatlara; spora vb meşguliyetlere olan eğilimleri belirlenmeli;
özendirilmeli ve takibi de yapılmalıdır. Okul dışında dersler
aldırılmalı, spor salonlarına ve kültürel etkinliklere de
yönlendirilmelidir.
7/Bütün bunlardan da en önemlisi " Dini ve Milli terbiyenin"
okulların yanı sıra aileler tarafından da yeterince verilmesi
gerekliliği olmaktadır. Bu konuda medyanın geliştirdiği popüler
kültür ve evlilik dışı yaşamların özendirilmesi, şiddet içeren tv
dizileri ve
gayrı ahlaki şekilde yaşayan sanatçı ve sporcu gibi insanların
medyaya yansıyan hayat tarzları maalesef gençlerimizi içten içe
etkilemekte hatta zehirlemektedir.Bunlarla mücadele için yeni
projelerin geliştirilmesine ve acil tedbirlerin alınmasına çok
ihtiyaç vardır.
Bütün bu yukarıda saydıklarımız ne
yazık ki kimse önemsememekte, yine kimse bunlarla mücadele
konusunda ciddi bir adım atmaya,plan ve proje üretmeye hatta tedbir
almaya yanaşmamaktadır.
8/Yine bu saydıklarımız
müfredatlara, okullara, ders kitaplarına ve programlarına
yerleşmedikçe, insanlarımızın yaşama ve düşünce biçimi değişmedikçe
ruh ve beden sağlığı yerinde gençler yetiştirmemiz ,şiddeti ve
suçları önlememiz hatta kalkınmamız ve medeniyet
hamleleri yapmamız asla mümkün olmayacaktır.
Saygılarımızla…
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
50 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNDE ÇALIŞMALAR!
-
Sanayi kuruluşlarında
sigara ile ilgili semirlerine hiç ara vermeden devam eden Türkiye Yeşilay
Cemiyeti Çorum Şubesi geçtiğimiz günde Organize Sanayi bölgesinde
fabrika personeli seminer vererek beş personelin daha sigarayı
bırakmasına vesile oldu. Sigara alkol ve bağımlılık yapan maddeler
hakkında fabrika personeli konferans salonunda fabrika personeli ve
çalışanlarına sinevizyon destekli bir seminer veren Yeşilay Derneği olarak:
“Sanayi kuruluşlarında zararlı ve bağımlılık yapan maddeler hakkında
insanlarımızı ve çevremizi bilgilendirmeye devam ediyoruz. Okulların
kapanması ile birlikte sivil ve ticari kuruluşlarda çalışmalarımızı
sürdürüyoruz. Bu sanayi bölgesinde ziyaret ettiğimiz beşinci fabrika ve burada
da çok sayıda personelin sigara içtiğine şahit olmaktayız.
- İnsanlarımız bu zehirden kurtulmak istemekte ve zararlı
yönlerini bu kadar bilmemekteler. Fakat bir karşı bilinç ve cephe oluştuğunu
görmek artık bizler için son derece mutluluk verici olmaktadır.
-
Sigara içen bir fabrika
çalışanının sigara molalarında kaybettiği süre yıl içerisinde birkaç milyara
varan bir para kaybına ve değeri ölçülemeyecek katma değer ve eksikliğine
sebep olmaktadır. İşyerleri artık bu konuda bilinçlenmekte hem çalışanlarının
sağlığını hem de işletmelerinin karlılığını düşünerek sigara ile mücadeleye de
önem vermekteler.
-
Bu günde burada beş
kardeşimizin sigarayı bıraktığını ve artık içmeyeceklerini görüyoruz.
Arkadaşlarının huzurunda söz vererek yemin eden ve bir daha sigara
içmeyeceğini beyan eden bu kardeşlerimizi kutluyor ve yeni hayatlarında
sağlık, mutluluk ve başarılar diliyoruz.”
-
Bu seminer sonunda
sigarayı bırakan Kadir Yalçın,Savaş Aykaç, İzzet Karataş,Osman Halıcı ve Nuh
Aksoy isimli personele Yeşilay Derneğince şükran belgeleri verildi.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
51 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
OSMANLI CAMİLERİ
Büyük Osmanlı Devleti yani Devleti
Ali-i Osmani ve onun sahip olduğu büyük Osmanlı medeniyeti
hala bu aziz milletin evlatlarına yeterince anlatılamamıştır.
Eğitim ve öğretim müfredatlarında ise siyasi ve harp tarihi yer
almakta bunun haricindeki diğer konulara ise hiç
değinilmemektedir. Oysa ki Devleti Ali’nin hüküm sürdüğü
yeryüzünün aydınlanma çağları hiçte azımsanmayacak kadar büyük
bir zaman dilimini ve ona ait de muhteşem bir coğrafyayı kaplar.
Osmanlı Bilim ve teknoloji tarihi,
Tıp ve mimarlık tarihi, giyim kuşam,döküm ve silah sanatı,musiki
tarihi,adabı muaşeret, mutfak sanatı gibi insanlık ve medeniyet
göstergesi olan bir çok bilim ve sanat dalı hala
önemsenmemekte ve bilhassa gençlerimize hiçbir zaman ve hiç bir
yerde öğretilmemektedir.
Cumhuriyet tarihçileri Osmanlıdan
bahsetmemekte, Osmanlı tarihçileri ise Cumhuriyete değinmemekte
ısrar ederken yukarıda saydığımız dev bilim dalları ise
unutulup gitmektedir. Mesela içinde bulunduğumuz yıl Devlet’i
Ali’nin yani Osmanlı Devletinin 710. Kuruluş yılıdır. Diğer
senelerde olduğu gibi bu yılda bu önemli tarih kimsenin
umurunda olmamıştır. Her türlü kültürel hadiseye duyarlı olan
devlet ve gelip geçen hükümetler bu olayı her yıl nedense “es”
geçmektedirler.
Ömrümüzün Otuz beş yılını Osmanlı
mimarlık ve sanat tarihine vermiş bir fakir olarak iddia ediyorum
ki muhteşem Osmanlı medeniyetinin bir benzeri yeryüzüne daha
gelmemiştir ve bir daha da gelmeyecektir. Teknoloji ve fen ne
kadar ilerlerse ilerlesin onların yakaladığı yüksek kültür ve
medeniyet seviyesine erişmek asla mümkün olmayacaktır.
Osmanlı Medeniyeti tarihinin
siyaseti bile tartışmalara açıktır. Bilim ve teknoloji tarihine
bilhassa yabancılar çok meraklıdır. Mimarlık tarihi ve eğitimi
ülkemizde genellikle masonların ,ateistlerin ve batı medeniyeti
tarihçilerinin elindedir.Osmanlı ve Selçuklu medeniyetine arkeoloji
kürsüleri ve eski çağ tarihleri kadar bile önem verilmez.
Mesela ilahiyat fakültelerinde bile bu ders yani Türk İslam
Sanatı Tarihi yarım sömestrilik-keyfekeder- bir ders olup hiç de
ehemmiyet kesbetmez. İlgili öğretim elemanı bulunamadığı içinde
başka branşlardan meraklı eğiticiler atanır.
Oysa ki -mesela bir mimarlık
tarihi, bir Hatt sanatı, bir musiki tarihi vb.gibi-bunların
üzerinde yapılacak çalışmalar bir insan ömrüne bile sığmayacak
kadar derin ve engindir. Onlar; incelendikçe hayret verici
güzelliğini çok uzun zamanlar içinde ancak anlayabildiğimiz
teknik sırlara da vakıftır.Bunların binde biri bile hala
çözülememiştir.Bugünkü teknik imkanlarla ortaya koyduğumuz ve
adına “modern” dediğimiz her şey Osmanlı eserleri ve medeniyeti
yanında nispetsiz, zevksiz, faydasız,dayanıksız ve
sağlıksızdır.Bunu zaman-zaman meydana gelen depremler ispatlamakta
bilgisayarlarla yapılan hesaplarla inşa edilen yapılar en ufak
bir sarsıntıda yerlere serilmekte, inşa edenler hapse
atılmaktadır.
Bu iddiamızı ispatlamak için ve
bir yerden başlamak gerekirse camiiler haftası dolayısıyla “
Osmanlı camilerini”yani ecdat yadigarlarını, İslam coğrafyasının
mühürlerini ve yeryüzü mimarlık ve mühendislik tarihinin en
muhteşem yapılarını ele almak anlamak ve anlatmak yeterli
olacaktır kanaatindeyim.
Osmanlı Camileri , külliyeleri
hatta Selatin camileri zamanının birer dini ve insani yapılar
topluluğu olup ; böyle bir anlayışa ve yapılaşmaya başka hiçbir
medeniyette rastlanmaz.Mesela bir Süleymaniye külliyesi hem
ahirete hem de bu dünyaya matuf tüm hizmetleri ihtiva ederek
mü’minlerin hizmetine sunar. Doğumevinden kütüphanesine, aş evinden
kuş evlerine, ana okullarından yanındaki üniversiteye kadar
hayatın her anına damgasını vurmuş büyük ve asil bir düşüncenin
eseridir. Ortada muhteşem bir camii, yanında sebilleri,
şadırvanı,bahçesinde türbeleri,haziresinde muhteşem mezartaşları ve
biraz ilerde külliyenin çok dışında vakıf evleri ve dükkanları
ile kıyamete kadar duracak , kendini besleyecek maddi ve manevi
kaynaklara sahip muazzam bir mekanizmadır.İçtimai analizleri bir
kenara bırakacak olursak teknik olarak da bu günkü imkanlarla
artık bunların yapılması değil projelendirilmesi bile mümkün
değildir. Artık ne Osmanlının o büyük mimarları ne onları
yetiştirecek Hassa mimarlar ocağı, ne sanatkarlarına sahip
çıkacak bir ehli Hiref Teşkilatı, ne o yapı malzemeleri ve ne de o
sabır, iman ,ihlas takva mevcuttur.Bilhassa son yıllarda yapılan
pek çoğu bu gözle bakılınca birer zevksizlik abidesidir. Dikkatli
yapılanlar ise Osmanlının bire bir kopyasıdır. Veya bunları
başaramayanlar ise çok modern teknik ve yollar deneyerek o ruhani
ve mana çizgisinden uzaklaşmış bulunmaktadırlar.
Bunlar hamaset veya duygusalık
değildir. Teknik ve proje üstünlüğünün, zamanının ilim ve fenninin
neticeleridir. Mantık,matematik,geometri,fonksiyon ve estetiğin
tezahürüdür. İnsanı kainatın merkezine koymanın , dünya ve
ahiret dengesinin sağlamanın en büyük göstergesidir.
Yapılan bütün camiiler zaman
içinde gittikçe gelişen büyüklük, proje, nüfus ,iklim ve
ihtiyaçlara göre şekillense de yüzyıllar içindeki disiplinleri,
tarzları, yapı malzemeleri, planları, mühendislikleri ve mimarileri
asla bozulmadığı gibi Osmanlı coğrafyasının dört bir
köşesindeki yapılar da birbiri ile alakasız ,bağlantısız ve
ilgisiz değildir. Sanki büyük bir el tüm Osmanlı coğrafyasını
nakış nakış ve çok bilinçi bir şekilde işlemiş, hatta onları
işleyenleri yönetmiş, bütün sanatkar mühendis ve mimarlar da bu
büyük emre uyarak muhteşem bir medeniyet ortaya koymuşlardır.
Yirmi birinci yüzyılda bu kadar
malzeme çeşidi, elektronik araç, teknik imkan ,enerji ve makine
gücü ile yapılanlar Osmanlı eserleri ile karşılaştırılınca çok
ehemmiyetsiz kalırlar. Elektriğin olmadığı, mermerin, taşların ve
kayaların el ile yontulduğu,hatta vinçlerin bulunmadığı,dev
hafriyatların ve kazı işlerinin el ile yapıldığı da göz önüne
alındığında Osmanlı eserlerininin ihtişamı ve sihri biraz daha
ortaya çıkmaya başlar.Bir selatin camiinin minarelerinin yüksekliği
65 -70 metredir. On beş metre temeli vardır. Zemin sularının
drenajında dört yüz işçi çalışmakta, caminin suları kırk km
uzaktan getirilmektedir. Yedi bin işçi ve usta son derece uyumlu ve
düzenli bir şekilde işbirliği yapmaktadır. Her şey insan ve kas
gücüyledir. Ortada makine ve motor, kule vinçler vs.ler
yoktur.Sondaj makinaları, dozerler,kepçeler,vinçler ve çelik
iskeleler bulunmamaktadır. Demir donatı kullanılmadan temeller
atılmakta, deniz üzerindeki camilere ve köprülere fore kazıklar
çakılmaktadır. Bir önyargı ile baksanız dahi hiçbir yerinde en
ufak bir kusur bile göremeyeceğiniz bu yapılar günümüze göre çok
da çabuk yapılmışlar ve çok hızlı bitirilmişlerdir. Bir Kocatepe
caminin bilgisayarla yapılar projelere göre hazırlanan kubbesi
iki kere çökmüştür ve inşası onbeş yıl sürmüştür. O zaman
zarfında üç tane Süleymaniye camii değil külliyesi
yapılabilirdi. Ve o mühendis ve mimarlar topluluğuna on beş yıl süre
verilse dokuz külliye daha ortaya koyabilirlerdi. Hele hele
bugünkü teknik imkanları da olsa neler yapabileceklerini tahmin
bile edemiyorum.
Günümüzde nano teknoloji diye
geliştirilen bir konu Osmanlı hattatları, tezhip ve minyatür
ustaları ve sanatkarları tarafından yüzlerce yıldır bilinmekte ve
kullanılmaktaydı. Teknik kayıtlarda bir inşaat ölçüsü olarak geçen
“Tar-ı Ankebut” yani örümcek ağı ölçüsü mm nin milyarda biriydi ve
dev yapılarda kullanılmıştı. Yine minyatür ve tezhiplerde
kullanılan fırçalar insan saçı ve kirpiği kullanılarak yapılmıştır.
Hemen tüm külliyelerde hem dahilde
hem de son cemaat yerlerinde kullanılan gergi demirleri denilen
inşaat unsurları her yapıda standart 5 cmdi. 14.yüzyılda hesaplanan
bu ölçüyü bugünkü bilgisayarlı inşaat uzmanları 4 cm
bulmuşlardır.Önce bunu hata zannetilerse de Sinan’ ın bu ölçüyü
yapıları on üzerindeki bir depremden kurtarmak maksadı ile
belirlediğini geç de olsa anlamışlardır. Günümüzde bütün yapılar
on katsayısı depremine göre hesaplanmaktadır. Onun üzerine
çıkabilecek bir afeti kabul etmek istemezler. Ama bu tabii
afetin katsayısı mı olur diye düşünmekten de aciz kalmaktadırlar.
Yapı teknikleri bilhassa depreme
dayanıklılık açısından son yıllardaki Japon teknolojisinin bir
benzeridir. Çelik kenet ,agraf ve geçmelerden oluşan inşaat
detayları vardır. Bu itibarla hiç birisi depremler geçirdiği
halde yıkılıp dağılmamış ve yok olmamıştır. Bunun ispatı ile
ortadadır. İsteyen bu yapıları gidip inceleyebilir.
Yine en önemli hususlardan birisi
de Osmanlı camilerinin kubbe çaplarındaki farklardır. Selimiye ve
Süleymaniyenin dev kubbeleri birer küre kesmesi olmadığı gibi
iki ucu uzayda kesiştiği varsayılan birer elipsoid veya
paraboloiddir.Kararlı denge durumunun sınırındaki kubbe türü
budur.Arap ,Avrupa ve Ortodoks kubbeleri , eski Orta Doğunun,
Mısır ve Hindistanın soğan kubbeleri yapımı en kolay kubbeler olup
en kararlı denge durumundaki kubbelerdir. Oysa Osmanlı kubbeleri
sınırda inşa edilmişlerdir. Her iki denge durumunun da tam
ortasında bir mucize sergilerler. Yani bir adım ötesi uçurum
yani çökme durumu olup, yüzlerce yıldır üzerlerindeki tonlarca
kurşunla nasıl durdukları da ayrıca hayreti mucip olmaktadır.
Çaplarındaki farklılığı bilerek uygulayan Mimar Sinanın bu
sırrını kimse henüz çözememiştir. Bu sır birde Ayasofya da vardır.
Ama o yapının kubbesi deprem etkileri ile yırtılmış ve mecburen
çaplarında 130 cm lik bir fark meydana gelmiştir. Bunu önlemek
ancak dört minare ile başarılabilmiştir. Tahminimize göre depremi
önlemek,yer kabuğu hareketlerini tolere etmek, nisbetleri
yakalamak veya başka bir hesaplama sisteminin gereğini yerine
getirmek amacını gütmektedir.Bu dört işlem haricindeki yeni bir
hesaplama aritmetik sistemi demektir. Yeryüzü uygarlığı onlu ve
altmışlı iki sistem üzerine kur uludur. Birisi en-boy- yükseklik
olarak on’un katları şeklinde büyür veya küçülür .Diğeri de
dördüncü boyut zamandır .O da altmışlı sistem olarak
hesaplanır.Mimar Sinan bunlarında da üzerinde yeni bir sistem
geliştirmiş olabilir. Yoksa mevcut bilgilerimizle bunları kavramaya
imkan yoktur.
Teknik yönlerinden başka Osmanlı
camiilerinin bedii, içtimai, dini ,milli,harsi(kültürel)
cephelerini anlatmaya ne bu satırlar nede ömrümüz yetmez.Ama
hayretimizi mucib olan nokta bütün bunları araştırmaya ve
öğrenmeye neden kimse yanaşmamaktadır.Ecdat yadigari bu yapıları
bize yabancı uzmanlar mı tanıtmalıdır.
Vakit geç olmadan bunların dilini
anlayan,teknik ayrıntılarını çözen, onlardaki sırlara vakıf olan
yeni “Sinan’lar ve Yeni Osmanlılar” yetiştirmeliyiz.
Bu gibi konular müfredatlara,eğitim
programlarına,derslere gençlerimizin gönüllerine, dimağlarına hatta
ruhlarına yerleştirilmedikçe atalarımızın nadide eserlerini turist
rehberlerinden öğrenmeye mecbur kalacağız.
Bugünkü durum bundan ibarettir
vesselam…
Dularımızla…
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
52 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
OSMANLI SERGİSİ AÇILDI
Camiiler Haftası dolayısıyla
ilimiz Ulu camiinin bahçesinde Osmanlı dönemi sanat eserlerini
gösteren bir sergi açıtım. Tarafımdan hazırlanan; toplam yirmi iki
adet büyük boy panodan oluşan ve yurdumuz coğrafyasının muhtelif
yerlerindeki Osmanlı döneminde yapılmış sanat eserlerinin
resimlerle anlatıldığı sergimin açılışını il müftüsü Ahmet
Çelik yaptı.
Camiiler başta olmak üzere,
saraylar, tarihi evler, hat ve tezhip sanatı örnekleri ile
mimarlık tarihi eserlerinin yer aldığı renkli fotoğraf ve grafik
efektlerle Osmanlı döneminin ihtişamının ve öneminin
vurgulandığı serginin açılışında konuşan İl Müftüsü Ahmet Çelik
şunları söyledi:
“Bugün burada camiler haftası
münasebetiyle hazırlanmış muhteşem bir sergiyi izliyoruz. Gördüğümüz
resimler, fotoğraflar ve çizimler gerçekten itina ile hazırlanmış.
Bu resimlere bakarak altı yüz yıllık şanlı geçmişimizi görmemeye
gelmek hakikaten imkansız. Ecdadımız diğer ülkeler gibi olmayıp
dünyaya medeniyet armağan etmiş bir devlettir. Bu itibarla adı
imparatorluk değil büyük Osmanlı devletiydi. Tüm hizmetler ve
yapılan işler millete armağan edilmiş ve bu da vakıflar aracılığı
ile gerçekleştirilmiştir. Osmanlı bir vakıf medeniyetidir. Burada
görülen eserlerin hemen hepsi milletindir ve günümüzde bize, bizden
de yeni kuşaklara intikal edecektir. Bu büyük medeniyet yeryüzü
kültürleri arasında müstesna bir yer işgal etmektedir. Bunu gelecek
kuşaklara anlatmak zorundayız. Çocuklarımıza ecdat yadigârı eserleri
tanıtmak, onların güzelliğini göstermek ve tanıtmak
mecburiyetindeyiz. Bu kıymetli sergiyi hazırlayan Attila Alpay
ağabeyimize de çok teşekkür ediyorum.”
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
53 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
ÖZÜR DİLERİM EY KUDÜS
-
Özür Dilerim Ey Kudüs….
-
Ölüm şimdi sessiz bir nehir gibi
-
ıssızlık içinde
-
Kırılır kolları taş atan çocukların
-
Üzgünüm…
-
Dağlara taşlara meydan okuyan
-
Çokca İbrahim soylu çocuklara
-
Masal bile anlatamadım
-
Sustum ha sustum….
- Özür dilerim Ey Kudüs…..
- L. Erdoğan
-
- Her gün biraz daha karmaşıklaşan
İsrail-Filistin meselesinin aslında Siyonizmin Dünya üzerindeki
yayılması demek olduğunu anlamak için fazla akıllı olmaya gerek
yoktur. Bütün dünya ülkeleri iyi-kötü bir hukuk sistemi üzerine
oturmuş kendi düzenlerini çekip çevirmekteler.Ama iş İsrail’e
gelince bu durum değişmekte karşımıza ikiyüzlü bir hukuk
sistemi çıkarılmakta buna da dünyada hiç kimse bir ses
edememektedir.
- Bunlardan birisi Dünya ve Bm normlarındaki hukuk anlayışı
diğeri de tevrata dayalı özel bir hukuk sistemidir. Dışarıya
karşı insan haklarını savunmakta ,BM kararlarından bahsetmekte ve
onun üyesi olmakta,uluslar arası ilişkilerde batı ile birlikte
yürümekte fakat kendi çıkarlarına gelince hemen üzerindeki
esvapları atıp takkelerini giymekte,zülüflerini salıvererek
ellerine kitaplarını alıp ileri geri sallanmakta ve bir Musevi
olduklarını kainata adeta haykırmaktalar.
- Bu iki yüzlü güya hukuk anlayışı
ülkenin olduğu kadar vatandaşlarının da yaşama biçimi ve gayesi
olmakta bu kutsal ülküden onları alıkoymaya kimsenin gücü
yetmemektedir.
- Muharref tevrata göre kendilerine
vaat edilen topraklar dedikleri yer bugün işgal etmeye devam
etmekte oldukları Filistin ile Anadolu topraklarının da nerede
ise yarısıdır.
- İncilde bulunmamasına “rağmen kendilerinden olmayanlara
düşmanlık ve kin beslemek ve yine kendilerini her milletin
üstünde görmek, hatta kendilerini bütün insanlığın efendisi
saymak itina ile büyüttükleri sapık bir mefkuredir.
- Tabii onların bütün insanlığa
karşı olduğu gibi bizim de onlar için muhtelif tanımlarımız vardır
ve bu da İsrail oğullarına karşı çok dikkatli ve tedbirli olmamızı
gerektirmektedir.
- Bir kere Kudüs ve Filistin hala
bir Osmanlı toprağıdır. Kanla , şanla ve şerefle Osmanlı’ ya
Memluklardan intikal etmiş kutsal bir vatan coğrafyasıdır.
Orasının yerli ahalisi Arapların Osmanlı tebaası olmasına
karşın İsrailoğullarının hiçbir hakları yoktur. Bugün
oturdukları arazi onlara atalarından kalmış da değildir, para ile
satın aldıkları tapuların etrafına beton duvarlar örerek; hesap
sorarak taş atana füze atarak, toprak evlerin üzerine dev
tankları sürerek , oluk oluk Müslüman kanı dökerek zorla
işgal ettikleri beş yüz yıllık eski anavatanımızdır.
- Burada gerçekten özür dilenmesi
gereken bizim eski kıblemiz Hz. Ömer’ (RA) in ve Selahaddin Eyyubilerin
şehri olan “Mübarek Kudüs” dür.1400 Yıldır Müslüman şehri olan
Kudüs Efendimizin SAV miraca yükseldiği yerdir. Ondan öncede
Süleyman Peygamberin ve Saba melikesi Belkıs’ ın ülkesidir. Bugün
ağlama duvarı denen yerde Hz. Süleyman AS Peygamberin eseri olan
mabedin yegane kalıntısıdır.
- Bugün Yahudilerin birer Amerikan
askeri gibi donanarak dev tanklarla Konya ovası kadar bir yerde
ev-ve katliam yaptıkları ve yakıp yıktıkları bu aziz kent bugün
harabe ve kan gölü halindedir. Müslümanların aziz naaşlarını
gömecek bile toprakları kalmamıştır. Çünkü hepsi işgal
altındadır.
- Kudüs utancı sadece Arapların değil
elbette ki bütün İslam dünyasınındır. Dünyadaki bir buçuk milyar
Müslümanın sadece iki yüz milyonu arap ise yüz seksen milyonu da
TÜRK’ tür. Tarih önündeki cezai sorumluluk bu toprakları bir hile
ile elimizden alanlara ait olmalıdır. Dolayısıyla özür dilenmesi
gereken yer eski kıblemiz olan kutsal ve aziz Mescid-i Aksa’nın
Şehri olan Kudüstür.Filistin Arapları değil,Yahudiler ise hiç
değildir.
- Hz. Süleyman AS ve Hz.Musa AS da
iki büyük İslam Peygamberidir.Yüce Allah-u Azim Üş Şan’ ın oluk
oluk Müslüman kanı döken bu katil kabileye böyle bir vaadi de
asla yoktur.
- Hile ve diplomatik manevralarla
elimizden alınan bu şehrin hesabını ne Osmanlı ne de cumhuriyet
insanı olarak asla soramadık.Sormak ve konuşmak cesaretini bile
gösteremedik.
- İşte bizde bu itibarla kendi
payımıza düşeni söylüyor ve Lokman Erdoğan’ ın yukarıdaki dizelerine
aynen katılıyoruz.
- Senden özür diliyorum ey kutsal
Kudüs…Sahip çıkamadığım, seni koruyamadığım,yahudilere kaptırdığım
ve seni benden alanlara hesap soramadığım için…
- Özür dilerim Ey Kudüs…
- Gözyaşlarım ve Dualarımla…..
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
54 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
POP STAR YARIŞMASI |
-
Ağlayın yavrum ,
-
Döktüğünüz bu gözyaşları az bile bu iş
için...
-
Ağlayın Oğlum kızım,evladım ağlayın..
-
Şarkıcı olamadınız,sizi elediler,
beğenmediler, tüh bir de alay ettiler...
-
Ağlamanızda da mı olmadı. Yere diz çöktünüz,
iki elinizi kavuşturarak ve hicranlı bir sesle bunun adeta ölümden bile
beter olduğunu ifade ettiniz..Yere kapandınız. Önlerinde secde
ettiniz..Yoo, no’lamaz gibi garip sesler çıkardınız.
-
Yine mi beğenmediler...
-
Göz yaşlarınız yüzünüzü yıkadı. Bacak kadar
yaşınızla yüzünüze sürdüğünüz boyalar sel oldu aktı ,salya sümüğünüz birbirine karıştı da milyonlara rezil mi oldunuz...Ama pop star
olamadınız öyle mi ?
-
Şu mübarek günlerde göbeğiniz karnınız
bağırsağınız açıkta, şarkı söylemeye taa nerelerden geldiniz ve pop
star olunca da şana,şöhrete,paraya,4x4 jeeplere ,boğazda
villalara,yatlara,katlara,atlara,korumalara, bir sürü kocaya veya karıya
pardon arkadaşa mı kavuşacaktınız..
-
Bu iş; Unkapanı müzik çarşılarından,
Mahmutpaşa yokuşlarından geçmeden, kasetleriniz minibüslerde
,Kumkapı’nın balık lokantalarında ve meyhanelerde çalınmadan çiğ
köfteler yoğurmadan, hiç olur mu sandınız.
-
Hiç mi film seyretmediniz. Köyünden kalkıp
gelen elinde sazı ile , İstanbul’un “Yüksek kaldırımlarına”
düşenleri...
-
Gazinolardaki Beyoğlu’ndaki abilerinizi
,ablalarınızı...
-
Babaları,babalara gelenleri hiç duymadınız
mı ?
-
Jiletcilik diye bir ehli sanat erbabı nasıl
türedi sanıyorsunuz.
-
Aaah ki ne ah..
-
Nasıl üzüldüm
bilemezsiniz...
-
Demek ki
sizi seçmediler ve birde alay ettiler öyle mi ?
-
Komşumuz İslam ülkesi Irakta
yaşıtlarınız nasıl yaşıyor biliyor musunuz?
-
Abd işgali başından beri elli bin suçsuz din
kardeşimiz şehit oldu.
-
Elin conisi kapına postalı ile tekme atarak
sabahın köründe namluyu gırtlağına dayayıp seni yatağından sürükleyip
evinde direnişçi mi arıyor veya tuttuğu gibi guantanamoya mı
götürüyor.Orası mı neresi..(Haritaya bak anlarsın yavrucuğum.Orada hiç
pop star yoktur buna eminim..)
-
Hele geçen yıl bombalarla dümdüz edilen
Afganistan da acaba hiç pop star var mı ?
-
Çeçenistan
da sizin yaşınızdakilerin silahları soğuktan ellerine yapışmış
gözleri ufukta dev tupolev ağır bombardıman uçaklarını mı düşlüyorlar.
-
Hele Filistin..Hele dünkü Bosna,
Hersek,dünkü güneydoğumuz..
-
Bak mübarek ramazan,birkaç cüz Kur’an okudun
mu dedelerine veya şehitlerimize..
-
Orucunu tutuyor,namazını kılıyor musun?
-
Mesela Ecdadın
Osmanlı’dan haberin var mı ?Hiç Süleymaniye yi gördün mü ? Necip Fazıl’
ı okudun mu ? Hasan Basri Hazretleri kimdir,bilir misin ?
-
Bu aziz ülkeye
yönelik bir projen var mı ?
-
Bilimde sanatta,teknolojide,ağır sanayiide gerçekleştirilecek bir
buluşun,patentin, incelemenin ,geliştirmenin veya amatörde olsa bir
çabanın;
-
İlmi bir araştırmanın peşinde misin
?Okuyorsan derslerin nasıl?
-
Hayatını örnek aldığın bir fen adamı,bir
tasavvuf büyüğü,bir kahraman var mı ?
-
Ülkene yakışır bir
insan olmak için pop starlıktan başka düşlediğin bir “hal” yok mu ?
-
Sana adab-ı
muaşeret-i ,selam vermeyi, topluluk karşısına çıkmayı,argo yerine
Türkçe konuşmayı,edebi,görgüyü, adam gibi giyinmeyi,şu mübarek günlerde
karnını bacağını göstermemeyi,utanmayı, edebi,hayayı öğretmediler mi ?
-
Hadi içinizde birkaç gayrı müslüm, moskof
asıllı filan var ama ya gerisi...
-
Adam olup da ne yapacaksınız yavrum Pop
star olmak varken.
-
Bu dünyada zaten ne varsa
şarkıcılıkta,artistlikte,topculukta,popculukta var..
-
Düne kadar dayani ölümüne kadar bu
ülkenin yıllarca en büyük vergi ve madalya rekortmeni de bir Ermeni’ ydi ve gelmiş-geçmiş en büyük genelev patroniçesiydi
-
Şu mübarek günlerde ülkemizin
,insanlarımızın,yoksullarımızın,ilim ve hilm erbabının hali nicedir
diye mübarek ramazana yakışır programlar yapmak dururken bizleri
böyle işlerle meşgul eden mezkur tv kanal’ ını şiddetle protesto
ediyor; bu çocuklara “ sizi pop star yapacağız” diye atmadıkları
fırça komayan yarışma jürisi ve avanesine de teşekkürler ediyor;
ağızlarına sağlık diyorum.
-
Saygılarımızla...
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
55 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
Sena ÖZKAŞ
SİGARA’NIN GERÇEK YÜZÜ
YEŞİLAY GÖNÜLLÜSÜ
DUMLUPINAR İLKÖĞRETİM OKULU 7/C 2660
Bilindiği gibi içinde bulunduğumuz
1-7 mart 2009 tarihi Yeşilay Haftasıdır. Günümüzden 89 yıl önce
kurulmuş ve Bakanlar Kurulu kararı ile topluma yararlı
derneklerden kabul edilmiştir.Yeşilay’ın temel görevi insanları
bilhassa gençleri Sigara ; alkol ve bağımlılık yapan her türlü
maddenin zararlarından korumaktır.
Bunun için eğitim faaliyetleri
düzenler, okullarda seminerler ve konferanslar verir,hapishanelere
ve askeri birliklere gider, yurtları ve sivil toplum
kuruluşlarını ziyaret eder; film gösterileri yapar , broşür ve cd
dağıtır, sergiler açar…
Her yıl ülkemizde yüz binlerce cana
ve milyonlarca maddi kayba yol açan sigara orta çağdaki veba
salgınından sonra 21. Yüzyılın en tehlikeli hastalığıdır.
Bunu alkol, uyuşturucu , enerji içecekleri ve benzerleri takip
eder.Günümüzden elli yıl önce üretilen Türk Sigaraları artık
yapılmamaktadır. Zira bu sigaraların yerini artık yaşıtlarımın
dahi üzerinde bağımlılık yapan yabancı sigaralar almıştır.
Sigara kullanmak ve gömlek cebinde bulundurmak adeta bir gelir
göstergesi sayılmış ve moda olmuştur. Halbuki bu süslü ve şık
sigaraların içerisinde genleriyle oynanmış, radyoaktif
hormonlarla beslenmiş ve kimyasal gübrelerle yetiştirilmiş
aslında tabiatta olmayan , laboratuarlarda üretilmiş yabancı
tütünler mevcuttur.Bu tütünler fabrikalarda ince ince kıyılır,
nemlendirilir, sonra da üzerlerine kakao, etil alkol ve toz şeker
katılarak daha da zehirli hale getirilir. Bir de bunlara
ilaveten formülünü kimsenin bilmediği soslar katılmış ve
bağımlılıkları artırılmıştır.
Sigara içenlerde içmeyenlere göre
kalp krizi ,damar tıkanıklığı , kanserler, erken yaşlanma ve erken
ölümler daha çabuk gerçekleşir.sigara içen insanların bir çoğu
zengin değildir. Fiyatı pahalı olmasına rağmen dar gelirli
aileler’de paket paket sigara tüketilmektedir. Sigaranın içinde
bulunan bağımlılık yapan maddeler veya kimyasallar üreticinin
yararına olmasına rağmen tiryakilerin de sonunu hazırlar.Bu
yüzden sigaraya başlayan bir insanın bırakması tıbbi yardım
almadan çok zordur.Sigara içenlerin sayısı gün geçtikçe
artarken , hayatını kaybedenlerin sayısı da artar. Sigarayı
başlama yaşı ilkokullara kadar inmiştir. Bunun sebebi hem
çevremizdeki tiryakiler hem de tv ve medyadır. Amaçları
insanları ve bilhassa yaşıtlarımızı etkilemektir. Sigara
paketlerinin üzerinde birtakım uyarıcı yazılar vardır.(Sigara
öldürür, sigara sizlere ve çevrenizdekilere zararlar verir,
sigarayı bırakmak ölümcül kalp ve akciğer hastalıkları riskini
azaltır gibi…) Paketlere bunların yazmasına rağmen geleceklerini
düşünmeden neşeliyken, ağlarken veya gülerken büyük bir zevkle
içerler. Hatta sigaranın rahatlattığını, kendilerine iyi geldiğini
bile düşünürler.
Sizlerden bu Yeşilay haftası
münasebetiyle ricamız ; bilhassa bizlerin ve küçük
kardeşlerimizin yanında sigara içmemeniz mümkünse bu kötü
alışkanlığı artık bırakmanızdır. Zira bizler de bu dumanlı
atmosferi soluyarak pasif içici oluyor ve sizlerden çok daha
fazla etkileniyoruz. Öte yandan aylık bütçemizin önemli bir
kısmı sigaraya; ülkemizin bütçesinin büyük bir kısmı da sağlık
harcamalarına gidiyor.
İnsanlar iyiliği de kötülüğü de kendilerine yaparlar. Nasıl
başlarsak öyle gideriz.Bu nedenle bağımlık yapan zararlı
maddelerden uzak duralım.
Hem kendimize hem de
çevremizdekilere zarar vermeyelim. Zira içinde bulunduğumuz durum
artık büyük bir felaketten ibarettir!
Saygılarımızla!
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
56 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
SEVGİLİLER GÜNÜNÜ
PROTESTO EDİYORUM.!
-
Bu tür sevgililer
günü vb gibi günler ne yazık ki istilacı ve barbar
Avrupa kavimlerinin kutladığı St.Valentin isimli bir
Hristiyan azizinin ismine izafeten icat edilmiş
;yurdumuzda ise İstanbul Beyoğlun da esnaflık yapan
gayrimüslimler tarafından geliştirilerek kültürümüze
zorla oturtulmuştur.
-
Bu geleneğin ve adetin hedef
kitlesi ; sayıları Irak ve Afganistan nüfusu kadar
yani 28 milyonluk dev bir topluluk olan ve yaşları
1-17 arası olan sevgili yavrularımızdır. Bu
çocuklarımızın hayata atılıp para kazanmalarına
henüz uzun yıllar vardır.
-
Fakat ceplerinde
sevgililerine belki de en pahalı hediyeyi alacak
kadar da çok paraları her zaman bulunmaktadır.
Paraları yoksa kredi kartları, o da yoksa onları
çok seven ve daima iyi harçlık veren büyükbabaları ve
büyükanneleri de mutlaka ihtiyaçlarını
karşılayacaklardır
-
Diğer yanda binlerce esnafta vitrinler süsleyip,
afişler hazırlamakta sanki bizim böyle bir
geleneğimiz varmış gibi ve bir bayram
geliyormuşçasına çok para kazanmanın derdine düşerek
böyle bir furyaya her yıl mutlaka katılmaktadırlar.
-
Kendilerine sorsalar hiçbir zaman yolunda gitmeyen
işleri belki böyle bir gün vesilesiyle bir an olsun
canlanacak ve nakit sıkıntıları gidecek ve o gün
için rahat nefes alacaklardır.
-
Bazı tv kanalları mikrofonlarını İstanbul’un taksim
meydanının mutlu azınlığına, gayrı meşru yaşamaktan
utanmayan sanatçı bozuntularına ve bir kısım ahlaksız
insanlarına uzatıp saatlerce röportaj yapacak; kimin
kime hangi haram kazançlarıyla ne hediye aldıklarını
öğrenmeye ve bu müstesna günü (!) nasıl
kutladıklarını bilmeye çalışacaklardır.
-
Aziz şehrimizin de bütün kafeteryalarında akşama
kadar dersleri asarak oturup baba parası ve
burslarını yemeye çalışan bir kısım sevgili
gençlerimiz; karşılarındaki sevgililerine ilanı aşk
etmeye çalışacak ve böylece bu mübarek günü(!)
- idrak etmeye çabalayacaklar ama aynı akşamki
mübarek kandil gecesi yine kimselerin umurunda
olmayacaktır.
-
Birde bunun tersini düşünelim.
Bizim olmayan böyle bir gelenek yerine Hıristiyan avrupa
ülkelerinin veya amerika’nın bir şeker bayramımızı, bir Hıdrellezi,
bir Aşura gününü, bir “Üç aylarımızı” veya buna benzer bizim için
kutsal ve önemli olan bir zamanı benimsemesi mümkün müdür ? Hatta
oraların ahalisi bu vesileler ile birbirlerine hediyeler
alsınlar, kutlasınlar veya bir şeyler yapsınlar…
-
Bunu düşünmesi bile bize mizahi
gelmekte ve hemen pek çoğumuz “olur mu canım öyle şey”
demekteyiz.Ama ne yazık ki onların adetleri ve gelenekleri milli
kültürümüze öylesine oturmuş veya oturtulmuş ki tersine bile
düşünmekten aciz hale gelmişiz..
-
İnacımızda, sosyal adet ve
geleneklerimizde sevgililer günü diye bir şey yoktur. Türk
milletinin bildiği sevgili kavramının muadili “Yar”dir.Ve bu aziz
millet sevmeyi de, sevgiyi de , sevgiliyi de-egoist Avrupalıdan-
çok daha iyi bilir.
-
Bizde Mü’min hanımlar ve erkekler
önce nişanlanırlar, sonra da evlenirler. Nikah merasimlerinden
sonra İslam devletinin çekirdeği ve temelini teşkil eden kutsal
aile birliği de böylece kurulmuş olur.
-
Böyle “arada kalmış” gayrı meşru
ilişkiler bize tv dizilerimizin ve avrupanın hediyesidir.(Eski
Yeşilçam filmlerindeki konular bile bugünkülerin yanında
–vallahi-masum kalmaktadır.)
-
Bakıyorum da bizim gibi fakir taşra
muharrirlerinden ve birkaç bin basan bazı muhafazakar
ceridelerinden(gazetelerden) başka buna tavır koyan hiç kimse yok.
-
On bakanlık bütçesi kadar zengin ve
kalabalık olan muhteşem Diyanet işlerimiz bu yılda bu işi birde
kandil kutlaması ile birleştirmez mi, insanın çıldırası geliyor
adeta…Eğitim sendikaları,Müslüman işadamları,her türlü cemaat,
cemiyet ve tarikat mensupları ile bin bir türlü hanım dernekleri ve
bilumum duyarlı stk lar ve bizim gibi düşünen insanlar basın
bültenleri de mi yayınlayamazlar,hiç mi kimsenin söyleyecek bir
sözü yok, niye bu işler kimsenin umurunda değil. Niçin bütün
vitrinler, dükkanlar rengarenek çiçekler,çelenkler, hediyelikler ve
buna benzer zırıltılarla dolu… Ne oluyor, bayram mı geliyor.Niye
gülüyoruz ağlanacak halimize…
-
Tanzimattan sonrada biz bu
filmleri görmedik mi, yüzeli yıl süren seferberlikler sonucu,iki
milyon şehit, vererek koca bir hilafet ve saltanat ülkesini, bir
Devlet-i Ali’ yi hep bu kafirlere benzeme illeti yüzünden
kaybetmedik mi ..
-
İki tane karanfil , bir tane gülün
, ucuzluktan alınmış çin malı masum bir hediye’nin ucu sefalete,
zillete, perişanlığa,seferberliklere, esarete ve oradan da
cehenneme gider genç beyler ve hanımlar,hatta bir kısım esnaf
arkadaşlar…
-
Unutanlara dün Bulgar,Moskof ve
Ermeni mezalimlerini bugün de ,Bosnayı ;Çeçenistanı, Filistini,
Irak’ı ,Afganistanı,Türkistanı hatta hatta “acı vatandaki”
Solingen’leri hatırlatırım.
-
Sevgililer günü diye bir şeyi
kutlayan herkesi ,üç kuruş kazanacağız diye bu kültür yozlaşmasına
çanak tutan bir kısım esnafı ve bize karşı çıkan herkesi ama
herkesi de şiddetle protesto ediyorum.
-
Allah CC cümlesine hidayet, şuur
,iman ve izan versin…
-
Saygılarımla!
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
57 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- SEVGİLİLER GÜNÜYDÜ
-
Bu tür-sevgililer günü vb
gibi- günler ne yazık ki istilacı ve barbar Avrupa kavimlerinin kutladığı
st.Valentin isimli bir Hıristiyan azizinin ismine izafeten icat edilmiş
;yurdumuzda ise İstanbul Beyoğlunda esnaflık yapan gayrı Müslimler
tarafından geliştirilerek kültürümüze zorla oturtulmuştur.
-
Bu geleneğin ve adetin
hedef kitlesi ; sayıları Irak ve Afganistan nüfusu kadar yani 28 milyonluk
dev bir topluluk olan ve yaşları 1-17 arası olan sevgili
yavrularımızdır.Bu çocuklarımızın hayata atılıp para kazanmalarına henüz
uzun yıllar vardır.Fakat ceplerinde sevgililerine belki de en pahalı
hediyeyi alacak kadar da çok paraları her zaman bulunmaktadır.Paraları
yoksa kredi kartları, o da yoksa onları çok seven büyükbabaları ve
büyükanneleri de mutlaka ihtiyaçlarını karşılayacaklardır.
-
Diğer yanda milyonlarca
esnaf ta vitrinler süsleyip ,afişler hazırlamakta sanki bizim böyle bir
geleneğimiz varmış gibi ve bir bayram geliyormuşçasına çok para kazanmanın
derdine düşerek böyle bir furyaya her yıl mutlaka katılmaktadırlar.
-
Kendilerine sorsalar
hiçbir zaman yolunda gitmeyen işleri belki böyle bir gün vesilesiyle bir an
olsun canlanacak ve nakit sıkıntıları gidecek ve o gün için rahat nefes
alacaklardır.
-
Bazı tv kanalları
mikrofonlarını İstanbul'un mutlu azınlığına, gayrı meşru yaşamaktan
utanmayan sanatçı bozuntularına ve ahlaksız insanlarına uzatıp saatlerce
röportaj yapacak ; kimin kime hangi haram kazançlarıyla ne marka otomobil
aldıklarını öğrenmeye ve bu müstesna günü (!) nasıl kutladıklarını bilmeye
çalışacaklardır.
-
Aziz şehrimizin de bütün
kafeteryalarında sigara dumanları içerisinde boğulmalarına aldırmadan oturup
baba parası ve burslarını yemeye çalışan sevgili üniversite gençlerimiz ;
karşılarındaki sevgililerine ilanı aşk etmeye çalışacak ve böylece bu
mübarek günü(!) idrak etmeye çabalıyacaklardır.
-
Birde bunun tersini
düşünelim. Bizim olmayan böyle bir gelenek yerine hristiyan Avrupa
ülkelerinin veya amerikanın bir şeker bayramını, bir hıdrellezi, bir aşura
gününü, bir üç aylarımızı veya buna benzer bizim için kutsal ve önemli olan
bir adetimizi benimsemesi mümkün müdür ? Hatta oraların ahalalisi bu
vesileler ile birbirlerine hediyeler alsınlar, kutlasınlar veya bir şeyler
yapsınlar..
-
Bunu düşünmesi bile
bize mizahi gelmekte ve hemen pek çoğumuz "olur mu canım öyle şey"
demekteyiz.Ama ne yazık ki onların adetleri ve gelenekleri milli kültürümüze
öylesine oturmuş veya oturtulmuş ki tersine bile düşünmekten aciz hale
gelmişiz..
-
İnacımızda, sosyal adet ve
geleneklerimizde sevgililer günü diye bir şey yoktur.Türk milletinin
bildiği sevgili kavramının muadili "Yar"dir.Ve bu aziz millet sevmeyi de,
sevgiyi de , sevgiliyi de-egoist Avrupalıdan- çok daha iyi bilir.
- Bizde mü'min hanımlar ve erkekler önce nişanlanırlar,
sonra da evlenirler. Nikah merasimlerinden sonra İslam devletinin çekirdeği
ve temelini teşkil eden kutsal aile birliği de böylece kurulmuş olur.
-
Böyle "aradakalmış"
gayrımeşru ilişkiler bize tv dizilerimizin ve avrupanın hediyesidir.(Eski
Yeşilçam filmlerindeki konular bile bugünkülerin yanında –vallahi-masum
kalmaktaydı.) Bakıyorum da bizim gibi fakir taşra muharrirlerinden ve birkaç
bin basan bazı muhafazakar ceridelerinden başka buna tavır koyan hiç kimse
yok.
-
On bakanlık bütçesi kadar
zengin ve kalabalık olan Diyanet işyeri bir çabanın içine giremez mi; eğitim
sendikaları,Müslüman işadamları ve bizim gibi düşünen insanlar basın
bültenleri de mi yayınlayamazlar,hiç mi kimsenin söyleyecek bir sözü yok…
-
Tanzimattan sonrada biz
bu filmleri görmedik mi,yüzeli yıl süren seferberlikler,iki milyon şehid,
koca bir hilafet ve saltanat ülkesini, bir Devlet-i Ali' yi hep bu kafirlere
benzeme illeti yüzünden kaybetmedik mi ..
-
İki tane karanfil , bir
tane gülün , ucuzluk pazarından alınmış masum bir hediye'nin ucu sefalete,
zillete, perişanlığa, esarete ve oradan da cehenneme gider genç beyler ve
hanımlar,hatta bir kısım esnaf arkadaşlar…
-
Unutanlara dün
Bulgar,Moskof ve Ermeni mezalimlerini bugün de,Bosnayı ; Çeçenistanı,
Afganistanı,hatta hatta acı vatandaki Solingenleri, daha yerdeki kanları
kurumamış Gazze' deki şehitleri hatırlatırım.
-
Sevgililer günü diye bir
şeyi kutlayan herkesi, üç kuruş kazanacağız diye bu kültür yozlaşmasına
çanak tutan bir kısım esnafı ve bize karşı çıkan herkesi de şiddetle
protesto ediyorum.
-
Allah CC cümlesine
hidayet,şuur ve izan versin.
Saygılarımla!
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
58 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
SİGARA HARAM MI?
-
Yıllardır dinlediğimiz bu bitmeyen tartışmalara bu tarihi günde aldığımız
önemli haberle son ve tarihi bir nokta koymak istiyorum.
-
Ülkemiz insanlarının üçte ikisi iyi sigara içer. Alman ve İtalyan lütgatlarına
bile “ Türk gibi sigara içmek ” deyimini yerleştirecek kadar bizimle
millileşen bu zararlı alışkanlık artık daha da korkunç bir hal almış ve en az
on yedi milyon vatandaşımıza öldürücü bir son darbeyi indirmek üzere
laboratuvarlarda özenle hazırlanmıştır.
- Otuz-kırk yıl önce filtreli
sigarayı bile içemeyen Türk insanı bu zehire nasıl alışmış veya nasıl
bulaşmıştır.
-
Yurtdışına gidip de orada Türk sigarası bulamayan insanlarımız bir müddet
sonra kazançlarının önemli bir kısmını yabancı sigaraya yatırıp içindeki
kimyasal maddeleri spermlerindeki kromozomlara yerleştirince onların torunları
olan bugün ki Almancıların bile marlboro içmesi bilimsel bir gerçeklik
olmuştur.. Adamlar bunun için laboratuvarlar kurmuş, bilim adamları kiralamış,
karşı çıkanları yok etmiş ve var güçleriyle çalışarak dünyayı paylaşmışlardır.
-
Ülkemizde bu sigaraların bulunmaması ve kaçakçılığın önlenememesi bu
insanlarımızın kimyasal sosu ve bağımlılık yapıcı narkotikleri barındırmayan
yerli sigaraları da içememesi sonucu Tekel ; 2000 ve 2001 gurubu sigaraları
imal etmeye mecbur olmuş, Amerikalı uzmanlardan yardım istemiş, içine önce TOZ
ŞEKER, KAKAO VE ETİL ALKOL koymuş, yetmeyince de oradan ithal soslar
getirilmiş ve bu marlboro taklidi sigaralara iyice yerleştirilmiştir. Tabii
insanlarımızın içine de kanser tümörleri ve damarlarının içine de pıhtı, zift,
nikotin, 4000 tür zehirli madde...
-
İstihbaratımıza göre AB nin emirleriyle en temiz sigaralarımız olan Maltepe ve
Samsun ‘ un içine de toz şeker, kakao ve alkol yerleştirilmek üzereymiş...
-
Yani artık sigaradaki yine tekelin ürettiği Etil Alkol yani beyaz ispirto bal
gibi bulunmakta ve tiryaki hangi sigarayı eline alırsa alsın, çektiği ilk
nefeste 900 derecede ısınmış alkol buharını da içine çekmiş olmaktadır. Bu
ağızda soğuyarak hemen alkole dönüşmekte ve tükürüğe de karışarak mideye
inmektedir. Bu suretle de Müslüman haram’ı içmiş bulunmakta ve günah
işlemektedir.
-
Daha soluk borusuna, yemek borusuna, mideye, akciğere yapışan yanmış şekeri ve
kakaoyu, faili ve formülü meçhul ithal Amerikan soslarını konuşmuyoruz.
- İnanmayan aldığı bir paket
sigarayı açar açmaz koklasın eğer anlamıyorsa her adım başındaki tekel
bayilerinden birisine koklatsın.
-
Bugün bu yazdıklarımız sigaraya cevaz veren bazı hoca efendilerimize; kanser
araştırmacılarımıza, Sağlık Bakanımıza otuz milyon tiryakimize ve ilgililere
üzüntülerimizle ithaf olunur.
-
Saygılarımızla...
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
59
|
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- SİGARA NASIL BIRAKILIR?
-
1-sigara birden ve aniden
bırakılır. Yardımcı ilaçlara ihtiyaç yoktur. Tüm kutsal bildikleriniz üzerine
yemin ediniz ve çevrenizi şahit tutunuz.
-
2-Son bir SİGARA veya kahve
içip işi duygusallaştırmayınız. Ayağa kalkıp paketinizi hızla buruşturup bir
yere fırlatarak bu işi bitirin ve bulunduğunuz yerdeki bir pencereyi açıp
derin bir nefes alın.bunu yeni hayatınızın ilk soluğu olarak kabul ediniz.
-
3-Paket, kibrit,çakmak
tabla gibi nesneleri derhal bulunduğunuz yerden ebediyen kaybediniz. Sigara
içilmez veya “no smoking” gibi levhalar veya tablolar satın alarak her yere
asınız.
-
4-Sigara içilen her yerden
uzak durunuz. Bulunduğunuz yerde içen kişiler varsa onları protesto etmeye
derhal başlayabilirsiniz.
-
5-En az on beş gün kahve
içmeyiniz. Çayla veya bitki çayları ile yetininiz.
-
6-Sigara arzusu gelince bir
bardak su içiniz, tespih çekiniz, çiklet çiğneyiniz Çorum leblebisi yiyiniz.
-
7-Stresten uzak durunuz.
Günde bir saat yürüyünüz. Bisiklete bininiz spor yapınız. Alkol de sigaranın
ikiz kardeşidir onu da terk ediniz.
-
8-Uykunuzu aksatmayınız.
Beyniniz ancak uykuda oksijenle beslenmektedir. Yaşantınızı yeniden düzene
sokacak prensip kararları alınız. Artık bütün HÜCRELERLNİZE artık taze kan ve
oksijen gideceğinden hızla dirileşmeye ve canlanmaya başlayacak buna kendiniz
de hayret edecek ve hatta güzelleşeceksiniz.
-
9-Kahveler, egzozlar,
parfümler hepimiz için tehlikelidir. Temiz hava soluyunuz. Sık banyo yapıp
derinizin gözeneklerini açık tutunuz.
-
10-Mutlaka kan veriniz. Bu
vücudun atamadığı zift ve nikotinin sürekli damarlar içinde dolaşmasını önler
ve vücudunuz da yeni ve taze kan yaparak sizi sağlığınıza kavuşturur.
-
11-Beslenme
alışkanlıklarınızı değişiriniz. Yeşil bitkilerle beslenerek kendinize YENİ
beslenme ve yaşama rejimleri tatbik ediniz. Rafine yiyeceklerden kaçının. Kara
un veya kepekli undan mamul ekmeği tercih ediniz. En ideal ekmek Çorum
yufkasıdır. Tuzu da az kullanın. İçinde gıda boyaları ve kimyasal
tatlandırıcılar ile e sınıfı maddeler bulunan hiç bir maddeyi evinize
sokmayınız. Mutlaka zeytinyağı kullanınız ağır salçalı yemekleri ve
kızartmaları terk ediniz. Fazla et, konserveler ve aşırı tuz, ağır baharatlar
ve bol turşu yemek kalp-damar sağlığınıza ve tansiyon düzeninize zararlıdır.
Yeşil sebze ve meyve tüketimini artırınız. Her hafta bir kere mutlaka balık
yiyiniz. Izgara ve haşlama yapmak en iyisidir.
-
12-Yaşınız kırkın
üzerindeyse günde bir aspirin mutlaka için mideniz rahatsızsa bağırsakta
çözünenini tercih edin aspirinin çok çeşitleri vardır. Eczacınıza
danışabilirisiniz.
-
13-Kolalı içecekleri
hayatınızdan uzaklaştırıp yerine süt, ayran, hoşaf ve kompostoları
yerleştiriniz.
-
14-Bütün bunları hayatınıza
tatbik ettiğiniz ilk birkaç gün içinde beyninizdeki sigara şalteri kapanmış
olacağından artık korkmayınız iradeli sağlıklı ve inançlı bir insansanız bir
daha başlamanız asla mümkün olmayacaktır.
-
15-Günde ortalama bir paket
sigaradan yılda en az 350 milyon, on yılda yine en az 3.5 milyar kardasınız.
Bununla neler yapacağınızı bir hesap ediniz. Fakat esas kazancınız sağlığımız
ve çevrenize verdiğiniz zarardan geri dönmüş olmanızdır.
-
16-Bununla da teselli
bulamadınızsa – ülkemizde – her gün sizin gibi sigara içen 21 milyon aktif
içicinin net 21 milyon doları yakıp akşama kadar dumanını havaya savurduğunu
düşünün.pasif içicilerle beraber 51 milyon insanımızın meydana getirdiği
savurganlığın boyutları sizi hiç ürpertmiyor mu? Hele içtiğiniz Amerikan
sigarası ise yaktığınız her bir sigaranın mermi, bomba, kurşun olarak
Filistin’e, Irak’a, Afganistan’a gittiğini yoksa BİLMLMİYOR MUSUNUZ?
-
17-Artık temiz kokan pırıl
pırıl ve yepyeni ve sağlıklı bir insansınız. Vücudunuzun yenileme
mekanizmaları tam güç çalışmakta, birikmiş zehirler dışarı atılmakta, akciğer
hücreleri yeni bronşlar üretmekte, tıkalı damarlar yeni kılcallarla
kalbinizdeki koroner sisteminizi takviye etmekteler.
-
18-Bulunduğunuz yerdeki
Yeşilay teşkilatının konferanslarını ve film gösterilerini izleyiniz
sergilerini geziniz. Sigarayı bıraktığına çok daha memnun olacaksınız. Hatta
bir Yeşilay gönüllüsü olarak; içki sigara ve madde bağımlıları ile mücadele
eden hayırsever toplum gönüllüleri kervanına sizde katılın.
-
19-Sigarayı bıraktığınız bu
tarihi yeni bir başlangıç kabul ediniz ve biliniz ki biyolojik ömrünüz 22 yıl
daha uzamıştır. Sizi tebrik eder yeni hayatınızda ve ömrünüzde sağlık ve
afiyet başarı ve mutluluklar dileriz.
-
Saygılarımızla!
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
60 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
SÜLEYMANİYE
Güzel bir sonbahar akşamıydı.
Bazı işlerim icabı yolumun düştüğü
Süleymaniye Camii havalisine geldiğim zaman daha akşam ezanına epey
vardı.
Dışarıdaki musluklarda abdestimi
aldıktan sonra camiiye girdim. İçeride hiç kimseler yoktu. Mihrab ve
minber civarında birkaç ampul yanıyor, içerisi derin bir sessizlik
ve huşu içinde bulunuyordu.
Ayakkabılarımı bir kenara bırakarak
muazzam ve muhteşem mabedin içinde ilerledim. Bir yandan etrafıma
bakınıyor, bir yandan da bu mimarlık şaheserini seyrediyordum.
Arkada bulunan granitten mamül dev kolonlardan birisinin dibine
oturarak etrafı incelemeye koyuldum. Muazzam ve yüksek kubbe, onu
takib eden yarım kubbeler,kemerler,vitraylı pencereler,tezyinat beni
hayretler içinde bırakıyordu. Devlet-i Ali'i Osmani'nin en kudretli
döneminde inşa edilen bu yapı o kadar sadeydi ki. Mihrabın iki
kenarındaki iki seramik panodan başka camide doğru dürüst çini
yoktu. İstenilse Sultanahmet Camii gibi yirmi bin metrekare çini
kullanılabilirdi. Koca Sinan'ın sadeliklerden mürekkep bir güzellik
arzuladığı ve bunun da ancak büyük bir tevazuu demek olduğu bu
yapıda çok daha iyi anlaşılıyordu.
Biraz sonra camiye birkaç kişi daha girdi. Onlarda bu loş ve
karanlık mabed içinde hayaletler gibi süzülerek bir kenara
iliştiler.
Nihayet ezan okundu. Saf tutmak
üzere caminin muhtelif köşelerinden müminler birer birer sökün
ederek en öne dizildiler.
Derken imam efendi göründü. Yazlık
açık renk cübbesi ve kavuğuyla bu loşluğun içinde ve bu muhteşem
mabedin dekorunda ağır ağır ilerliyor; Çağrı filmindeki aktörler
gibi görünüyordu.
- Safları sık ve düzgün tutalım ey
cemaati Müslimin. Allahın rahmeti üzerinize olsun.
- Amin. O esnada gayriihtiyari her
iki tarafa da bakmak ve saf içinde konumumu doğrulamak istedim.
Hafifçe eğildim ve gördüklerim karşısında hayrete düştüm. Camide tek
bir saf vardı ve onun da iki ucunun camiinin her iki duvarına
ulaşmadığı görülüyordu. Tahminime göre bu ulu mabette bu akşam
vaktinde belki otuz beş-kırk kişi ancak namaza duruyor ve cemaatin
de çoğu zenci gençlerden oluşuyordu.
Tekbirimiz alarak namaza başladık.
Böyle bir ibadet anı daha pek
yaşamamıştım.
Hemen omzumun yanı başındaki
Müslüman kardeşim de siyah deriliydi. Bu hiç de garip değildi.
Burası Allahın mabedi ve Türkiye’de bir salatin camiiydi. Herkes
gelebilirdi. Kelime-i Şahadet getirip Müslüman olmuş ve bu hak dini
benimsemiş herkesin burada ibadet etmeye hakkı vardı. İyi de bizim
insanlarımız neredeydi. Müslüman Türkler hangi camiye gitmişlerdi.
Nihayet namaz da, dua da, tesbih de
bitti. Hoca efendi mikrofonunu çıkardı. Cemaat yavaş yavaş dağılmaya
başlıyordu. Ben bir yandan bu siyah derili, gözlerinin beyazları
iyice belirgin, kırmızı dudaklı, iri yarı zencileri inceliyor, bir
yandan da büyük bir yeise kapılmış bulunuyordum.
Ülkemin en büyük camisinde, bir
akşam vaktinde neredeyse bomboş bir camideydim. Fakat sanki başka
bir memleketteymişim gibi insanlarımızı görememiştim.
Artık hayretimi gizleyemeyecektim.
Doğru imamın peşi sıra gittim.
- Selamualeyküm hocam! Ağzınıza
sağlık, Allah kabul etsin.
- Ve aleykümselam,cümlemizinkini de!
- İnşallah, hocam bir sorum olacaktı
da:
- Buyurun!
-Bu siyah derili zenci
kardeşlerimiz nereliler, turist mi bunlar. Beni aydınlatır mısınız?
Çok hayretimi mucip oldu da. Sonra cemaat nerede, hava kar değil kış
değil, niye kimse yok?
- Siz yabancısınız herhalde.
- Evet öyle sayılır karşıda
oturuyorum.
- Her gece bu kadar veya biraz daha
az, belki birkaç kişi daha fazla oluyor cemaatimiz. Bizde ağzımız
alışmış safları sık ve düzgün tutalım diyoruz ya. Ortada ne saf var
ne de kimse gördüğünüz gibi.
- Peki bu zenciler kim?
- Onlar Bengaldeşli ve Sudanlı
Müslüman kardeşlerimiz. Aşağıda mercandaki bekâr odalarında,
karanlık hanların izbe köşelerinde yaşıyorlar.
- Niye orada yaşıyorlar, niye
buradalar ki.
- Ülkemize çalışmaya gelmişler.
Camiinin çarşılarındaki dükkanlarında çaydanlık ve polisaj
atelyelerinde çalışıyorlar, imalat yapıyor, para kazanıyorlar.
Ülkelerindeki işsizlik ve yokluk onları buralara sürüklemiş. Çok
temiz insanlar.
- Evet belli, yürüyüşleri bile
edebli.
- Eğer onlarda olmasa şu koca
Sinan'ın eseri, Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman Hanın camii de
bomboş kalacak. Allah razı olsun onlardan. Onlar şereflendiriyorlar
bu Yüce mabedimizi..
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
61 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
TARİHİ ÇEVRE VE ESKİ KENT DOKUSU:
1970’li
yıllara gelinceye kadar sivil mimarlık tarihi örneklerinin en
son ve özgün modellerine sahip ilimiz bugün
bu özelliğini tamimiyle kaybetmiş bulunmaktadır.
Eskiden dar
sokakları; kerpiçten tek katlı eski evleri, mescidi, çeşmesi,
kabristanı, ,damalı döşemeli yaşlı teyzeleri, bacalarında
leylekleri, inekleri, tavukları, köpekleri ve taş döşeli
sokaklarıyla tipik bir Anadolu kent dokusuna sahip ilimiz; ilk
tarihi çevre katliamına kırklı yıllarda uğradı.
Birçok
tarihi mabet cemaatsizlikten dolayı satıldı. Kapatılan
tekkelerin binaları cemaatleri de dağıldığı için harap olmaya
başladı ve medreseler, mahalle mektepleri ile hamamlar da
kapandı. Yine bu satış anında nice hüsnü hat levhaları,
kıymetli ahşap, minber ve mihraplar, kandiller,antika
elyazması kitaplar ,halı ve kilimlerde yağmalanarak
müzayedelere gönderildi. Tekke ve medrese
bahçelerindeki, camii hazirelerindeki kabirler de yıkıldı.
Bütün ilimiz ve ilçelerinde iki yüze yakın
tasavvuf ehli, derviş, ve ulemanın kabirleri de yok edildi.
Sonra
altmışlı yıllara gelindi. Yol genişletme çalışmaları başladı.
Sokaklarından o zaman yeni çıkan kamyonların geçemediği
gerekçesiyle birçok evin cumbası kesildi. Yeni açılan ve
bahçelerin içinden geçen yollar eski evlerin çoğunu ortadan
kaldırdı. Asırlık dut ağaçlarını ve dibindeki “dedelerin
kabirleri” de silip süpürüldü. (Yetmişli yıllarda yabancı ilim
adamlarınca keşfedilen Safranbolu evlerinin açtığı çığır ve
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Tarihi Kürsüsü
çevresinde oluşturulan Tarihi Türk Evleri’ ne nihayet sahip
çıkma anlayışı gittikçe kuvvetlenmiş bu makalenin yazarı
tarafından yüzü aşkın eski Çorum evinin fotoğrafı çekilmiş
amatörce arşivlemesi yapılmıştı.)
Hemen
akabinde Anıtlar Yüksek Kurulu tescil komisyonunca eski Çorum
evlerinin tespiti yapılmış; bu tespit esnasında da çok
önemli yapılar gözden kaçırılmış;tarihi
olmayan bazı yerler de tarihi kabul edilerek , kapı ve
duvarlarına sarı plaketler çakılarak koruma altına
alınmıştı.
Aradan
geçen zaman içinde bu eski evler yani sivil mimarlık örnekleri
zamanın tahribi ve atmosfer şartları ile yıkılmaya yüz tutmuş,
bazıları yakılmış, bazıları da sahipleri tarafından iyice
tahrip edilerek-bir şekilde(!)- tescilden çıkartılmıştı.
Dini ve askeri mimarlık örnekleri olan mescit, kale ve
köprüler halen kullanıldıkları için tahribe karşı korunmuşlar
ve işe yaradıkları için de sürekli onarılmışlardır.(Bunlardan
eski sokak çeşmelerinin sayıları bir yirmi yıl önce 35 iken
bugün birkaç tane kalmış olması bu işin en üzücü yanını teşkil
etmektedir.)
O yıllarda
tarafımızdan yetkililerin dikkatini çekmesi için “Tarihi Çorum
Evleri” isimli bir fotoğraf sergisi hazırlanmış(1984) ve
o zamanki Akbank Sanat Galerisinde sergilenmiş iki yıl sonra
Belediye Sanat galerisinde bu sergiler tekrarlanmış ve
daha sonra İstanbul da Alarko Holding galerisinde
sergilenerek İstanbul Sanat çevrelerine tanıtılmıştı.
Bu
çabaların ilk izdüşümü Alaybey sokağındaki Kâtipler Konağı’nın
onarımı olmuştur. Sahipleri tarafından geleneksel Çorum
Yemekleri lokantası olarak açılmış ve büyük de beğeni
toplamıştır.(Yıllar sonra yeni sahipleri tarafından onarılan
ikinci yapı da Çorum Mevlevi hanesidir. Bugün özel bir mescit
halinde bulunmakta ve arada bir kullanılmaktadır.)
Zamanın
tahribine uğrayan bazı camilerin orijinal ahşap minareleri
yıkılmak zorunda kalmıştır.(Kulaksız Camii ve yıkılarak
yeniden ve tam anlamıyla inşa edilen Hamit camii de önemli
mescidlerimizdendi.)
Mevcut
diğer camilerimiz de zaman içinde değişik onarımlar görmüş, bu
onarımlar; yapıların sağlamlıklarını ve
kullanılabilirliklerini artırmış olmasına rağmen ahşap
kısımlarını tahrip etmiştir. Yenilenen bazı detaylar
yağlıboya ile kaplanmış masif çam direkler ve
çatkılar(kolon-kiriş) ve abanoz minberler iyice nahoş hale
getirilmiştir.
Köy ve
kasabalardaki durum da bundan farklı değildir. En çok tarihi
evin bulunduğu İskilip’te de müellif tarafından 1985 yılında
benzer bir çalışma yapılmış ve ilçenin eski hali ile
yurdumuzda ender bulunan sıvasız ve üç katlı evleri
fotoğraflanmış ve arşivlenmişti. ( Bu çalışma 1997 yılında
tekrarlanmış ve aynı yıl İskilip’te tertiplenen tarih de İz
Bırakan İskilipli Alimler”Sempozyumunda da tebliğ olarak
sunulmuş; ertesi yılda Diyanet Vakfı tarafından
yayınlanmıştı.)
Son
günlerde bu tarihi camilerin bahçelerinde bazı hayır sahipleri
tarafından yaptırılan mozaik kaplamalı, zevksiz, nispetsiz ve
garip renklerdeki şadırvanlar ile ilimizin muhtelif yerlerine
tarihi çeşme diye yaptırılan tuhaf çeşmeler birer kültür ve
tarihi çevre kirliliği örneğidir. Buna son dönemin tüm
camileri, minareleri, çeşmeleri, mezarlıklardaki taç kapıları
da, kabir ve türbeleri de dâhildir.)
Bugün ise
birkaç korunmuş yapı, kale ve saat kulesi haricinde bir tarihi
çevreden söz etmek artık imkânsız hale gelmiştir. |
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
62 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- TAVLA
-
Ortalığı kavuran güneş batmak üzereydi.
Ecabad'a giden karayolunun kenarındaki şirin bir köyün asmalı kahvesinde ahali
oturmuş dinleniyordu. Kimi yoldan geçen araçları izliyor, kimisi tv
seyrediyor, kimisi nargile tokurdatıyor, kimisi de çay içiyordu. Ortadaki
alçak mermer havuzun etrafına serpiştirilmiş masalarda oturanlar yine yorgun
ve sıcak bir günün sonunda akşam serinliğini bekliyorlardı.
-
Bir yolcu
otobüsü geçti. Peşinden bir başka özel vasıta. Derken başka bir araç göründü,
sinyallerini yaktı, yavaşladı, yaklaştı ve kahvenin önünde durdu. Bir müddet
dışarı çıkmamak için duraklayan yolcular nihayet pencerelerden başlarını
uzatıp, çevreyi incelediler. Direksiyondaki; aracın kaputunu açan çubuğu çekti
ve aşağı indi, bunu diğeri takip etti. İki orta yaşlı turistti gelenler.
Kahveci birkaç adım öne çıktı. Yüksek bir sesle bağırdı.
-
-Welkam,velkam..Kola var,pepsi var,ayran var.
-
Nargile içenler,tavla oynayanlar,velhasıl
herkes o tarafa dönmüş gelenlere bakıyordu.
-
-Bunlar turist galiba !
-
-Tabii turist baksana.
-
-Yoksa ne işleri var burada.
-
-Ne olacak dedelerinin mezarlarını ziyarete
geldiler. Başka neden gelsinler ki
-
-Bunlar İngiliz, çocuklar,
-
-Nereden anladın Gazi dede.
-
-Birde soruyorsun,Gazi Deden elli yıl önce
kimlerle çarpıştı, burada..
-
-Elbette tanır,insan dostunu da tanır
düşmanını da.
-
-Öyle değil mi Gazi dede.
-
-Öyledir İnşallah,Allahualem..
-
-
Turistler
ilerlediler,kadın olanı etrafa bakınırken kahveci koca bir maşrapa su ile
yanında belirdi.. Araç su kaynatmıştı. Radyatör kapağından buhar çıkıyordu.
Durum anlaşılmıştı.
-
-Ben var şok teşekür etmek.
-
-Birşey değil , buyrun,velkam, cold cola,soğuk
ayran,türkiş kafi..
-
Kahvenin önündeki çeşmede yüzlerini yıkadılar,
birkaç köylü ayağa kalktı, içeri buyur etti. Bir tanesi ellerini sıktı. Herkes
kendince bir şeyler söyledi. Ortadaki havuzun kenarına, kahvenin en serin
yerine oturttular misafirleri.
-
Herkes merakla bakıyordu gelenlere. Hâlbuki
turistlere alışkındılar. Hemen her sene binlercesi gelir, harp sahalarını ve
abideleri ziyaret eder,köyden alışveriş yapar,burada oturur dinlenir,sonra da
giderlerdi.
-
-Biğğ kola and biğ türkiş kafi,please.
-
-Okey, mr. Allright kafi sade mi olsun,normal
?
-
-Sağde,sağde,su da,cold water,
-
Kalabalığın ilgisi misafirlerden yavaş yavaş
çekildi. Onlarda rahat rahat serinlemeli ve misafirperverlikte bir kusur
edilmemeliydi.
-
-Where are you came from, Mr.?
-
Birden bütün başlar havuzun öbür başında
tavla oynayan Gazi Dede' ye döndü.
-
Turist birden silkindi,şaşkındı.
-
-Ooo,Yeaa.Good, We came from İstanbul.!
-
-Why?
-
-Visiting , For memory ,For my dads grave..
-
Kimse şaşkınlığını üzerinden atamamıştı
-
-Vay Gazi Dedem ingilizce de biliyormuş.
-
-Biliyormuş da bizim haberimiz yokmuş.
-
-Ne dedi bu gavur Gazi Dede.
-
-Büyükbabasının mezarını ziyarete gelmiş.
-
-Sen nereden biliyorsun İngilizceyi dede, Ya,
-
-I.cihan harbinde bizi Glasgowa, bunların
memleketine gemi almaya gönderdilerdi. O zamanki harbiye-i umumi reisi Enver
paşaydı. Orada üç ay kaldık ve kurs gördük. Bende çarkçıbaşıydım.
-
İstanbul da idadiyi bitirmiştim.Harp çıkınca
askere çağrıldım. Sonra muharebe başlayınca vermeye yanaşmadılar,halbuki
parasını ödemiştik,,bizde kalkıp gelip harbe katıldık. Hepsi bu.
-
-Vay amma hikaye ha, roman gibi.
-
-Bu konuya film çevrilir be Gazi Dede..
-
-Susun bakayım, edepsizlik etmeyin. Şurada
misafirlerimiz de var.
-
-Bırak çocukları, sevdiklerinden böyle
yapıyorlar. Benim bir şikâyetim yok.
-
-Tabii, biz bu günleri onlara borçluyuz.Benden
bir çay Gazi Dede'me..
-
-Allah uzun ömürler sıhhat ve afiyetler
versin.
-
-Seni başımızdan ve köyümüzden eksik etmesin.
-
-Amiin.!
-
Turistlerin biraz dinlendikleri her
hallerinden belliydi. Dede onlara da İngilizce olarak durumu anlattı. Sonra
karşısındaki ile tavlaya kaldığı yerden devam etmeye koyuldu. Turistlerin
şaşkınlıkları ve hayranlıkları daha da artmıştı. Nihayet kahveci kola ve
kahveyi getirdi..
-
-
Bir ara erkek İngiliz’in tavlaya aşina olduğu
anlaşıldı. Çünkü oturduğu sandalyeyi biraz çekerek dedenin masasına
yaklaştırmış,, hem kahvesinden bir yudum alıyor; hem de dedeyi izliyordu
-
Köyün en yaşlı insanı ve bir Çanakkale
gazisiydi. Yaşı yetmişi geçeli çok olmuştu. Sempatik cana yakın bir ihtiyardı.
Bastonuna dayanarak hemen her gün bu kahveye gelir, önüne gelenle tavla
oynar, herkesi yener,çayını içer ve akşam namazında tam ezan okunurken de
giderdi.Öyle ki birkaç gün kahveye gelmese hemen merak eder ve evine
yollanır halini sorarlardı
-
Nihayet tavla bitti. Oynadığı köylü
yenilmişti. Saf saf dedeye bakıyordu.
-
-Benden bir çay dedeme..Vallahi pes.Bu yaşta
bu zeka..Maşaallah...
-
-Eyvallah, sende dikkatli oynasaydın.
-
Kahveci çayı getirdi.
-
Turistler merak içindeydi. İngilizce konuşan
ihtiyar bir tavla ustasıydı.
-
-Sen var benle oynamak, bekgamın.
-
-okey,mr,sitdown,wait a minute, I,m drinking
tea, my tea time,now.
-
-allright ,I 'm waitin here
-
Ortalık derin bir sessizliğe bürünmüştü. Gazi
Dede keyifle çayını yudumluyordu.
-
Rakibi de kalktı, aracına doğru ilerledi
otomobilinin suyunu koydu,radyatörün kapağını kapattı. Hanımı da aracın içini
yerleştirmeye koyulmuştu.
-
-Yes Sir, I,m Okey. Lets play the backgammon.
-
-Okey, I am ready,
-
Güneş iyice köyün arkasındaki dağlara
gömülüyor, hafif hafif esen bir meltem asmalı kahvenin çardağına hoş bir
serinlik getiriyordu.
-
Nihayet oyun başladı. Bütün köylü halka olmuş,
sandalyelerini dizmiş oyunu seyrediyorlardı.
-
-Şeş!
-
-Five!
-
-Düşeş
-
-Gate,
-
-okey
-
-Yek,
-
Asrın maçıydı sanki.Nefesler tutulmuş, gözler
bu iki oyuncuya kilitlenmiş, dikkatler yoğunlaşmış, kaşlar çatılmıştı..
-
Epey bir zaman geçti. Oyun öyle güzel
gidiyordu ki İngiliz' in de yaman olduğu anlaşıldı.
-
Nihayet bir gürültü koptu. Gazi Dede son pulu
hızla tavlaya indirdi . ve "tuuş" diyerek oyunun bittiğini ve zaferini ilan
etti.
-
İngiliz şaşkındı, nasıl bu kadar çabuk ve
güzel yenilmişti. Hala şoktaydı, adeta dili tutulmuştu.
-
-Dede kazandı.Yendi İngiliz’i.
-
-Evet, İngiliz mağlup,
-
-Hayret, Bravo Dede ,Ya.
-
-Maaşallah Dede,Maaşalah..
-
Gazi Dede havuzun kenarına astığı bastonunu
aldı ve ayağa kalktı. Bir eliyle bastonuna dayanırken bir eliyle de tavlayı
kapattı.
-
-Give me your hand !
-
İngiliz elini uzattı ve sıkacak zannetti.
Dede tavlayı koltuğunun altına sokarak.
-
-Take your backgamın(tavlanı al),geçmiş olsun.its
okey.dedi..
-
Herkes şaşkınlık içindeydi. Kalabalıktan ve
İngiliz’den çıt çıkmıyordu. Dede yeleğinin cebinden köstekli saatini çıkardı
ve baktı. İlerde köyde minareden ezan sesi yükseliyordu. Sonra kalabalığa
döndü. Yaşlı Çanakkale gazisinin ağzından dökülen cümleler kahvenin ortasında
bir top gibi patladı.
-
-Biz
bunlara burada yenilmedik, tavlada mı yenileceğiz?
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
63 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- TEKEL NEDEN SATILMAMALI
-
Bugünler de bir
Yeşilay mensubu olarak en çok karşı olduğum konulardan
birisi Tekel’in satılması hadisesidir.
-
“Tekel satılırsa ne
olur ” diyenleri hemen aydınlatmak istiyorum.
-
Ülkemizin dört bir
tarafındaki tütün kuşağını ekip biçerek para kazanan
üç milyona yakın insanımızın ekmeği ile ve yetmiş
milyonumuzun da sağlığı ile oynayacak olan bu
hadisenin ince ayrıntıları aynen şöyledir.
-
On seneden beri
ülkemizde İzmir –Torbalı ’ da Amerikan sigarası
üretimi yapılmaktadır. İçine bizim tütün kalitemizin
binde birine bile erişemeyecek olan Virginia-Burley
tütünü katılmaktadır. Geldiği ülkede sulak yerde
büyüyen ve tohumları bile genetik çaprazlama ve
nükleer mutasyonlarla dev hale getirilerek üretimi
hızla artırılan ve nasıl yetiştirildiği bizce hiç
bilinmeyen metotlarla işlenip derlenerek ülkemize
getirilip insanlarımızın sigarasına yerleştirilen bu
“ot”; çevresinde bin bir türlü oyunu da beraberinde
getirmektedir.
-
Zira her gün yirmi
milyon TC vatandaşı her sabah bakkaldan bir paket
yabancı sigara alarak akşama kadar tüketmekte ve yirmi
milyon doları da yakarak dumanını havaya
savurmaktalar. Ertesi gün bir yirmi milyon dolar daha
yakılmaktadır. Tabii bu arada dört bin çeşit zehir de
insanlarımızın akciğerlerini ve peş peşe yapılan
zamlar da bütçelerini kasıp kavurmakta.
-
On yıldır yurdumuzda
üretilen sigaralara kakao, toz şeker ve etil alkol
karıştırılmakta olup bunun kanserojen etkisi de bu
kadar iyi bilindiği halde kimsenin umurunda
olmamaktadır.
-
Hatta yakın akrabalarından en az iki-üç kişinin
kanserden öldüğü ülkemizde bu gerçek hala önemsenmiş
değildir. “Bana bir şey olmaz ya” diyenleri
kendilerine getirecek film ve laboratuar tahlilleriyle
arşa yükselen “eyvah” nidaları geç kalınmışlığın son
haykırışları olmaktadır.
-
Eğer tekel satılacak olursa, alacak olanlar
mutlaka abdliler olacak onlarda “kimse uyanmasın diye”
içimizdeki iş birlikcileri ile ve amerikan muhipleri
cemiyeti üyeleriyle ortak hareket edeceklerdir.
-
Bütün bildiğimiz
yabancı markaların üretimi artacak ve içlerindeki Türk
tütünü derhal iptal edilecek ve tütün üreticisinin
ocağına virjinya –burley tütünü ağacı dikilecektir.
Zaten ikibin gurubu sigaralarda eskiden %17 olan ABD
tütünü oranı % 67ye çıkarılmış ve içine ithal kimyasal
soslar katılmıştır. Bu sefer de tütün yerine tamamı
ile bağımlılık yapıcı bu maddelerle artık iyice
zehirlen ilecektir.
-
Türkiye de yaşı 25 ve
altında olan kesim 35 milyondur. Bu da bu zehir
tacirleri için büyük bir sürek avı demektir.
Paketlerin üzerine deve ve camii resimleri koyarak bu
av daha da cazip hale getirilecek araba yarışı,
tropiler, sinema kulübü reklamları, kovboy imajlarıyla
bu tüketim iyice pompalanacaktır. Okullarımızda kız
arkadaşına hava atmak için, olgun ve zengin görünmek
çabasıyla, kişilik kaymalarına uğrayan, bir kere bu
uyuşturuculara paçayı kaptıran ve dar gelirli
babasından çarptığı harçlıklarla kendini zehirleyen,
kansere namzet 12 milyon yeni yetmemiz vardır. Bu
insanların bağımlı olmaları tekelin yeni sahibinin
ellerini daha çok ovuşturarak kârlarını katlaması
demektir. Türk gençliğinin kanser olması, genç yaşında
hüccetten kalp ve damar hastalıklarından
insanlarımızın vefat etmesi kimsenin umurunda
değildir.
-
Şu anda içine kimyasal
madde katılmayan Türk sigaraları sadece Samsun ve
Maltepe dir. Alkollü içkilerden de tekel üretimleri
tabiidir. Bunlar yaban ellere geçerse bu böyle
olmayacaktır. Laboratuarlarda üretilmiş meçhul
kimyasallarla insanlar toplu halde katledileceklerdir.
-
Hükümet haram üretimin
vebalini üstünden atmak maksadını gütmektedir. Yoksa
yüzde bin kâr eden ve hergün bir sigara fabrikası inşa
edecek kadar net ve temiz para kazanan başka bir kit
veya tesis yoktur.
-
Bizce tekel
satılmamalı, insanlarımıza sigara ve alkolün zararları
anlatılarak,( hatta okullardaki müfredatlara bile ders
olarak konularak gençler ve çocuklar bilgilendirilmeli
),bu alışkanlıktan yavaş yavaş vazgeçmeleri
sağlanmalıdır.
-
Yoksa el oğlu veya
tekelin yeni sahipleri olan coniler ve onların
enişteleri mişonlar bizlere veya kimseye asla
acımayacaklardır.
-
Tıpkı Filistin
e,Afganistan a,Irak a,Bosna’ya acımadıkları gibi.
-
Vekillerimizi
bilgilendirmek üzere bir Yeşilaycı olarak onları
brifinge davet ediyorum.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
64 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
-
TEL
-
Lise yıllarımdı. Bir
ziraatçı olan babam görevi icabı sık sık köylere
gider; özellikle yaz tatillerinde
bende onunla gider; değişik yerler görür, insanlarla
tanışır, oyalanırdım.
-
Şehrin sıkıcı atosferinden çıkıp yeşil ormanlara,
papatyalarla kaplı dağlara, gelincik dolu ovalara
gitmek beni çok mutlu ederdi. Hele gittiğimiz köylerde
kaldığımız geceler yıldızları seyreder, şehirdeki
evimizden niye bu kadar çok ve parlak görünmediklerini
merak ederdim.
-
Bir
gün yine sabah erkenden yola çıkmıştık. Bu sefer
pirinç ekimi yapılan bölgelere, çeltik tarlalarına
gidecek orada inceleme yapacaktık.
-
Aracımız keskin virajlarla
dolu dağlara tırmanarak akarsuların içinden ve dere
yataklarından geçiyor, arada sırada tek ayağını
kaldırmış leylekler kırmızı gagalarıyla yol boyunca
bizleri selamlıyorlardı.
-
O gün epey yol gittiğimizi
geniş ve uçsuz bucaksız bir ovaya gelince anladım.
Şehirden ne kadar uzaklaşmıştık kim bilir. Araçtan
indik. Benim ise her tarafım uyuşmuştu. Zorlukla
birkaç adım atıp kendimi toparladıktan sonra etrafıma
baktı. Burası bir çeltik tarlası idi. Pirinç ekimi
yapılıyordu. Babam:
-
-İşte o çok sevdiğin pilav
var ya; onun pirinci işte burada böyle ve ne
zorluklarla yetişiyor. Görüyor musun? Dedi. Hayretler
içindeydim. Ben pirincin sulak yerde yetiştiğini,
ekilen yerlere çeltik denildiğini okumuş, duymuş
ve dinlemiştim ama insanların böyle paçalarını sıvamış
suyun ve çamurun içinde yüzdüklerini de hiç
görmemiştim. Saatlerce suyun içindeydiler. Bu iş yani
pirinç tarımı ne kadar da zahmetliymiş meğer diye
düşündüm.
-
Hem
belleri ağrımıyor muydu, öyle saatlerce elleri
ve ayakları suda durarak bir şeyler yapmak çalışmak
çabalamak ne kadar zordu Yarabbi! Ben bunları
düşünürken babamın yanındaki köylülerle uzaklaştığını
ve benimde bir kenarda kalakaldığımı fark ettim. Hemen
önümde çok yaşlı bir kadın eğilmiş suyun içinde bir
şeyler yapıyordu.
-
-Hoş gelmişsiniz oğlum,sağa
söylüyom. Heeey! Hoş geldiniz!
-
-Aa özür dilerim teyze,
dalmışım, Hoş bulduk. Kolay gelsin, nasılsınız.
-
-Nassı olalım işte Allaha
şükür, yuvarlanıp gidiyoruz, görüyorsun suyun
içindeyiz. Eğmek parası.
-
Yaşını tahmin edememiştim.
Sordum. Annemden birkaç yaşta küçük olmasına rağmen
ama öyle yaşlı gösteriyordu ki. Yüzü kırışmış,
başörtüsünün kenarından görünen bir tutam saçı da
bembeyaz olmuştu. Bir yandan çalışıyor bir yandan da
benimle konuşuyordu.
-
-Okuyonmu?
-
-Evet,
-
-Nerede?
-
-Liseyi bitirdim bu sene.
-
-Afferim.
-
-Okuyup da ne olacaksın?
-
-Bakalım, doktor olmak
istiyorum.
-
-İnşallah , Allah CC
yardımcın olsun.
-
-Amin teyze
,cümlemizin.Sizlerinde.
-
Yaptığınız iş ne kadar zor
teyze, ben pirinç ekiminin bu kadar zor olduğunu
bilmiyordum!
-
-Ne sanırsın ya, bir avuç
pirinç için bir ömür veriyoz burda, dabanlarımız,
avuçlarımız suyun içinde.
-
-Bende zannediyordum ki bu
iş.
-
-Gordün işte, sanıldığı
kadar goley değil.
-
-Hem hangi iş goley ki.
İnsana öyle hemen ekmek vemiyorlar bu dünyada.
-
-Biliyon mu?
-
-Neyi Teyze?
-
-Geçenlerde bizim
gomşu Hatce gadının torunları geldi Alamanya'
dan.Guççük iki oğlan , pirinci de, yomurtayı da
pavlikada yapılıyor sanıyorlarmış. Hele tavukların
boynuna ip takıp da it gibi sürümeye galkmadılar mı?
-
-Gule gule öldüydük.
Heleççik bebeğin biri yımırtayı tavıkdan çıkarken
görmüş .Bi daha ikisine de yımığta yediremedik.
-
-Ne bilsinler bebekler,gavır
ellerinde büyüyünce öğle oluyo. Cahallık işte.
İkimizde gülüştük
-
-Ayran içen mi?
-
-Zahmet vermeyeyim,hem
işiniz de var.
-
-Hazır zaten oğlum,
şimdi alır gelirim.
-
Doğruldu, çamurun içinde
zorlukla ilerledi. Bir kenardaki eşyalarının
bulunduğu yere çıktı. Biraz sonra elinde bir tas
ayranla geldi.
-
-Buyur bakelim guççük beey.
-
-Sağ ol teyze!
-
-Allah razı olsun,
susamıştım. Çok makbule geçti. Eline sağlık.
-
-Afiyet ossun . Bi daha
veremmi?
-
-Yok kafi geldi, teşekkür
ederim, ölmüşlerinizin canına değsin.
-
-İyi para kazanıyormusun
bari teyze. Bu kadar zor bir iş karşılığında.
-
-Ne gezer evlat, garınımızı
zor doyuruyoz.
-
-Mesela bugün mayış
günü, yarın elimizde heç para galmayacak, tuza
gaza, şeker,una hep zam yaptılar. Kimse bizi
düşünmüyo,heç düşünmüyo.
-
-Neden teyze.Annem hep
pirincin pahalı olduğunu söyler. Tanesini
tabakta bırakmayın der. Bir taneye bin melaike hizmet
ediyormuş der.
-
-Orada öyle ama tarlada para
etmiyo.
-
-Mesela bugün maaşınla ne
yapacaksın teyze, nerelere dağıtacaksın.
-
-Tel alacağım.
-
-Ne teli?
-
Cevap vermedi, birden
düşüncelere daldığını hissettim, hem çapa
sallıyor hem de içini çekiyordu. Birden doğruldu. Bana
döndü.
-
-Anan bunun bir tanesine bin
melaike hizmet ediyormuş diyo, he.
-
-Evet teyze!
-
-Anan doğru söylemiş,gutlu
kadınmış.Biliyo.
-
-Hem sen melaike gordün mü
heç?
-
-Yoo , nereden göreyim.
Onlar görülmez ki?
-
-Gorülür, gorülür.Benim
yavrım da melaike gibiydi.
-
-Ne oldu yavrunuza?
-
-Ne sen sor ,ne ben söyleyim?
-
-Ne oldu teyze?
-
Gözleri yaşarmaya
başlamıştı. Elindeki çapayı bıraktı. Kolunun tersiyle
gözlerini silmeye çalıştı. İçin için ağlıyordu.
Birden kendimi suçlu hissettim.Yarasını
deşmişdim. Kimbilir oğluna ne olmuştu. Neydi ızdırabı?
-
-Sefillik, fukaralık işte.
Yıllarca bu işten garnımızı zor doyurduk. Bir kenara
üç-beş kuruş artırıpda evimizin pencerelerine bir tel
takamadık.
-
-Ne teli teyze? Haa,demin
söyleyecektiniz de.
-
-Hani şu sinek girmesin diye
satılan teller varya? Göz göz,delik delik.
-
-Evet, anladım.
-
-İşte para bulupda bir teli
bulamadık. Fakirliğin gözü kör olsun. Buralarda çok
olur. Aha bu çamırın yüzünden . Sivrisinek soktu da,
sıtma oldu ve öldü zavallı yavrım. İşte o bir
pirinç tanesine hizmet edenlerden birisi de benim
melaike oğlumdu , annadın mı?
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
65 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- TEZİMİZ
-
Tezimiz ,Çorum’un “nev’i Şahsına münhasır”
veya “özgün” niteliklerini, etnoğrafyasını, folklorünü bir kere daha tebarüz
ettirmek ; bunun Anadolu Medeniyeti içeresindeki yerini ve ehemmiyetini
ortaya koymak amacını taşımaktadır.
- Öteden beri Antik Hitit Medeniyetinin gölgesinde kalarak son yıllarda
artan turizm potansiyelinden de böylelikle istifade edememiş; öte yandan saf,
duru ve yerel kültür değerlerini de daima içinde barındırmış olan Çorum’u bir
kere tanımak ve tanıtmak arzusundayız.
-
Takdir edilmelidir ki bir bölgenin tüm
yönleriyle araştırılması, tarih içindeki rolünün ortaya konması ve varsa onu
diğerlerinden ayıran özelliklerin anlatılması pek kolay bir iş değildir.
Yıllara ve ciltlere sığmayacak zengin bir kültürü tevarüs etmiş olan
Anadolu’yu sadece kültürel olarak ele almak bile çok geniş ve kapsamlı
araştırmalar ile olağanüstü çabalar gerektirecektir.
-
Yurdumuzda etnografya ,dil ve edebiyat, sosyal
adet ve ananeler ,halk oyunları ve folklor, antropoloji,el sanatları, yaşayan
adet ve gelenekler ile ve hatta Anadolu mimarlık ve sanat Tarihi üzerinde
yeterli çalışmaların yapıldığı;arşivlerin gereğince incelendiği,mevcutların
envanterinin çıkarıldığı,tasnife alındığı kanaatinde değiliz.Hatta ülkemizin
tanıtımı ve turizm politikası bile Ege ve Akdeniz’deki iklim ve doğa
güzelliklerimiz ile bizden önceki uygarlıkların antik medeniyetlerine
odaklanmış bir şekilde seyretmeye devam etmektedir.Bütün bunların tabii bir
sonucu olarak İç Anadolu Müslüman Türk Medeniyeti daima gölgede kalmış;
yeterince aydınlatılamamış,anlatılamamış, öğretilememiş hatta anlaşılamamış
bulunmaktadır.
-
Antik Hitit medeniyeti üzerinde yeteri kadar
çalışma yapılmıştır kanaatindeyiz. Belki kazılar ve yeni eserlerin ve yerleşim
birimleri ile arkeolojik buluntuların ele geçirilmesi uzun yıllar alabilir.
Hatta yurdumuzdaki müzelerin hemen pek çoğu antik çağlara ait malzeme ile dolu
olmasına rağmen Anadolu’muz dünyanın en büyük canlı ve hala yaşayan bir açık
hava müzesi olarak fark edilmeyi beklemektedir.
-
Çorum’ un ve Anadolu’nun yeni sahibi Müslüman
Türkler’ dir ve bu uğrunda kan dökerek ve büyük bir bedel ödeyerek sahip
olduğumuz bir nimet ve aynı zamanda da anavatanımız ve yurdumuzdur. Bunu
yeterince anlamak, tanımak ve tanıtmak, yeryüzü kültürleri arasındaki layık
olduğu şanlı yerine ve “asrın idrakine” oturtmak borcumuz olmalıdır.
-
Böylece iddiamız odur ki :
-
Çorum ve havalisinde tevarüs eden bu iç
anadolu medeniyeti;
-
Ülkemizdeki diğer bölgelere kıyasla çok daha
saf ve bakir etnoğrafya unsurları ile Orta asyadaki anavatanımızdan gelen
özgün ve nev’i şahsına münhasır değerleri ihtiva etmektedir.
-
Bu köklerin üzerinde taşıdıkları
hususiyetler yeni yurdumuzun havası suyu ve toprağı ile yoğrularak
şekillenmiş ve hem vatanımızın hem de dünyanın en doğru ve güzel uygarlığını
ortaya çıkarmıştır..
-
Ülkemizin diğer köşe ve bucaklarının kültür
ve medeniyet adına tescili ve çıkış noktası hatta batıya uzanması hep orta ve
iç anadolu eliyle olmuştur.
- Bugünki mesahamızın dört katı kadar büyük Devlet-i Ali Osmani
medeniyetinin kalbi ,acıları ve özü hep burada kalmış;onun devamı olan devlet
yeniden burada kurulmuş; yeni Türk ve İslam Medeniyeti ;modern Türkiye
Cumhuriyeti olarak burada şekillenmiştir.
-
İslamın potasında eriyen nice kabile, millet
veya insan toplululuklarının kültür cevherleri bizden önceki antik çağların
kalıntılarıyla ve mirasıyla hem hal olmuş ve ortaya bugünki özgün “Anadolu
Medeniyeti” çıkmıştır.
-
Işte bu medeniyet içesirisde Çorum saflığını
daima korumuş orta asya cevherlerini ve asil doğrularını daima muhafaza
etmiştir.
- Bunun sebebleri şunlardır :
-
Orta asya oğuz boylarının doğrudan gelip
yerleştiği son vatandır.1071 de kapıları açılan ve 1096 da son haçlı
seferinden sonra artık ebediyyen bizim olan ve dünya durdukça da bizim olacak
olan “Ana Vatanımız” olmasıdır
-
Büyük göç yolları ve ticari güzergahlar
üzerinde olmayıp sefer yolları üzerindeki askeri bir menzil de değildir .
-
Ezici bir düşman hakimiyetinde uzun zaman
kalmamıştır. Bünyesinde gayrımüslüm unsurları fazla ve uzun zaman
barındırmamıştır. (Bu unsurlar şehrin kültür,adet ve gelenekleri üzerinde
hiç etkili olamamışlar; sadece ticaret, sanat ve zanaatla uğraşmışlardır.)
Yakınında veya sınırlarında kültür etkileşimine gireceği farklı bir millet
veya başka bir devlet yoktur.
-
Lisanını, ibadetini ,yaşantısını
yasaklayacak bir dış tehdit almamıştır.
-
Büyük göçler ve istilalarla demografik yapısı
değişmemiştir.
-
Cumhuriyetin ilanından sonra da bu içe kapanık
ve ketum halini sürdürmüştür.
-
Yeni devletin başkentine bu kadar yakın olması
nerede ise hiç bir avantaj sağlamamıştır.21.yüzyılda havaalanı ve demiryolu
yoktur.Ana karayolları bile hala tek şeritir. Devletin yegane yatırımı seksen
yıldır iki fabrikadan ibarettir.(Şeker ve Çimento Fabrikası).
- Okuma yazma oranı ülkemizin en yüksek seviyede olan ilidir. Cumhuriyetten
once en uzun askerlik yapanların(iskilip 9-14 yıl ) ve en çok gidip de
dönmeyenlerinin olduğu bir kahramanlar ve yiğitler şehirdir.
-
Osmanlı’nın ve yeni cumhuriyetin bir sürgün
yeridir. Isyancıların mesken tuttuğu ama aynı zamanda Milli mücadelenin
kilit isimlerinin de yetiştiği bir fakir beldedir.
- Dünyaya asırlar boyu açılan tek kapısı Samsun vilayetidir.Bütün
ihtiyaçlarını oradan karşılamıştır.
-
Bugün ise görünüşte büyük metropollerin
herhangi bir semtinden farkı olmayan; en çok ortaklıklı şirketlerin
bulunduğu,kendi yağı ile kavrulmaya çalışan, kendini sevenleri kendine aşık
eden; Evliya Çelebi’ nin dediği gibi “Güzelleri Bol Çelebileri Çok ”bir
Anadolu vilayetidir.
-
Bizde bu tezimizde tarihi Çevre birimleri olan
Tarihi Çorum evleri ile onlardaki yaşamı ,mimari özellikleri ile anlatacak,
kısmen, dil ve lisan üzerinde duracak birazda bir folklor değeri olan Yemek
antropolojisinden bahsedeceğiz.İl geneli ile bazı ilçelerde otuz yıldır
sürdürdüğümüz tarihi çevre araştırmalarımızın neticelerini ortaya koyacak;
onlarda fark ettiğimiz ve nev’i şahsına münhasır özellikleri,doğruları ve
hatta güzellikleri dile getireceğiz.
-
Bütün bu tesbitlerimizin sonucunda da büyük
Anadolu uygarlığının yeniden ortaya konulması, tebarüz
ettirilmesi,anlaşılması,gelecek kuşaklara zengin bir kültür mirası olarak
devredilmesi,anlatılması ve sevdirilmesi hatta sahip çıkılması için gereken
çareleri önereceğiz.
-
Saygılarımızla…
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
66 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- YARDIM
-
Uzun bir masanın etrafına
dizilmiş çok sayıda subay oldukça gizli ve hararetli bir
toplantı yapıyordu. Konu Amerikan Yardımıydı ve Amerika'dan
olduğu gibi diğer ülkelerden de farklı yüksek rütbelerde çok
sayıda subay vardı.
-
Göğsü yıldız ve madalyalarla
süslü yaşlı paşalar gümüş saplı bastonlarına dayanmış
topluluğu dinliyorlar, belli ki gözlemci olarak
bulunuyorlardı. Vietnam’da ve körfez harekâtlarına katılan
subaylar birer birer kürsüye çıkıyor, topluluğa film
gösterileri eşliğinde bir şeyler anlatıyorlardı.
-
Gündemdeki konu Amerikan
yardımının önemi üzerinde merkezleniyor ve Nato’ya üye
ülkelerin yükümlülüklerini tam yerine getirmediklerinden
yakınılıyordu. Birleşik devletler ordusundaki her bir asker
için Amerikan hükümetinin ne kadar para harcadığı anlatılıyor
bunun dörtte biri kadar bile diğer Nato ülkelerinin harcama
yapmadığından yakınılıyordu.
-
Her zamanki gibi Nato içinde
Amerika’yı ve onun çıkarlarını öne çıkaran bir toplantı
yapılıyordu. Yine her zaman olduğu gibi kararlar onun aleyhine
alınacak ve sam amca her zaman her yerde olduğu gibi burada da
galip gelecekti.
-
Bir an her şeyi göze alıp bu
kadar kurmay subay, emekli Nato generalleri ve kuvvet
komutanları varken kalkıp: "Bosna’da dört yüz bin kişi
ölürken, altmış bin kadının ırzına geçilir, elli bin küçük
çocuk öldürülür, pazar yerine atılan bir havan mermisi ile
Müslümanlar paramparça edilirken neredeydiniz? Oradaki
komutanınızın Sırplarla kadeh kaldırırken çektirdiği bu
fotoğrafta mı yalan" diye sormak geldi? " İkiz kuleler
bahanesiyle yerle bir ettiğiniz fakir Afganistan’daki üç bin
masum ailenin ailesine tazminat ödediniz mi? Olayların baş
sorumlusunun mossad olduğu anlaşıldıktan sonra neden bu
ülkeden çekilmediniz.
-
Attığınız yardım paketleri misket bombaları ile neden aynı
renkteydi. Bunları mayınlı bölgelere atarak, fakir kadın ve
çocukların o bölgeye hücum etmelerini sağlayıp paketlerin
açılması neticesi havaya uçarak parçalanıyor sizde böylece
bölgeyi mayından temizliyordunuz.
-
Siz mi adalet dağıtıyorsunuz,
bütün bunlar olup biterken nasıl insan haklarından
bahsediyorsunuz. Bizimde istihbaratımız yok mu? O Müslüman
ülkeyi siz uydudan seyrediyorsunuz ama bizim orada yaşayan
binlerce vatandaşımız, akrabamız, tüccarımız öğrencimiz var.
Sizden çok daha kolay o ülkeye girip çıkıyoruz. Bilgi ve haber
alıyoruz anlattıklarınızın hepsi ama hepsi yalan şimdi de
gözümüzün içine bakarak bizleri kandırmaya uğraşıyorsunuz.
Nato bütçesine yaptığımız katkıyı ülkemize aktarsak her yıl
beş baraj inşa ederiz. Üstelik faydalandığınız üslerden de
yıllarca İslam dünyasına saldırdınız ve Müslüman kanı
akıttınız. Üstelik bu antlaşma sadece komünistlere karşı
kurulmuştu, kominizim bitti. Bu seferde onların başı Rusya’yı
pakta almaya çalışıyorsunuz. Komünizme karşı kurulan bu
antlaşma şimdi kime karşı ve neyi savunuyor, sizin
çıkarlarınızı değil mi ?"
-
İçinden bunları söyledi,
haykırdı, haykırdı durdu. Gözleri doldu, bombalanan Kabil, iki
yüz bin Şehit veren Irak, masum Sudan, Bosna, Kosova birer
film şeridi gibi geçti gözünün önünden. Bu haramilere
söylenecek o kadar çok söz vardı ki. Oturduğu yerden Üstlerine
baktı, onlarda başları önlerinde susuyorlardı. Hem susmasalar
ne yapacaklardı ki. Arkalarında meclis ve halk desteği yoktu
ki. Ülke gençliği Amerikan gençliği gibi giyiniyor, Amerikan
sigarası yerli sigaradan çok tüketiliyor, onların müziği
dinleniyor, onların lisanı konuşuluyordu. Hele büyük
kentlerdeki tabelalar ve tüketim merkezleri adete birer küçük
Amerika idi. Bu kadar bu ülkenin ve yaşantısının hayranı
uyuşmuş bir halk kitlesi varken kime karşı çıkabileceklerdi
ki.
-
Yarın sevgililer günü, öbür
gün cadılar bayramı, kolası, hamburgeri, sineması, cazı, sazı
ve bilumum kepazelikleriyle küçük Amerika olmuştu ülkesi.
-
Yutkundu, yutkundu. Boyun
damarları gerilmiş başına ağrılar girmişti. İçinden böyle bir
güne lanetler okuyordu. İşte, kalkıp taa İngiltere’den iki ay
deniz yolculuğundan sonra gelerek Çanakkale’den geçmeye
kalkışan İngiliz ordusunun subayları. Anadolu’yu bir baştan
bir başa geçerek taa Maraş'a kadar gelen ülkedeki Ermeni ile
birlikte yapmadığı katliam bırakmayan Fransızlar. Libya’yı
otuz yıl haraca kesen ve ülkeyi dikenli tellerle çeviren
Akdeniz’imizin ve bizim eski Trablusgarp’ın işgalcisi
İtalyanlar, İzmir’i yakan ve 9 Eylül'le denize döktüğümüz
Yunanlılar Çeçenlerin ve Kafkas Müslümanlarının katili Ruslar.
Bizi birinci dünya harbine sokan Almanlar. İşte bütün
düşmanlar oradaydı. Şimdi biraz sonra bu hainlerle eller
sıkılacak, kadehler kaldırılacaktı.
-
Afganistan’da beş bin masum
sivil kadın, ihtiyar ve çocuk şu mübarek Ramazan günlerinde
dev ağır bombardıman uçaklarından yağan birer tonluk
bombalarla şehit edilmişti. Bir köyün yok olmasına bir bomba
yetiyordu. Toprak evlerde çamur sıvanmış camilerde dua eden
müminler paramparça ediliyordu. Şimdi de kalkmış operasyonun
başarısı diye konuşuluyor ve birbirlerini tebrik ediyorlardı.
Allah’ım! Bu ne acı bir şeydi. Bunları bilmek, bunları
hissetmek ve hiçbir şey yapamamak ne kadar acıydı. Yine
üstlerine baktı, hepsinin başı önündeydi. Birden bir
karışıklık oldu. Kürsüdeki sarışın ve uzun boylu Amerikalı bu
sefer, evet bu sefer Türkleri hedef alarak konuşuyor ve
Amerikan yardımı olmazsa Türkiye’nin hiç bir şey
yapamayacağını savunuyordu.
-
Ağzını yayarak yaptığı
konuşmasına büyük bir gurur ve kibirle devam etti. Senelerdir
hemen her marka silahı Türkiye’ye vermişler ve Türkiye’de
sadece cephane yapabilmiş, yüksek teknolojiyi bir türlü
yakalayamamıştı. Hele Türkiye diğer Nato ülkelerine nazaran
askerine en az para harcayan ülke konumundaydı. Oturduğu
yerden üstlerine baktı, komutanı not alıyordu. Belli ki biraz
sonra cevap hakkı ülkesine gelecekti. Patavatsız ve şımarık
Amerikalıyı büyük bir kızgınlıkla dinledi. Burası böyle bir
Nato toplantı değil de bir cephe olsaydı, gösterirdi bunlara
ama.
-
Sorular soruyordu devamlı
Amerikalı ve Türkiye’nin bunları cevaplamasını istiyordu.
Sonra konuşması bitti topluluğu selamladı ve yerine oturdu.
Salonda buz gibi bir hava esiyordu. Herkes Türk delegasyonunun
ne diyeceğini merak ediyordu. Komutanı kendisine baktı,
gözüyle "sen cevaplayacaksın" diye bir işaret yaptı ve
arkasına yaslandı.
-
Uzun masanın çevresindeki
heyetin ikinci halkasındaydı. Oturduğu yerden kalktı.
Komutanına baktı. Üstü" sana güveniyorum" der gibiydi. İlerdi,
Kürsüye geldi. Amerikalı için yapılan alkışlar hala devam
ediyordu. Bir an onların dinmesini bekledi. Topluluğu
selamladı.
- Onlara insan haklarından merhametten bahsetmeyecekti.
Sivil bir toplantıda olsa ve sahipsiz sokak köpeklerine
gösterilmesi gereken merhametten bahsetse gözleri yaşaracak
olan bu insanlara bir ders vermeliydi. Öksürdü. Salona birden
bir sessizlik hakim oldu. Sol kenarda oturan simültan
tercümanlara baktı.
-
-Her kullandığım kelimeyi çok
dikkatli tercüme edeceğinizi umarım. Dedi.
-
-Size bir araştırma takdim
ediyorum.
-
On yıl önce yapılmış ve
burada her Türk ailesinin askerdeki oğluna kaç dolar
gönderdiğini yazıyor. Daha Türk annelerinin elleriyle ördüğü
çoraplar, yün fanilalar veya başka iç giyimleri kayıtlı değil.
Araştırmalar; sadece ülkemin askerdeki oğlunu düşünen yegâne
memleket olduğunu gösteriyor, yapılan harcama da Amerikan
ordusunun harcamasına yakın. Memleketimin savunma bütçesinin
ise nerede ise dörtte biri.
-
-İtiraz ediyorum, bu
araştırmayı kim yapmış.
-
-Natonun yaptığı resmi bir
araştırmadır bu rapor ve dönemin genelkurmay başkanı A.Haıg'
in emriyle 1975 de yapılmış.
-
-Olabilir. Fazla önemli değil.
-
-Ama demin aksini
söylüyordunuz.
-
-Peki, öyleyse, söyler misiniz
bana. Amerikan yardımı askeri kredisi, teknolojisi, silahları
olmazsa nasıl savaşacaksınız? Bir savaşta ne yapacaksınız?
-
-Bizim çok önemli bir aracımız
vardır. Sulh zamanlarında da çok iş görürdü ama esas harpte
kullanırız onu. İki tekerleği vardır. Motoru yoktur. Muazzam
silah ve cephane taşır, giderken de korkunç sesler çıkarır.
Özellikle geceleri ay ışığında daha çok yol alır. Bir harp
olursa onları sakladığımız yerlerden çıkaracak ve yine
kullanacağız.
-
-...
-
-Onu bazen yürütmek için
öküzleri kullanırız. Olmazsa insanlarımız çeker. Her iklimde
çalışır yani gider. Biz ona kağnı diyoruz. Binlercesi vardır
ülkemizin her köşesinde. Ve biz o kağnılarla kovduk vaktiyle
ülkemizi işgal eden dedelerinizi. Buna da inanmazsınız işte
İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan ve Rus delegeleri burada.
Sorun onlara, Haydi. öyle değil mi?
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
67 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
YEŞİLAY 75.YIL İLKÖĞRETİM OKULUNDA
İlimizdeki seri konferanslarına devam
eden Yeşilay Çorum Şubesi geçtiğimiz gün de 75 yıl ilköğretim
okulundaydı. Ders yılı başından beri hız kesmeden ilimiz eğitim
kurumlarını gezen ve öğrencileri bilgilendiren Türkiye Yeşilay
Derneği Çorum Şubesi başkanı Attila Alpay amaçlarının; madde
bağımlılığı ile hiç tanışmayan, zararlı maddeleri kullanmayan, ruh
ve beden sağlığı yerinde bir nesil yetiştirmek olduğunu anlatarak
şunları söyledi :
"Yine
bir okulda genç kardeşlerimizi ve öğrencilerimizi bilgilendiriyoruz.
Sigara, uyuşturucu ve zararlı madde satıcıları onların yolunu
beklemektedir. Bizleri bu yaşta kimsenin etkilemesi mümkün değildir.
Ama onların taze bedenleri ve körpe dimağları her zaman etki
altında kalmaya müsaittir. Bizlerin çabaları onları
bilgilendirmekten ibarettir. Duyarlı öğretmen arkadaşlar sayesinde
okulları ziyaret ediyoruz. Bu sefer de iki yıl önce geldiğimiz 75.yıl
ilköğretim okuluna tekrar geldik. İl dahilinde hiç gitmediğimiz
okullar ve bizi çağırmayan eğitim kurumları bulunmaktadır. Sigara
alkol ve madde bağımlılığı ile mücadele sadece Yeşilaycıların değil
hepimizin görevi olmalıdır. Tüm eğitimcileri, rehber öğretmenleri,
gönüllüleri bize katılmaya davet ediyorum. Ayrıca öğrencilerini
bilgilendirmemize imkan tanıdığı için 75.yıl ilköğretim okulu
müdürü Sayın Mustafa Fuculara da Türkiye Yeşilay Derneği ve şahsım
adına saygılarımı sunuyorum."
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
68 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
YEŞİLAY ERKEK YURDUNDA
Sigara Alkol ve tüm bağımlılık
yapan maddelerle ilgili mücadele ve bilgilendirme çalışmalarına
devam eden Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi geçtiğimiz günde
Çorum Shçek bağlı erkek yurdunda bir konferans verdi.
Sigara bağımlılığının bilhassa
gençler arasında çok erken yaşlarda başladığına dikkat çeken
Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay
,sigarayı kolalı ve alkollü içeceklerin takip ettiğini bunun da
yükselerek ağır bağımlılık yapan maddelere doğru geliştiğine
dikkat çekerek şunları söyledi :
"Uzun yıllar sigara içen
arkadaşlarımız ve hemşerilerimiz sigara kanunu ile sigarayı
bırakmak mecburiyetinde kalmışlardır. Kırk-elli yıl içtikten sonra
bırakmanın bir faydası yoktur. Bizim maksadımız ruh ve beden
sağlığı yerinde bir nesil yetiştirmektir.Bunun da yolu hiç
başlamamaktır.
Şimdiki bilgisayar çağında
yetişen yavrularımız bizden çok daha geniş teknik bilgi ve beceri
imkanlarına sahip bulunuyorlar. Onların bizim düştüğümüz
hatalara düşeceklerini sanmıyorum. Yıllarca bir zehire tutsak
olarak bir servet ödemek ve karşılığında kanseri, kalp
hastalıklarını ve ölümü satın almak akıl işi olmasa gerek. Bizim
yaptığımız da onları bilgilendirerek gelecekte bizlerin
hatalarına düşmemelerini sağlamaktır.
Bu itibarla her yıl geldiğimiz Shçek birimlerinde sinevizyon
destekli konferanslar vermeye bu yılda davet edildik.
Gençlerimizin ilgisi salon ve hazırlıklar mükemmeldi. Yurtta
yaşayan ve çoğunluğu orta öğretim çağındaki gençlerimizi
bilgilendirmemize ve işbirliği yapmamıza imkan tanıyan Shçek İl
Müdürü Sn.Mustafa Oruç' a ve gerekli organizasyonları büyük bir
titizlikle yapan Erkek Yurdu Müdürü Cemil İnceyılmaz' a,Müdür
yardımcısı Adem Yılmaz' a ve Çocuk ve gençlik Merkezi müdürü
Sn.Numan Yakut' beyefendiye ;yetiştirme yurdu idareci ve
öğretmenlerine ve tüm yetkililere sonsuz şükranlarımızı sunuyor;
Türkiye Yeşilay Derneği ve şahsımız adına çok teşekkür ediyoruz."
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
69 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
YEŞİLAY HAFTASINDA SİGARAYI BIRAKTI
Yeniyol mahallesi Gazi sokakta
işyeri sahibi olan 42 yaşındaki Kemal Öztürk de Yeşilay haftası
dolayısıyla sigarayı bırakanlar kervanına katıldı.Türkiye Yeşilay
Derneği Yeşilay Çorum şubesi tarafından sigarayı bırakması
dolayısıyla kendisine şükran belgesi verilerek , tebrik edilen ve
bilgisayar hizmetleri veren bir müessesenin sahibi olan
Kemal Öztürk yirmi yıldır sigara içtiğini belirterek şunları
söyledi :
“Yıllardır zararlarını bu kadar
bilmeden sigara içiyordum. Pek de fazla içtiğim söylenemezdi
ama her an artırabilirdim. Geçtiğimiz aylarda Yeşilay
Başkanımız Attila Alpay ile tanıştım.İşyerime gelerek bana ve
yanımda çalışan gençlere kısa bir konuşma yaptı ve sinevizyon
görüntüleri ile bizi bilgilendirdi. O sırada epeydir fark
etmediğim zararlarını resim ve filmlerden görüp öğrendim.Epey
canım sıkıldı. Fakat o anda bu işten kurtulmak için gün bu
gündür dedim ve son paketimi Attila ağabeye vererek bu işe
son verdim. Bırakalı dört gün oldu . Biraz zorlanıyorum ama
sağlıklı ve uzun ömürlü yaşamaya da alışacağım. Kimler
bırakmadı ki.Ben mi bırakamayacağım. Bu zehrin esiri olarak hem
ömrümden yirmi yılı kaybedeceğim ve birde maddi ve manevi büyük
kayıplara uğrayacağım.Artık geri dönüş yok. Beni kimse başlatamaz.
Dumanını yel ve parasını da el almayacak. Hem sağlıklı olacağım
hem de param cebimde kalacak. Bu krizde bütün esnaf arkadaşlara
tavsiye ediyorum.
Bunu herkes bırakabilir.
Herkese sağlık ve mutluluklar
temenni ediyor ve Yeşilay haftası münasebetiyle sigarayı
bırakmalarını sağlıklı bir yaşamı tatmalarını diliyorum.”
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
70 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
YEŞİLAY İLİM YAYMA’DA
-
İlim Yayma Cemiyeti Çorum Yurdunda Türkiye Yeşilay derneği
Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay; gençleri zararlı maddeler
konusunda bilgilendirdi.
-
Yurdumuzda gün geçtikçe artan sigara bağımlılığı başta
olmak üzere gençlerimizin ruh ve beden sağlığını etkileyen
her türlü madde bağımlılığı üzerinde de duran Yeşilay
şubesi başkanı Alpay; bu tür konferanslarında
dinleyicilerini sigara içmekle itham etmediğini ; bilakis
gençlerimizi yarınların geleceği olarak gördüğünü ve
bilgilendirmek için bu tür davetlere gittiğini de
belirterek : “Burası bir paratoner gibi gençlerimizi her
türlü tehlikeden kurtaran ve koruyan bir cemiyet
çatısıdır. Bu itibarla biz bu tür yerleri diğer toplu öğrenci
kurumlarından farklı görmekteyiz. Zira bir misyonu temsil
eden gençler burada barınır ve eğitilirler. Bu itibarla
bizde üzerimize düşeni yapmaya geldik. Sevgili genç
kardeşlerimizi her yıl olduğu gibi bu yılda bilgilendirdik.
Onları da gelecekte zararlı maddelerle mücadelede yanımızda
görmek istiyor; Türk İslam toplumunu tehdit eden unsurlarla
mücadele de birlikte çalışmaya gerekirse savaşmaya davet
ediyoruz.
- Bizi bu gece buraya davet eden
kıymetli eğitimcilerimize ve yurt müdürlüğüne sonsuz
şükranlarımızı sunuyor; tüm öğrenci kardeşlerimize başarılar
ve sağlıklar diliyoruz.”
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
71 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
YEŞİLAY KIZ YURDUNDA
Sigara Alkol ve tüm bağımlılık
yapan maddelerle ilgili mücadele ve bilgilendirme çalışmalarına
devam eden Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi geçtiğimiz günde
Çorum Shçek kız yurdunda bir konferans verdi.
Sigara bağımlılığının bilhassa
gençler arasında çok erken yaşlarda başladığına dikkat çeken
Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi Başkanı Attila Alpay
,sigarayı kolalı ve alkollü içeceklerin takip ettiğini bunun da
yükselerek ağır bağımlılık yapan maddelere doğru geliştiğine
dikkat çekerek şunları söyledi :
"Uzun yıllar sigara içen
arkadaşlarımız ve hemşerilerimiz sigara kanunu ile sigarayı
bırakmak mecburiyetinde kalmışlardır. Kırk-elli yıl içtikten sonra
bırakmanın bir faydası yoktur. Bizim maksadımız ruh ve beden
sağlığı yerinde bir nesil yetiştirmektir.Bunun da yolu hiç
başlamamaktır.
Şimdiki bilgisayar çağında
yetişen yavrularımız bizden çok daha geniş teknik bilgi ve beceri
imkanlarına sahip bulunuyorlar. Onların bizim düştüğümüz
hatalara düşeceklerini sanmıyorum. Yıllarca bir zehire tutsak
olarak bir servet ödemek ve karşılığında kanseri, kalp
hastalıklarını ve ölümü satın almak akıl işi olmasa gerek. Bizim
yaptığımız da onları bilgilendirerek gelecekte bizlerin
hatalarına düşmemelerini sağlamaktır.
Bu
itibarla her yıl geldiğimiz Shçek birimlerinde sinevizyon destekli
konferanslar vermeye bu yılda davet edildik. Gençlerimizin ilgisi
salon ve hazırlıklar mükemmeldi.Yurtta yaşıyan ve çoğunluğu orta
öğretim çağındaki gençlerimizi bilgilendirmemize ve işbirliği
yapmamıza imkan tanıyan Shçek İl Müdürü Sn.Mustafa Oruç' a ve
gerekli organizasyonları büyük bir titizlikle yapan Çocuk ve
gençlik Merkezi müdürü Sn.Numan Yakut' beyefendiye ;yetiştirme
yurdu idareci ve öğretmenlerine ve tüm yetkililere sonsuz
şükranlarımızı sunuyor; Türkiye Yeşilay Derneği ve şahsımız adına
çok teşekkür ediyoruz."
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
72 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
YEŞİLAY ÜNİVERSİTEDE..
Her yıl geleneksel olarak yapılan
üniversite bahar şenliğine bu yıl Açaray gençlik kültür ve
sanat Derneğinin davetlisi olarak katılan Türkiye Yeşilay
Derneği Çorum Şubesi de açtığı standıyla ilgi ve beğeni
topladı.
Üç gün süren şenlik boyunca
gençlerle beraber olan ve onlara sigara alkol ve uyuşturucuların
zararlarını anlatan Şube başkanı Attila ALPAY; gördüğü ilgiden
memnun olduğunu belirterek şunları söyledi :
“Hitit üniversitesinin Geleneksel
olarak yaptığı bahar şenliklerine bu yıl ilk defa katıldık.
Üniversite yönetiminin bize verdiği yerde stand açarak
panolarımızı yerleştirdik. Üniversite gençliğimizden çok büyük bir
ilgi ve alaka gördük. Pek çoğunun sigara içmesine rağmen hemen
hepsinin bırakma isteği içinde olduklarını gözlemledik.
Bütçelerinin büyük bir kısmının bu zehire gittiğinin ve şiddetle
zehirlendiklerinin hemen hepsi farkında. Yine hepsi de kurtulma
yolları arıyor.Onları bilgilendirdik , broşür ve cd
dağıttık.Sorularını cevapladık.Sergi süresince sigarayı bırakan
gençlere belge ve armağanlar verdik.Gördüğümüz samimiyetten son
derece memnunuz. Bütün gençlerimizin sigarayı ve kimne içiyorsa
bilumum bağımlılık yapan maddelerini bırakmalarını ve sağlıklı bir
ömür sürmelerini diliyoruz. Hepsine derslerinde başarılar
temenni ederiz. Ayrıca bize yer veren üniversite yönetimine ve
bizi bu etkinlikten haberdar ederek davet eden Açaray Kültür ve
gençlik derneğine de çok teşekkür ederiz.”
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
73 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- YEŞİLAY’A DESTEK VERİN…
- “Madde bağımlılığı Ülkemizin bir
numaralı sorunudur.” Diyen Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi
Başkanı olarak Yeşilay çalışmalarının desteklenmesini ve Yeşilay’a
Maddi yardım edilmesini beklemekteyim.
- Türkiye Yeşilay Cemiyetinin Bakanlar
Kurulu Kararı ile umumi menfaatlere hadim cemiyetlerden olduğunun
kabul edilen diğer üç kardeş kurum ile de aynı statüye sahibiz:
- “Yurdumuzda 89 yıldır, ilimizde de
sekiz yıldır sigara, alkol ve her türlü madde bağımlılığı ile
mücadeleyi sürdüren bir cemiyetiz.
- Birçok insana sigarayı
bıraktırdığımız gibi pek çok hemşerimizi de kötü alışkanlıklarından
vazgeçirmeyi başardık. Yurdumuz nüfusunun büyük bir kısmı kırk bir
milyon kardeşimiz sigara içmekte, yirmi iki milyon Türk vatandaşı
da düzenli alkol almaktadır. Amatem isimli alkol tedavi merkezlerine
kayıtlı 11 milyon alkolik ise bu bağımlılığın pençesinden
kurtulmak için büyük bir mücadele vermektedir. Uyuşturucu
bağımlılarının ve bu maddelerin arasına serpiştirilen kola ve
enerji içeceklerini tüketerek ruh ve beden sağlığını kaybedenlerin
sayısını ise kimse bilmemektedir. Zira alkol ve sigara üreten
kuruluşlar yabancılara satılmıştır. Onlarda gerçeği halktan ve
zehirledikleri insanlardan gizlemektedirler. Bu süratle vatan
sathında korkunç bir madde bağımlılığı atmosferi yaratmış ve Türk
insanını da iktisadi olarak esir almış bulunmaktadırlar.
- Çıkan sigara yasağı sadece
sigarayı ilgilendirmektedir. Alkol ve diğer uyuşturucu maddelerle
mücadele de de yine ayrı bir ciddi seferberlik hareketleri
gerekmektedir. On beş milyon öğrencimiz bu madde bağımlılığının
pençesindedir. Bunu medya ve pop kültürle, magazin basını ile
desteklemekte hem insanları zehirlemekte hem de Türk aile ve ahlak
yapısını çökertmekteler.
- Bu hizmet bizim için gönüllü bir
çabadır. Ama propaganda malzemelerine afişlere, billbordlara,
posterlere ve broşürlere kısaca insanları etkilemek için basılı ve
görsel materyale ihtiyacımız vardır. Bizi davet eden ilimizin dev
sanayi kuruluşları kendilerinden yardım istediğimiz zaman birkaç boş
cd armağan ederek bizi savmaktadırlar. Oysa ki her seminerimizde
onlara (en az sekiz-on sanayi çalışanına) sigarayı bıraktırarak
işletmelerine milyarlık işgücü tasarrufu ve kazancı sağlamaktayız.
Üstelik bize yapılacak her türlü maddi yardım da vergiden muaftır.
Yani kim Yeşilay yardım ederse bunu devletten geri almaktadır.Ama
bunu kimseye anlatamadık . “Benim çocuğum yapmaz, ben nasıl olsa
bunları içmiyorum” diye düşünenlerin başlarına neler geldiğini
basında takip ediyoruz. Bu kültür kirliliği çağında kimse büyük
konuşmamalıdır. Kimin başına ne geleceği hiç belli olmaz. Zira
milletimizin düşmanı olan bu zehir tacirleri kimseye acımamakta
sadece ceplerini ve ait oldukları ülkenin kasasını doldurmaya
çalışmaktadırlar. Bu konuda destek aldıkları pop kültürü ve
medyanın nesillerimiz üzerindeki zehirleyici etkisi sanılandan
çok daha fazladır. Bu konuda tüm hayırseverleri bize katılmaya,
Yeşilay’a üye olmaya, aktif faaliyetlerimizde rol ve görev
almaya kısaca bize destek olmaya çağırıyoruz. Bu güne kadar
yardımlarını esirgemeyen birkaç hayırseverimize de çok teşekkür
ediyor ; her iki cihanda da aziz olmalarını diliyoruz.”
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
74 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
-
YEŞİLAY’IN İSKİLİP ÇIKARTMASI
-
Geçtiğimiz gün altıncı defa İskilip’e giderek üç konuşma
yapan Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi İskilip’i en
duyarlı ilçe ilan etti.
-
Gündüz öğretmenevinde öğrencilere,gece de Endüsti meslek
lisesinde halka hitabeden Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi
Başkanı Attila Alpay; gördüğü ilgiden memnun olduğunu
belirterek şunları söyledi : “Her zaman olduğu gibi bu
seferde Endüstri Meslek Lisesi Müdürü Aziz insan ve değer
eğitimci Sn.Sabri Çiçekçi’nin daveti ve organizasyonu ile
İskilip’e geldik. Gündüz öğretmen evinde sevgili genç
İskilipli öğrencilere peş peşe iki konuşma yaptık. Gece de
Endüstri meslek Lisesi konferans salonunda yöneticilerimize
ve halka hitabettik. Gördügümüz ilgiden son derece memnunuz.
İskilip her zamanki gibi bu konuda da en duyarlı ilçemiz. Her
yıl geliyor ve öğrencilerimizi ve halkı bilgilendiriyoruz. Ne
zaman çağırsalar yine gideriz. Zaten çağırılan her yere
gidiyoruz ama daha bizi ve çalışmalarımızı önemsemeyen ve
programlarına alamayan kurumlar olabiliyor. Sigara alkol ve
uyuşturucu davası gözbebeğimiz gençlerimizin var olma davasıdır.
Bunları üretenler bizleri kandıramamaktalar. Zira hepimiz
orta yaşa erişmiş ve doktorlarımız tarafından uyarılmış,
sağlık problemleri olan insanlarız. Ama sağlıklı ve tertemiz
gençlerimiz bu konudaki bilgi eksikliklerinden ve
tecrübesizliklerinden dolayı eğitime ve bilgilendirilmeye
muhtaç bir durumdalar. Lise çağındakilerin pek çoğu sigara
ve kola bağımlısı, bu ileri yaşlara doğru başka tehlikeli
maddelere doğru tırmanabiliyor. Ülkemizde hatırı sayılır bir
sağlık bütçesi var. Bunun büyük bir kısmı madde bağımlılığı ve
onların getirdiği hastalıklar ile tedavilere harcanıyor. Geri
kalanı ise bildiğimiz sağlıksız ve dengesiz beslenmenin ve çevre
sorunlarının getirdiği hastalık türleri.
-
Milletçe hayatımızdan zararlı maddeleri çıkaralım. Bilhassa
gençlerimizi bilgilendirelim. Onlar geleceğimiz ve umudumuzdur.
Onları kimsenin zehirlemesine ve kandırmasına imkân vermeyelim.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
|
75 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
- YEŞİLAY DAN MÜFTÜLÜĞE ZİYARET
-
Türkiye
Yeşilay Derneği Çorum Şubesi Başkanı ve dernek üyelerden Mustafa
Kuzyaka ve Mustafa Özşen de ilimize yeni atanan Müftümüz
Ahmet Çelik’ e Yeşilay Cd’ leri ve afişler takdim ettik. Türkiye Yeşilay
Derneği Çorum Şubesi geçtiğimiz gün İl Müftülüğünü ziyaret
ettik.
-
Yeni çıkan
sigara ile ilgili dumanız hava sahası projesinin eğitim ve
halkı bilgilendirme çalışmalarında İlimiz Müftülüğünün de desteğini
Yeşilay Derneği başkanı sıfatı ile istedik. Her türlü madde
bağımlılığı ile mücadele de bilhassa gençlerimizin ruh ve
beden sağlıklarının korunması ile ilgili çalışmalarında
müftülüğümüz mensuplarının ve din adamlarımızın da yardım desteği istedi.
-
Çorum Şubesi
başkanı Attila Alpay : “Ziyaretimiz Müftümüze hem hoş geldin
demek; hem de yeni çıkan 4207 sayılı yasanın halkımızı
bilgilendirme konusunda yardımlarını istemek ;hem de
çalışmalarımız hakkında Sayın müftümüzü bilgilendirmek içindir.
Özünde hem haramlarla mücadele ; hem de insanımızın ruh ve
beden sağlığını tehdit eden sigara ,alkollü içkiler ve buna benzer
maddelerle mücadele bulunan bu konular hakkında birlikte bazı
projeler yürütebileceğimiz kanaatindeyiz. Zira milli eğitim ve
din adamlarımızın desteği olmadan milyonlarca insanımızı
ilgilendiren madde bağımlıkları ile mücadelede mesafe kazanmak
mümkün değildir. Başta sigara olmak üzere Alkol, kolalar ,enerji
içecekleri, kumar, aids ve diğer zührevi hastalıklar, hatta
gençlerimizin ruh ve beden sağlıkları ile insanlarımız
imanlarını tehdit eden her ne var ise bütün bunlarla
mücadeleyi bir yaşama ve çalışma amacı haline getiren
biz Yeşilay mensupları bu mücadelede halkın bilgilendirilmesi
noktasında hemen herkesin yardımlarını talep ediyoruz.
-
Sayın
Müftümüzün konular hakkında birlikte çalışma yapabileceğimizi ve projeler üretme
imkanı geliştirebileceğimizi ümit ediyor; kendisine ilimize hoş geldin
diyor, saygılarımızı sunuyoruz.”
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
76 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
YEŞİLAY' DAN YILBAŞI UYARISI
Yılbaşı dolayısıyla açıklaması
yollayan Türkiye Yeşilay Derneği Çorum Şubesi Başkanı Attila
Alpay:
Yılbaşı alkol bayramı değildir;
böyle günlerde insanlarımız sefahat tabloları çizmesinler.
Yılbaşlarında alkol tüketimin had
safhaya çıkıyor. Alpay; bir gecede işlenen suçlar ve yapılan trafik
kazalarının aylık bilançolara eşdeğer olduğu: Milli gelenek ve
dini bayramlarımız arasında Noel kutlama ve yılbaşı eğlencesi
diye bir şey yoktur. Bunlar Hıristiyan batı dünyasının bize göre
çirkin adetleridir. Bir peygamberin doğumu içki içerek fuhuşla
,kumarla ve kepazeliklerle kutlanmaz. Eğer dünya globalleşiyorsa
onlarda bizim adetlerimize neden hassasiyet göstermezler. Çılgınlar
gibi içki içerek sızmak, zorla kazandığı paraları ,çoluk
çocuğunun nafakasını bir gecede içki ve kumar sofralarında harcamak
bize yakışan hal ve hareketler hiç değildir. Bir geceden bir şey
olmaz diye her türlü kötülüğün başlangıcı böyle gecelerde
başlamakta; bir günah gecesinin acısını insanlarımız bütün bir
ömür boyu maddi ve manevi felaketlere uğrayarak çekmektedirler.
Öte yandan İsrail"in Filistin de
yaptığı en büyük katliamın bu günlere rastlaması ,hepsi sivil
çok sayıda suçsuz Müslüman kardeşimizi şehit etmesi bu günlerin
mana ve önemini değiştirmekte ve yüreğimize büyük acılar
yerleştirmektedir. Dünyanın içinde
bulunduğu bu kriz ortamında yaşadığımız elim kayıplarımız için dua
ve tefekkür etmekten; çalışkan olup işlerimizi ve ekonomimizi
kurtarmaktan başka bir çare yoktur.
Basında yılbaşı için gereken
önlemler diye polisimizin sarhoşlarla ve çıkaracakları olaylarla
meşgul olmaları, eğlence yerlerini kollamaları ve otomobil
kullanamayacak derecede alkol alanları evlerine bırakmaya
çalışmaları Türk-İslam toplumuna yakışan işler
değildir.Biz ülkemizin terör yaraları aldığı; İslam Dünyasının
kan, katliam ve ateş denizinde boğulduğu, İslam coğrafyasının
Amerikan ve İsrail işgalinde olduğu bir dönemde hangi halimize
keyfedeceğiz ve işrete dalacağız. Garptaki Müslüman’ın acısını
şarktaki duymazsa tam iman etmiş sayılır mı?
Türk ve İslam ahlak ve aile
yapısına aykırı işret tabloları, magazin basınının sosyete ve
zenginlerin sefahatine yönelik eğlenceleri ve bunların
çarpık-rezil yaşantıları yetmiş
milyonluk bu fakir ülkeye hala dayatılmak istenmektedir. Medyanın
büyük bir kısmı da bu ihanetin maalesef içindedir.
Yılbaşı eğlencelerini, bunu alkol
bayramı yapanları, sefahat ve rezalet tabloları çizerek bunları bu
aziz milletin bayramı veya geleneği yapanları ve bunları
milletimize dayatanları şiddetle protesto ediyor; tüm
hemşerilerimi Filistinde ve Irakta katledilen
Müslüman kardeşlerim için duaya ve ihtirama davet ediyorum.
|
|
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
BİR SONRA Kİ Sayfaya dönmek için
tıklayınız |
|
|
|
|
77 |
KİTAP BAŞINA DÖNMEK İÇİN TIKLAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
OKULLARDA ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR BİR
ARAŞTIRMA
Okullarımızda
teknik ve kriminal anlamda bir şiddet olduğu kanaatinde
değiliz. Çok şükür ki ilimiz dahilindeki okullarda çeteleşme,
yaralama, kavga,cinayet vb gibi ağır suçlar görülmemekte
,öğretmenlerimiz şiddete maruz kalmamakta ve öğrencilerin
mala ve cana yönelik taşkınlıkları bulunmamaktadır. Bize
göre esas tehlike dışarıdadır. Büyük şehirlerdeki istenmeyen
haller de önümüzdeki -belki-bir on yıl içinde şehrimizde de
görülmeye başlanacaktır. Bunun içinde şimdiden bazı
tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Okul
müdürlerimizin ve değerli eğitimcilerimizin çeşitli
vesilelerle basına verdiği bilgiler içerisinde kayda değer
disiplin suçları olmadığını ve okullarımızda asayişin
berkemal bulunduğunu da memnuniyetle öğrenmiş bulunuyoruz.
Ancak Türkiye
Yeşilay Derneği ; ülkemiz çapında yaptığımız araştırmalar ve
anketler sonucu okullarımızda şiddet diye bir kavramın -en az
gelişmiş ülkelerdeki oranlarda-bulunmamasının yeterli
olmadığını; eğitimin ve başarının artması için
gençlerimizin ruh ve beden sağlıklarının da yerinde olması
gerektiğini düşünmektedir.
Bu itibarla tespit ettiğimiz tehlikeler şunlardır:
1/ Yurdumuzda
1-17 yaş arası genç nüfus 26 milyondur. Bunun on beş milyonu
öğrencidir.Bu gençlerimiz yedi-on bir yaşları arasında sigara
ve alkole başlamaktadır.Yakın yıllarda enerji içecekleri de
bağımlılık yapan maddeler arasında yerini almış; sentetik
uyuşturucular (extasy' ler ) bilhassa büyük şehirlerimizde
adeta salgın haline gelmiş bulunmaktadır. Büyük uyuşturucu
trafiğinin köprüsü olan ülkemizde de hemen her gün zararlı
maddeler yakalanmakta, bunlarda büyük miktarlara tekabül
etmektedir.
Yurdumuzda
seksenli yıllardan beri gittikçe artan yabancı sigara
bağımlılığı tekel idaresinin tümüyle satılması neticesi çok
uluslu şirketlerin eline geçmiş, propaganda, üretim ve
çeşitlilikler gittikçe artarak hızlanmıştır. Sigara ile
mücadele yasası çıkmasına rağmen ülkemizde sigara, alkolizm
,uyuşturucu ve buna benzer maddelerle mücadele ve eğitimi
adına hemen hiçbir şey yapılmamaktadır.Ülkemizde kanser
salgın halindedir. Kolalı içecekler karaciğer kanserlerine,
içinde kimyasal katı maddeleri bulunan formülü meçhul
sigaralar da akciğer kanserlerine kalp ve damar
hastalıklarına da zemin hazırlamaktadır.
2/İlimiz çevre
kirliliği olarak önde gelen vilayetler arasındadır.
Şehrin
kuzeyindeki taş ocaklarının atmosfere yaydığı kalsit
kristalleri silikozis hastalığına, yanındaki çimento
fabrikası da yüksek atmosfer kirliliğine yol açmaktadır.
Otomobil sayısı fazladır.(üç kişide ikisinin motorlu aracı
bulunmaktadır.)Bu itibarla
kış aylarında atmosferdeki karbon monoksit miktarı öldürücü
seviyelere yükselmekte baca gazları, egzoslar, tavuk ve
büyükbaş hayvan çiftlikleri , baz istasyonları,gürültü gibi
bir çok tehlikeli çevre faktörü ilimizde yaşayan halkın
ruh ve beden sağlığını haddinden fazla tehdit etmektedir.
3/Her gün
beş-yedi hemşerimiz vefat etmekte ve bunların yarısı da çok
genç yaşlarında ilk ve son kalp krizleri ile ve yine ilk ve
son beyin kanamalarından hayatlarını kaybetmektedirler.
4/Bütün bunlar
yetmezmiş gibi fast-food türü beslenme rejimi ,popüler
kültür kirlilikleri medya, moda,sinema internet ve televizyon
bağımlılığı , kumar, her türlü fuhuş ve zührevi
hastalıklardan da bilhassa gençlerimiz şiddetle
etkilenmekte ; bunun neticesinde de kişilik kaymalarına
uğrayarak, milli ve manevi değerlerine
yabancılaşmış,istediğimiz vasıflardan uzak bir nesil haline
gelmek üzeredir. İşte bugün önemsemediğimiz şiddet o zaman
tam olarak başlayacak ve bunun önünü de kimse alamayacaktır.
Yılda 160 bin insanımızı kanserden kaybederken; kalp ve damar
hastalıklarından ölenlerin envanterini de kimse
tutmamaktadır.
5/Hemen her
ilimizde AİDS’ten ölenler vardır, adi suçlar artmakta ve
cinsel suçlar taciz ve tecavüz iddiaları yüzümüzü
kızartmaktadır.
6/Ne yazık ki
eğitimcilerimizin pek çoğunda bunlara dair bir endişe
bulunmamakta ; küresel kriz ve artan çevre sorunlarına ve
bunların fertlere yükleyeceği sorumluluklara dair kimsede de
bir endişe taşımamaktadır.
Bu
saydıklarımız müfredatlara, planlara ve programlara
alınmadıkça ve toplum önderlerinin endişesi ve derdi
olmadıkça önümüzdeki on yılların büyük sıkıntılar ve acılar
getireceği aşikardır.
Bunun için
Türkiye Yeşilay Derneğinin ilgi ve mücadele alanlarına giren
konular açısından okullarımızda acilen alınması gereken
tedbirler aşağıdadır:
1/Bu güne
kadar çalışmayan ve hemen hiçbir faaliyeti bulunmayan Yeşilay
Kulüpleri yeniden canlandırılmalı, çalışır hale gelmeli,
gönüllü öğretmenler ve öğrenciler aracılığı ile sigara
alkol ve her türlü madde bağımlılığı ile mücadele edilmeli;
gençler bilgilendirilmeli, bu gibi maddelerin insan bünyesine
verdiği zararlar iyice öğretilmelidir. Bunlarla mücadele
için yarışmalar tertiplenmeli, kim ne kullanıyorsa bıraktığı
takdirde armağanlar verilmeli ve sağlıklı yaşam teknikleri
,metotları ve biçimleri özendirilmelidir.
2/Gerek
okullardaki şiddet ,gerek madde bağımlılığı, gerekse de
diğer ahlaki mevzuular hakkında öğrencilerin olduğu kadar
ebeveynlerin de bilgilendirilmesine ve eğitimine yönelik
projeler geliştirilmeli; okul yönetimleri tarafından da
öğrencilerin takibine
dair gerekenler mutlaka yapılmalıdır.
3/Dünyamızın
besin kaynakları hızla azalmakta ve iklimi değişmektedir. Bu
itibarla ne zaman bir tabii afetle veya besin kıtlığı ile
karşı karşıya kalacağımız bilinmemektedir. Gençlerimize
tasarrufu, nimetlerin kıymetini, bulunmadığı önceki yılların
dramatik hikayelerini anlatmalı ve "büyük israf furyasının"
önlenmesine çalışılmalıdır.
4/Obezite
artık gençlerimizin en önemli hastalığıdır. Sağlıklı yaşam
bilgileri ile donatılmaları ve doğal yaşam prensiplerini
benimsemeleri ve bilmeleri ; spora ve buna benzer
faaliyetlere yönlendirilmeleri gerekmektedir.
5/İlimizde
yüzü aşkın internet kafe, iki yüze yakın kahve ve çay ocağı
bulunmaktadır. Pastane, kafeterya vb gibi gençlerin
gidebileceği yerlerin sayısı bilinmemektedir. Bunların hemen
hepsinde sigara içilmekte ve yeterli denetimler
yapılamamaktadır. Ayrıca
gençlerimizin kimlerle arkadaşlık ettikleri, ne zaman
evlerine gelmeleri gerektiği, nasıl beslenmeleri ve
paralarını nerelere harcadıkları ebeveynleri tarafından
iyice denetlenmelidir.
6/Ebeveynleri tarafından gençlerimizin yetenekleri, musiki ve
güzel sanatlara; spora vb meşguliyetlere olan eğilimleri
belirlenmeli; özendirilmeli ve takibi de yapılmalıdır. Okul
dışında dersler aldırılmalı, spor salonlarına ve kültürel
etkinliklere de yönlendirilmelidir.
7/Bütün bunlardan da en önemlisi " Dini ve Milli terbiyenin"
okulların yanı sıra aileler tarafından da yeterince
verilmesi gerekliliği olmaktadır. Bu konuda medyanın
geliştirdiği popüler kültür ve evlilik dışı yaşamların
özendirilmesi, şiddet içeren tv dizileri ve
gayrı ahlaki şekilde yaşayan sanatçı ve sporcu gibi
insanların medyaya yansıyan hayat tarzları maalesef
gençlerimizi içten içe etkilemekte hatta
zehirlemektedir.Bunlarla mücadele için yeni projelerin
geliştirilmesine ve acil tedbirlerin alınmasına çok
ihtiyaç vardır.
Bütün bu
yukarıda saydıklarımız ne yazık ki kimse önemsememekte, yine
kimse bunlarla mücadele konusunda ciddi bir adım atmaya,plan
ve proje üretmeye hatta tedbir almaya yanaşmamaktadır.
8/Yine bu
saydıklarımız müfredatlara, okullara, ders kitaplarına ve
programlarına yerleşmedikçe, insanlarımızın yaşama ve
düşünce biçimi değişmedikçe ruh ve beden sağlığı yerinde
gençler yetiştirmemiz ,şiddeti ve suçları önlememiz hatta
kalkınmamız ve medeniyet
hamleleri yapmamız asla mümkün olmayacaktır.
Saygılarımızla…
|
BU ÇALIŞMA TELİF ESERİDİR İZİN
ALMADAN KULLANMAYINIZ! |
BİR ÖNCEKİ Sayfaya dönmek için tıklayınız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
BİLGİ PAYLAŞILDIKÇA KIYMETİ ARTAR! |
Hazırlayan
Mahmut Selim GÜRSEL yazışma adresi corumlu2000@gmail.com |
DİKKAT ! BU BİLGİ TELİF ESERİ
OLUP YAZARI VE YAYINEVİMİZDEN İZİN ALINMADAN KULLANILMAMALIDIR |
|
Gizlilik şartları ve Telif Hakkı © 1998 Mahmut Selim GÜRSEL
adına tüm hakları saklıdır. M.S.G. ÇORUM |
Hukuka, Yasalara,
Telif ve Kişilik Haklarına saygılı olmayı amaç edinmiştir. |
|